Nerede, nasıl, kimden peydah olursa olsun dünyaya gelen her faninin bir tek gayesi olabilir.
Süresi belli olmayan ömrünün sonuna kadar olabildiğince insan gibi yaşamak.
Her yönden.
Maddi, manevi bütün varlıklardan nicelik ve nitelik olarak nasiplenerek, kendisini hep daha iyi ve güzel ile uyumlu duruma getirerek, gelişerek...
Muasır medeniyet veya çağdaş uygarlığa yönelerek, inançlarını bilim ve sanatla besleyerek...
Her türlü bağnazlıktan uzak durarak, farkılıkları yok etmeyi amaçlamayan düşünce sistemlerine hoşgörü ile bakarak...
Yerelliği ve kökleri ile barışık ama evrensel bakan biri olarak...
Kötülüklerden uzak durarak, ama iyilikleri sadece kendisi ve yakınları için değil, herkes için isteyerek ve bunun için mücadele ederek...
Mücadelesinde bile barışcıl yöntemler kullanarak...
***
Peki bence böyle olması gereken yaşamda fiili durum nasıl?
Ufak tefek istisnalar dışında, olması gerekenin tam tersi...
Özellikle küreselleşen dünyamızda.
***
İnsanlık aleminin bütün birikimi global sermayenin beklentilerine uyumlu hale getiriliyor!
Avrupa Birliği dedikleri liberal ekonomik sistemi savunanların kulübü...
Serbest dolaşım kavramı sermaye hareketleri için uydurulmuş adeta...
İnternet ve sosyal medya ağları sayesinde iletişim ve paylaşım hızlı ve ucuz olsa da, bir yandan bilgi kirliliği, bir yandan bu olanakları kullanmaktan aciz olan fakirler ve yaşlı kuşaklar sürecin dışında kalıyorlar.
Aynı evin içinde birbirinin kiminle iletişimde olduğunu bilmeyen insanlar yaşıyor...
Ta ki gizlilik somut gerçek olup ailenin damına düşene kadar!
***
Uluslararası alanda her yer ve her şey birbirine benziyor.
Tüketim alışkanlıkları tektip insan modeli sunuyor ve konjonktürel çıkarların yönlendirdiği uyanıklar bunu evrensellik olarak yutturmaya çalışıyor...
Demagog kalemşörler ve cazibe merkezi yandaş medya tarafından...
Siyaset dünyası bu oyunun bir parçası...
Din ve/veya futbol tarafından uyuşturulan kitleler provokatörler ve onlara her an yakın olmayı başaran kameralar tarafından harekete geçiriliyor ve... sonuçta «Ben bilmem, eşim bilir, İzdivaç» türü izlencelerle tüketime yönlendiriliyor.
Mükafat olarak kazanılacak olan otomobil, para veya eşe sahip olmak adına bu programlarda olmadık şaklabanlıklar yapılmaktadır.
Burada dikkât edilecek olan bulunacak muhtemel eşin bile bir tüketim maddesi olarak sunulmasıdır.
Ölümden sonra gidilmesi muhtemel cennet için bu dünyada ancak paranın sunduğu cennet devremülk olarak pazarlanmaktadır.
***
İşte böyle bir genel manzara içinde kendime bir yol çizmeye çalışırken çok ilginç bir yazı okudum!
Kafamda şimşekler çaktı...
Yazının konusu 2014 baharında Belçika’da yapılacak Federal, Bölge ve Avrupa Birliği seçimlerinden önce yapılan Belçika’da göçmenlerin uyumuna ilişkin bir kamuoyu araştırmasının sonuçları ve düşündürdükleri...
RTBF/La Libre için Dedicated tarafından yapılan bu son ankete göre yabancı kökenlilerin Belçika toplumuna iyi uyum sağladığını düşünenlerin oranı sadece % 20. Bunun iki misli tersini düşünürken ankete katılanların yarısı uyumun başarılı olması için Belçika gereken herşeyi yaptı ve/veya yapmakta düşüncesinde...
Yani çok zor, acı verici bu başarısız durumun tek müsebbibi «Biz» değil, o «Yabancılar»...
Ankete katılanların % 80 i radikal dincilerden şikayetçi ve şikayetçi olanların oy vermeyi düşündükleri partiler şunlar : MR, VB, NV-A, FDF ve Open-VLD.
***
Beni rahatsız ve huzursuz eden işte yukarıda yazılı olarak sunmaya çalıştığım fotoğraf!
Bu demektir ki % 80 inin ırkçı, yabancı düşmanı, islamofob kişilerle mücadele ederek, ya da ırkçı olmayan, yabancı veya yabancı düşmanı olmayan, islamofob olmayan ve kalan % 20 yi oluşturan küçük partilerle işbirliği yapma durumunda kalacağız.
Zira içinde bulunduğumuz uzun ve acımasız sosyo-ekonomik kriz dönemi yabancılardan, özellikle Arap ülkelerinden gelenlerden, korkuyu pekiştirdi.
Bu kişiler itiliyor, kakılıyor, dışlanıyor...
Siz istediğiniz kadar istisnaların her türlüsünden bahsedin, bu dışlayıcı-korku bir yıl içinde oy kullanan insanların tercihini belirleyecek.
***
Avrupa’nın değişik ülkelerinde Türk Göçü’nün 50.yılı en üst düzeyde kutlanıyor.
Olan oldu ve bugünlere gelindi.
Suçlu aramak bence yanlış.
Mevcut başarısızlıkta herkesin payı var; ama en az suçlanacak olanlar bence birinci nesil, yani ilk gelen ebeveynlerimiz...
Onlar ülkelerindeki işsizlikten dolayı ‘ekmek parası’ için gurbet yollarına düştüler.
Ölenlere Allah’tan rahmet diliyor, kalanların ellerinden öpüyorum...
Bugün bizler birşeyler yapabilme, ya da en azından ifade edebilme noktasına gelebildiysek, bunu onların fedakarlıklarına borçluyuz...
***
Ben yerlilerin sonradan gelmeleri dışlamalarına hiç ama hiç şaşmıyorum.
Zira günümüzde, onlar kendi ülkelerinde kendilerini, biz de kendi ülkemizde kendimizi dışlıyoruz...
Zira hiç kimsenin paylaşmak istemediği bir şey var...
Siyasi iktidar ve onun sağladığı özellikle maddi güç...
İşimiz çok zor.
Allah herkese kolaylık ve sabır versin!
Özellikle de paranın gücüne karşı koymak amacıyla baraj veya örgüt kurma gayreti içinde çırpınan, bunun için gerekli imkânlardan kasten mahrum bırakılmış bireysel ütopyacılara...
Çünkü günümüz siyasetinde çeşitli medya tekellerinin destekleriyle insanların kutsallarıyla oynamak vazgeçilmez bir yöntem halinde...
Buna kibarca «algı yaratma» diyorlar…
Allah sonumuzu hayır eyleye…