Değerlendirmeler bana ait olsa, bırak ya çatlağın teki deyip gülüp geçebilirsiniz.
Ama kazın ayağı öyle değil işte...
Bu yazıyı kaleme alırken anlı şanlı bir entellektüelin fikirlerinden esinlendim.
Bu kişi Claude Moniquet.
Kendisi kısa adı ESICS olan European Strategic Intelligence and Security Center, yani Avrupa Stratejik İstihbarat ve Güvenlik Merkezi müdürü...
Son çıkan kitabının başlığı «Arap Baharı Rezaleti»...
***
Sayın yazar kitabının ilk bölümünde ayaklanmalar esnasında Batı’da basının ve medyanın oynadığı rolü irdeliyor.
Olaylar esnasında gazeteciler beklentiye girdiler.
Meydana gelen olaylar sanki onların beklentilerini karşılıyordu.
Sanki kötü niyetli diktatörler gidecek yerlerine iyileri gelecekti...
Tek tük istisnalar olsa da, gazeteciler kendi hayallerini gerçek sandılar...
O halde basın zararlı bir rol oynadı.
***
Peki Arap Baharının yaşandığı ülkelerde gerçek durum neydi sorusunun cevabı şöyle verilmiş:
Her ülkenin durumu farklı.
Bu durumdan en az zararla çıkan ülke Tunus.
İktidardaki hükümet ılımlı islamcılar ve teknokratlardan müteşekkil, fakat sahada sağcı güçler egemen...
Mısır’daki durum da çok açık.
İktidardaki Müslüman Kardeşler kadınların ve garimüslümlerin haklarına saygı sözü verdiler, fakat bir kadın veya hıristiyanın başkan olması söz konusu olamaz...
Yani cinsiyet ve din ayrımcılığı aynen devam ediyor.
Üstünler ve alttakiler var...
Yani aydınlanma karşıtı karanlık bir zihniyet hüküm sürmekte.
Libya’da durum karmakarışık.
Tam bir arapsaçı durumu yaşanıyor.
Silahlı çeteler ülkeyi paylaşmış durumda ve demokrasi Libya’ya çok uzak...
***
Peki Suriye’nin mevcut durumu nasıl?
Durum karmaşık ve trajik.
Bir yandan karşıt yorumlara muhatap Beşşar Esed rejimi.
Diğer yandan yönetime karşı olan radikal islamcılar.
Amaçları yönetimi yıkmak ve hıristiyanları ülkeden kovmak.
Eset’ın kalmasını savunmak ta zor, hiçbir şekilde çözüm olmayacak isyancıların zaferini de...
Çünkü karşıt gruplar arasındaki çatışmalar devam edecek ve daha çok kan dökülecek...
Ülke nüfusunun % 15 Nusayri, yaklaşık % 10 u Hıristiyan, kalanı Sünni.
Ama iktidar Nusayri bir ailenin elinde...
***
Peki demokrasi bütün bu olayların neresinde?
Kendi ülkelerimizde demokrasi inşası 200 yıl sürdü.
1964 yılına kadar Belçikalı kadınlar bir meslek icra etmek veya bir banka hesabı açtırmak için kocalarından izin almak zorundaydı...
Arap ülkelerinin içinde bulundukları düzey bizim çok çok gerimizde.
Bizim iki asırda ancak gerçekleştirdiğimiz şeyi onlardan birkaç ay içinde beklemek tam bir hayalcilik, çılgınlık...
İki kavramı kesinlikle karıştırmamak gerekir : Demokrasi ve Seçim.
Biz insanlar oy kullanınca herşey yolunda sanıyoruz.
Halbuki öncelikle kadın, genç, sendika haklarına saygılı, ifade özgürlüğünü esas alan sosyal demokrasiyi yerleştirmek gerekir...
Seçim sonradan gelir.
Tersini yapmak, bir evin inşaatına çatıdan başlamaya benzer.
Yani mümkün değil...
***
Peki bu süreçte Batı ülkelerinin rolü ne olmalı?
Ülkelerimiz şu ana kadar çok kötü bir rol oynadılar.
Yıkılan diktatörler iktidardayken kendilerine rejimlerini demokratikleştirmelerini tavsiye ettik.
Fakat bizi hiç dikkate almadılar.
Biz de yeterli baskı uygulamadık.
Halbuki istesek uygun bir şekilde uygulayabilirdik.
Şimdi ise şaşkın şaşkın bakıyoruz.
Gafil avlandık.
Radikallerin daha da radikalleşmesinden korkarak adım atmaya çekiniyoruz.
Ama bilinmelidir ki korku çok kötü bir rehberdir...