Yazarlar

Kimse Hayat Kadar Sert Vuramaz

post-img
Zaman ne çabuk geçiyor. Yenibursa’da ilk yazımın yayınlanması daha dünmüş gibi gözlerimin önünde. Gerçi zaten dün yayınlandı ama zaman gerçekten de hızlı geçiyor.   Artık kısa da olsa bir yazarlık kariyerim var. İnsanın isminin Bursa gibi bir büyük şehrin, en çok izlenen haber sitesinin, yazarlar bölümünde yeralması az buz bir başarı değil. Tamam site sahibi yakinim ama ben de bulunduğum yere tırnaklarımla olmasa da klavyede yıpranan parmaklarımla geldim. Birkaç haftaya eski yazılarımdan oluşan bir seçki kitabı yayınlayabilirim. İsmi de son derece yaratıcı bir şekilde “Günler Su Gibi Geçti” gibi bir şey olur. İmza günü bile düzenlerim. O zamana sakalım da iyice uzamış olur.   Üçüncü yazımda maaş, dördüncü de zam isteyeceğim. Anlaşamazsak transfer tekliflerini değerlendirmem profösyonelliğimin bir gereği. Kimse tuhaf ve gayri ahlaki karşılamasın. Tamam hep söylüyorum. Site sahibi yakinim olur ve bu noktaya gelmemdeki katkısını inkar edemem ama öte yandan basın emekçileri olarak hayatımızı da kazanmak zorundayız. Neticede zülfü yâre dokunan yazılar yazıyoruz. Geleceğimizi düşünmemiz lazım.       Neyse bunlar konuşulur, anlaşılır, bir orta noktada buluşulur. Şimdi bu günkü konumuza dönelim. Henüz siyaset yazmaya hazır değilim. Bir süre eften püften konular üzerinde pişeyim elbette ona da sıra gelir. Baştan söyleyeyim ciddi bir birikimim var necaset-i siyaset hususunda. Günü gelecek paylaşacağız elbet. Bugün size Maslow diye bir abiden bahsedeceğim.       Eğer yolunuz kurumsal şirketlerin haftasonlarını mahveden zorunlu eğitimlerine düşmüşse ve kendinizi herkesten daha zeki, işbitirici ve uyanık göstermeye çalışırken uyuyakalmışsanız bu komik suratlı abinin adını mutlaka duymuşsunuzdur. Kendisi ihtiyaçlar hiyerarşisi diye bir üçgenin mucididir. Gerekli olmasa da belirteyim; bütün üçgenler gibi bu üçgenin de iç açıları toplamı 180 derecedir. Korkmayın matematik dersi vermeyeceğim ama biraz psikoloji ukalalığı yapacağım izninizle.         Bu üçgen insanın sonsuz sayıdaki ihtiyacını basamaklara ayırır. İlk sıradaki ihtiyaç karşılanmadan bir üst basamaktaki ihtiyaç ortaya çıkmaz. Yani karnı aç insan seks yapmayı aklından geçirmez (tamam biliyorum ama unutmayın istisnalar kaideyi bozmaz). Bir işi olmayan, evine ekmek götüremeyen insan da tutup kendimi gerçekleştireceğim diye kitap yazmaya kalkmaz. En azından aklından bir zoru yoksa “önce sigortalı bir işe gireyim, çoluk çocuğu ele güne muhtaç etmeyeyim, bir ara Everest’e de tırmanıp kendimi gerçekleştiririm nasılsa” diye düşünmesi gerekir.   Teorinin ilginç yanı şu; üçgen zengin, fakir ayrımı olmadan tüm insanlar için geçerli. Bu nedenle fakirler zenginleri tüm ihtiyaçları karşılanmış ve kayıtsız şartsız mutlu zannederler. Oysa ki zavallı zenginler belki de sevgiye muhtaç, henüz bir kutup ayısı bile avlayamamış olmanın tarifsiz kederiyle acılar içinde kıvranıyor olabilirler.   Konu hala size karmaşık ve anlaması zor geliyorsa daha güncel ve günlük hayattan örnekler vereyim. 13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa’nın Soma İlçesi’ndeki kömür madeninde çıkan yangın sonucu resmi rakamlara göre 301 işçi hayatını kaybetti. Üçgenin ilk kademesindeki en temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için öldüler. Nefes alamadılar.   Hayatta kalan işçiler ne olursa olsun tekrar madene inmek zorunda olduklarını, işlerini kaybetmeleri halinde hayatlarını idame ettiremeyeceklerini söylediler. Hala ilk basamaktayız. Yeme, içme ve barınma için ayda ortalama bin TL maaş aldıkları bu dünyanın en zor ve en tehlikeli işini yapmak zorundalar. Bunun için basamağın ikinci sırasındaki güvenlik ihtiyacına sıra gelmiyor. İş yoksa yaşama şansı yok. Güvenliği sorgulamak bile onlar için lüks.   Çalışmaları yerinde incelemek amacıyla Soma’ya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bazı vatandaşlar tarafından yuhalanarak protesto edildi. Başbakan oy oranı yüzde 99’a bile çıksa asla tatmin olmayacak olan 3.basamaktaki sevgi ve 4.basamaktaki saygı görme ihtiyacının tatmin edilmemesine o kadar çok bozuldu ki arabasından inip protestocuların yanına gitti. Bir tanesini “Başbakan’ı yuhalarsan tokadı yersin” diye tehdit etti. Protestocunun “hakkınızdır başbakanım, döveceksiniz tabii” şeklinde beklenmedik geri adımıyla içinde bir tatminsizlik, bir yarım kalmışlık duygusuyla oradan uzaklaşıp bir markete daldı.   Markette aradığını bulan Başbakan, Taner Kuruca isimli bir genci “Niye kaçıyorsun Ulan İsrail Dölü” diyerek tokatladı. Ardından korumaları görevi devralıp genci evire çevire dövdüler. Böylece Başbakan bir insanın en yüksek basamaktaki kendini gerçekleştirme ihtiyacını karşılamış oldu.   Bir siyasetçi olarak popülist olma, kendini kontrol etme, mesleğinin icabı en temel özellik olan politik olma gerekliliklrini zerre kadar bile umursamadan yapılabilecek en direk, en iptidai, en acaip ve inanılmaz reaksiyonunu verip vatandaşını yani seçmenini küfür ederek dövdü.   Bir politikacı için bundan daha zirve noktada kendini gerçekleştirme nasıl olabilir. Bu nasıl bir şahikadır? Bu nasıl bir dünyayı umursamadan kendi ihtiyacını tatmin etme eylemidir. İnanılması çok zor bir kendini gerçekleştirme durumu. Dünyada benzeri olmuş mu hiçbir fikrim yok. Araştıracağım.   Bu arada Taner Kuruca sonradan yaptığı açıklamada Başbakan’ı seven bir kişi olduğunu, onun sayesinde işe girdiğini anlatıyor. Taner’im hala birinci basamakta işimi kaybeder miyim korkusuyla konuşuyor. Çünkü biliyor ki hayattan yiyeceği darbe Başbakan’ın tokadından çok daha can yakar. Viran olası hanede evlad ü iyal var. En fazla 4.basamaktaki saygı görme ihtiyacı zarar görümüş olur ama zaten ona gelene kadar daha üç basamak var. Sevgili Başbakan’ından bir tokatçık yemiş ne olur ki? Neticede yerin yüzlerce metre altında patronlarının bilmem kaçıncı sıradaki ihtiyacını karşılamak üzere evlatlarını öksüz bırakan yüzlerce arkadaşından çok daha şanslı hissediyor kendini.     Adaletine s.çayım kahpe dünya…           Sizin, benim, bizlerin durumu daha saygın, daha onurlu, daha üstün değil sevgili okurlar. Sabır ve zaman hasıl olursa yazarız bir gün belki.     * Erdemli ve cahil kalmayı umursamayan meraklılara notlar 2 Abraham Maslow da anti semitik saldırılara uğramış Newyork’lu Musevi bir ailenin çocuğu olmasına rağmen ateistti. Çok mutsuz bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş ve neredeyse hayatı boyunca herşeyden sıkılıp, sıkıldığı herşeyi de terketmişti. Gergin, tatminsiz, mutsuz, psikolojik ihtiyaçları karşılanmamış bir adam olarak öldü. İnsan ihtiyaçlarını bu kadar güzel kategorize etmesine rağmen neredeyse hiçbirini tatmin edemedi. Kötü bir yazar olsaydım “terzi kendi söküğünü dikemezmiş” derdim. Çok şükür değilim. O yüzden demiyorum.

Diğer Haberler