Belçika’ya ilk geliş tarihim 24 Ekim 1967.
Lise son sınıfa geçmiş kapı gibi bir delikanlı olarak rahmetli babamın zorlamasıyla çocukluğumun ve geçliğimin güneşli, o canım, yeryüzü cenneti ülkemi geride bırakıp yağmur ülkesi Belçika’ya geldim.
Hani o ünlü dizi oyuncusu pilavcının dediği gibi ‘gidiş o gidiş, patladı gitti’…
Bugün 46 yıl bitti.
İyi mi oldu, kötü mü ?
Bilmiyorum, ama sık sık soruyorum bu soruyu kendime.
A posteriori düşününce artılar da var, eksiler de…
Doğum günüm olan 01 Nisan 2015 günü yaş haddinden emekli olacağım.
Sonrası Allah kerim…
Altı ay alaturka, altı ay alafranga…
Belçika’da doğan oğullarımız Cavit ve Onur orada, Türkiye’de doğan eşim Güzin ve ben burada.
Modern iletişim teknolojilerinin sunduğu olanakları bolca kullanarak, ayrı kaldıklarımızdan hasret giderme adına…
***
Aslında 2013 senesi bir staj oldu benim açımdan.
13 Haziran günü geldim, bugün ise 23 Ekim ve ben ülkem Türkiye’ye bu yaşımda yeniden uyum sağlamaya çalışıyorum.
4 ay 10 gün olmuş.
‘Uyum’ en çok duyduğum ve okuduğum, beynime virüs gibi musallat olmuş bir sözcük!
Kim kime, nasıl, ne kadar ve niçin uyum sağlayacak?
Globalleşen dünyada her yer her yere son derece benziyor.
Ne yazıkki sadece şeklen : Giyim-kuşam ve tüketim alışlanlıkları açısından…
Birileri how-know, teknoloji, bilim üretip satıyor; birileri, yani Türkler de, harıl harıl tüketiyor…
‘Benim de canım var, ben de insanım’ şarkışını dinleyerek.
Dünya genelinde tek tanrının ‘para’ olduğu bir iklimdeyiz.
Olanda haddinden fazla, olmayanda hiç yok, olanlar çok az, olmayanlar çok fazla.
Herkesin bireysel mutluluk peşinde savrulduğu acımasız kapitalist sistemde dayanışma mekanizmaları medya destekli global gizli güç tarafından baltalanıyor.
İlkokul diploması olmayan insanlar borsayı, para kurlarını, finans piyasalarını izliyor, ödeme kartları, havalı ve akıllı cep telefonları kullanıyorlar…
Ve hatta, hâlâ kaldıysa, iyilik olsun diye görüşünüzü ve birikminizi aktarırken sizi nezaketen dinleyenler bile var…
***
O halde Türkiye’de olmayıp veya az olup ta, Belçika’da olan ne?
Belçika geçmişini iyi değerlendirmiş, sömürgecilik yapmış, sanayı devrimini başarmış, sosyal sınıflar oturmuş, sosyal demokrasiyi ve buna bağlı olarak sosyal hakları çok geniş bir tabana yaymış, insanı insana muhtaç olmaktan kurtarmış bir refah ülkesi.
Berlin Duvarı’nın yıkılışına kadar öyleydi en azından…
Önce duvarı yıktılar, şimdi kazanılmış sosyal haklar tırtıklanıyor.
AB üyesi Belçika’da AB Parlamentosu’nda egemen liberal ekeonomik görüş hakim ve AB Hukuku 27 ulusal hukuk sisteminin üzerinde…
AB kuruluş çalışmaları Türkiye’nin futbol ligine benziyor.
Sportiflik, fair-play hikaye, kazanmak şahane…
Ne pahasına olursa olsun!
Kısacası AB, eğer günün birinde gerçekleşirse, AB ekonomik bir kulüp olacak.
Göğsünü gere gere ben Avrupalıyım diyen insan sayısı çok çok az.
Dili belli değil, avro türbülansta, askeri ve diplomatik birlik oluşmadı.
Şahsen ben uluslararası koridorlarda AB’nin muhatap olarak kabul gördüğüne inanmıyorum.
***
Bunca yaşanmışlıktan sonra anladığım birkaç basit gerçek var.
Evrensel anlamda kamusal gücün adaletli davranarak insanlara iki alanda hizmet sunması şart : Eğitim ve sağlık…
Bu iki alan büyük paralar gerektiriyor.
İşte bu alanda Türkiye ile Belçika birbirinden çok farklı.
Ben fırsat eşitliğini Belçika’da gördüm.
Mevcut altyapı isteyeni başarıya ulaştırıyor.
Başarı gelince ırkçılık yok oluyor, sayemde oldun edebiyatı başlıyor.
Orası ayrı bir hikâye.
***
Belçika solu ve aydınları ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, göçmenlerin dışlanmasını kuramsal olarak reddederek iç politikada oy topluyorlarsa da, dış politika konularında derhal tek yumruk olabiliyorlar.
Bu nedenle Türkiye’den gelen göçmenlerin çoğu çifte vatandaşlık bazında Belçika’da sosyal hakların korunması açısından menfaatleri icabı sol partilere (Ecolo, Groen! PS, sp.a) oy verirken Türkiye’de milliyetçi veya dinsel hassasiyeti yüksek partilere oy veriyorlar!
Ama şurası kesin ki Brüksel’in gelişmesini engelleyen mevcut anayasal düzen Brüksel’e dar geliyor.
Özellikle Belçika vatandaşlığı verilmiş dil bilgisi ve eğitimi yeterli görülmeyen, niteliksiz olarak yaftalanan Türk ve Faslı genç işsizler açısından.
***
Tek çıkış yolu : Özellikle kadın-erkek eşitliği (kağıt üzerinde yazılı olanları yeterli görmüyorum), bilim ve sanatın her alanında evrensel kaliteyi yakalamak için maddi ve manevi her türlü çalışmaya bir an önce başlamak, tüketim alışkanlıklarının gereksizlerinden bir an önce vaz geçmek ve hukuk kavramlarını özümsemekten geçer…
Yoksa bir maymun becerisiyle taklite daha çok devam eder Türkiye…
Tavsiyem o ki önce evrensel nitelikte hedef belirlenecek, daha sonra sınırlı imkânlar seferber edilecek, cefakarlık ve fedakarlık yapılacak, tam bağımsızlık (karşılıklı bağımlılık) koşulları yaratılacak, yani kolaya tenezzül edilmeyip zor başarılacak ve sağ-salim huzur limanına ulaşılacak…
Biriken sorunların şiddete başvurmadan çözüleceği günler hayaliyle ve bir ağabeyleri olarak gençlere sabır diliyorum.