Bu yazımda değişik bir konuya değinmek istiyorum.
Korkuya ve korkutmaya dayalı bir eğitim sistemi sonucunda ortaya çıkan acıklı insan manzaraları…
Şöyle dikkatlice izleyin çevrenizi!
Neler görüyor sunuz?
Söyler misiniz?
İnanarak mutluyum diyebiliyor musunuz?
***
Teselliyi sigara, alkol, kumar, bahis ve piyango oyunlarında veya fanatik ideolojilerde aramıyor musunuz?
O zaman mükemmelsiniz.
Bende stres ve gerginlik olmaz, iştahım yerinde, tansiyon ve kolesterol sorunum yok, gereksiz yere sinirlenip çocuklarıma cennetten çıkma yöntemlerle eziyet etmiyorum, küfürlü konuşmuyorum, yüzümden tebessüm hiç eksik değil diyebiliyorsanız mesele yok.
Allah ziyade etsin, ne diyelim…
Ama çoğunluk sizin gibi değil ne yazık ki!..
***
Dünyaya gelen her insanın bir tek amacı olmalı bence : Mutlu olmak.
Fakat sadece maddi açıdan değil, manevi ve gönülsel açıdan.
Yani hem midesel, hem de beyinsel.
Bana göre sadece midesini doldurmayı düşünen toplumlardan gelen insanlar, yaygın bilimsel ve sanatsal eğitim yatırımlarının meyvelerini toplayan öne geçmiş ülkeler veya ülke kümelerinin sosyo-ekonomik sistemi tarafından acımasızca sömürülürler.
Tüketim hastalığına yakalanmış olup, kredi borcu olmadan yaşayamazlar…
Güçlüler güçsüzleri ezer, bilenler bilmeyenleri aldatır…
***
Avrupa’ya Türk göçünün 50. yıl etkinliklerini birlikte izledik.
Resmî kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerimizin güzel çalışmaları sonucunda nerelerden nerelere geldiğimizi anlamaya çalıştık.
İyimser protokolcüler mutlu olurken, benim de dahil olduğum kötümserlerse pek mutlu olamadılar…
Bardak yarıya kadar dolu mu boş mu?
Bana göre maddi yarısı dolu, bilimsel yarısı boş.
Yani paramız var, ama yine de (tam anlamıyla) mutlu olamıyoruz.
Çünkü para herkese gerekli, ama herşeye çare değil.
Önceleri, yani paramız yokken, daha mutluyduk gibi geliyor bana.
Ya şimdi?
Paralı mutsuzlar olduk !
Fark edilmek için aşırılıklar yapmaya başladık…
Gücümüzü aşan yatırımlara gömdük alın terlerimizi.
Evler, arsalar aldık ; toprağa gömdük.
Hem Türkiye topraklarına, hem Avrupa topraklarına.
Bölündük iki ülke arasında.
Türkiye’mizde doğduk, buralarda doyduk.
Gövdemiz burada, gönlümüz orada.
Kaldık iki arada, bir derede; çözümsüz ikilemler yaşıyoruz ve acı çekiyoruz.
Çocuklarımız kimlik bunalımında…
Ne suçu var ilgisizlikten mağdur çocuklarımızın?
Velilerin ilgisizliği ve ayrımcı eğitim sistemi sonucunda dışlandılar ve niteliksiz birer insan oldular.
***
Amacım kimseyi suçlamak değil.
Bu bir süreçti, yaşandı bitti ; bilimsel gerçekleri saptamak bilimsel araştırmacıların görevi…
İleriye bakma zamanı bundan böyle.
Buradaki insanlarımızın sorunlarını çözmek amacı ile neler yapılmalı?
Olmazsa olmaz ilk koşul karşılıklı sevgi ve saygıyı yeniden yaratmak!
Bunun için yapılması gerekli ilk şey sivil toplum örgütleri arasında samimi ve düzeyli bir diyalog başlatmak ve asgari müşterekleri bulup onların etrafında birleşmek olmalıdır.
Zaten kısıtlı olan maddi ve insan kaynaklarımızdan tasarruf etmeli ve daha düzeyli yarınlara yönelik bir sinerji yaratmalız.
Hiç vakit geçirmeden.
Bizi bizden daha iyi tanımasına imkan olmayanların yazdığı reçetelerin Avrupa Türk Toplumunu iyileştirmesi beklenmemelidir.
M.K.Atatürk’ün bizlere işaret ettiği hedef çağdaş uygarlıktır.
Aptalca Batı taklitçiliği değildir!
Ve o uygarlığa nasıl gidileceği ise bellidir : Yüksek bilim, ahlak ve sanattan oluşan bir karışım.
Fikirlerin çatışmasından gerçekler doğar…