Genel Haberler

Küba'da kansere çare filan bulunmadı!

post-img
Merhaba İnsanbu sitesi takipçileri ve büyük insanlığın Türk dilinde okuyabilen (ve okuduğunu idrak edebilen) tüm üyeleri! Bugün çok ciddi bir yazı ile karşınızdayım. Dilerim ki dikkatiniz yazının sonuna kadar dağılmasın ve bu yazıdan azami ölçüde faydalanabilin. Mizantropi abidesi de olsam insanlığa bilgim ve gücüm yettiği nispette hizmeti borç bilirim. Zekattır! Konuya kısa bir giriş yapalım. Yaklaşık 2 hafta önce yayınlanan bir haber Türkiye’de gündemi epey meşgul etti. Artçı sarsıntılar hala devam ediyor. Olay şöyle gelişti: Necip Türk Matbuatı’nın sunduğu şekliyle, Küba’da kansere karşı mucizevi bir ilaç bulunmuştu ve Küba zaten komünist bir ülke olduğu için bunu tüm dünyaya bedava dağıtacaktı. İlaca ilaç bile denmemeliydi. İlaç aslında bir aşıydı. Küba’nın yılmaz komünist neferleri de bedava yapacakları aşılama ile kanser denilen illeti insanoğlunun hafızasında tozlu raflara kaldıracak kadar etkin biçimde uygulayacaklardı. Alçak düşman al sana bomba! Sanırım Tarık Tahsin Üregül’ün ölüm haberi ve onun da akciğer kanseri olması (Müjdat Gezen yanlış enformasyon verdi – akciğer kanseri resmi primer) nedeniyle haber bizde daha da bir öne çıktı (ben yabancı basını takip ediyorum – bu kadar popularite olmadığını net olarak söyleyebilirim). Anında Küba’ya tur düzenleme piyasasında hareketlilik başladı. İndirimli Küba gezileri adeta Umre fiyatına çekildi. Zaten FETÖ olayı sonrası angut zenginlerimizin yeni destinasyonlar bulması da şarttı (o da ayrı bir hikayedir). Gözünü sevdiğimin Kapitalizm’i! Sosyal medyada ise tepkiler daha da fantastik oldu. Dinibütün kardeşler arasında “Elhamdülillah, zaten bu Kuran’da yazıyordu; her şey Kuran’da var; Kübalılar da Kolomb öncesinde varolan muhteşem camilerin ilim nuru vasıtasıyla bu bilgiye erişmiş ve Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle çağımızın vebasına çözüm bulmuşlar inşeallah” minvalinde yorum döşeyenler oldu. Ama asıl gürültü (Chelsea – Liverpool maçında atağa kalkan Chelsea’nin taraftarları kreşendo bir uğultu çıkartır ya; aynen o misal) sol cenahtan geldi. Hem de ne gürültü!!! Amigolar adeta “Nasıl koydu Aykut Kocaman” bağırtısının desibelinde “İşte Komünizm’in gücü! İşte Küba, İşte Şampiyon!” ya da “Oooooo oooooo, Mavi, Beyaz, Kırmızı! Karaib’in Yıldızı! Fidel Yoldaş Gelirse, Öper Alayınızı!” ve benzeri tezahüratla coştukça coştu. Biliyorsunuz, ben, coşumlama benden değilse önce bir duruyorum; sonra da tartıp sahibine iade ediyorum. Şimdi, solcu kardeşlerimiz ve arkadaşlarımız kendilerini genelde daha akıllı zannetseler de aslında toplumdaki genel vasatlıktan aynı ölçüde nasiplenmişlerdir. Yine aksini iddia eden çıkabilirse de doğum hipoksisi, fenilketonüri, kronik bulgur entoksikasyonu ve türevlerine bağlı yaygın disleksinin solcularda daha az olduğunu gösteren sağlam metodolojili bir çalışma yoktur; olmamıştır. Hülasa okuyamama, okuduğunu anlayamama ve okuduğunu ve anladığını iddia ettiği bir metinden anlamlı analiz ve sentez çıkaramama toplumumuzda yaygın bir haslettir. Sol, yazık ki bundan münezzeh değildir. Daha önceki yazılarımda ve yorumlarımda bin (rakamla – 1000) kez dile getirmeye çalıştığım üzere, güzel ama yalnız ülkem Türkiye maalesef habercilikte de slogan ve açık dezenformasyon düzeyini aşamamıştır. Bu haber üzerine aklıbaşında yorumlar yazan ve hatta erinmeyip yazı çiziktiren insanların sesleri maalesef Hey Douglas konserindeki kibar kız yellenmesi düzeyinde bile işitilemedi. Çünkü sağlık magazinindeki altın vuruşlar bir sefer yapılmıştı! Neydi onlar? KANSERE ÇARE BULUNDU MUCİZE İLAÇ HEMİ DE BEDAVA Peki kazın ayağı öyle mi? KAHÖD! Kazın ayağı hiç öyle değil! Bazı çemkirik arkadaşlar enerjimi o kadar soğuruyor ve şu sitede bile yazdığım yazılara dürtükleyici eleştiriler veya sorular o kadar az geliyor ki, ben de asıl uzmanlığım olan konuda kanaatimce doyurucu bilgilendirmeyi hakkıyla yapamıyorum. Sonuçta burada yazarak meramımızı anlatmak durumundayız. Ve bunun kendi içinde sınırlamaları var. Ama elimden geldiğince bu haberin neden önemli bir haber olduğunu, filhakika ortada bir Aykut Kocaman effektinden bahsedilemeyeceğini tane tane anlatacağım. Sayın çemkiriklere ayrıca duyururum. Bu iş sanat tarihi ya da Güneş Dil teorisi üzerine tartışmaya benzemez. Ben kanserde immünoterapi (immünoterapi: bağışıklık sistemi üzerinden yürütülen tedavi) başlığında bir sunumu ilk olarak ta Ekim 2007’de yapmıştım. İnanmayan Ankara Üniversitesi Cerrahi Onkoloji Bilim Dalı’ndan belge alabilir. Yine ta 2010’da bu aşı üzerine çalışmayı yürüten Kübalı ekiple kişisel yazışmalarım olmuştu. Burada işkembe-i kübra’dan sallamasyon yapmıyorum. Olayı gayet yakından takip eden bir profesyonelim. İnsan bu, ama benim işim de hakikaten bu! Grand Arkitekt’in adıyla başlıyoruz. Tanımlamalarla gireceğiz (lütfen tanımlamalara bilhassa dikkat edin; okunulabilirliği arttırmak için arada makul sense of humour var diye bıcımayın; makaleyi incelerken lazım olacaklar). Sonra bu habere konu olan asıl yazıyı irdeleyeceğiz. Haydi! KÜBA             : Resmi adı Republica de Cuba olan, Karaipler’in kuzeyindeki büyük bir ada ve civarındaki bazı adacıklar üzerinde hükümran bir devlettir. Resmi dili İspanyolca’dır. 1959’da Küba’da devrim olmuştur ve 1965’ten beri Küba Komünist Partisi yönetimdedir. Şeker kamışı ve tütün üretiminde aşmış bir ülkedir. Yani rom ve puro deyince Küba’nın akla gelmesinde şaşılacak birşey yok. Ve hayır, melez kızlar uyluklarının iç kısmında sarmıyorlar o puroları! Küba, Sovyetler sağ iken Soğuk Savaş’ın önemli bir bileşeni olmuştur. Amerikan ambargosu hala devam etmektedir. Meksika Körfezi’nin bitişiğinde olan bir ülkeden bahsediyoruz. Florida’ya bağlı Key West’e sadece 145km uzaktadır. Küba’nın öngörülü yöneticileri Sovyetler’den bir cacık olmayacağını, Angola’da gerilla savaşına destek vermenin mala-davara faydası bulunmadığını ve Amerikan ambargosunun da memleketi inim inim inleteceğini vaktinde sezmiş ve makul her idareci gibi insana yatırım yapmaya karar vermişlerdir. Bu nedenle, ta 70’lerin sonundan başlayarak bu harbi yalnız ama güzel ülkede moleküler bioloji, genetik, aşı ve ilaç teknolojisi gibi bizim ülkemizin insanları açısından sadece tüketicisi olunabilecek, üzerine akıl-fikir yoran vatan evladına da “la oolum, ne işin var böyle antin kuntin şeylerle; aç maynaneyi, bak canlı paraya” diye ünlenecek başlıklarda gayet sağlam temeller atılmıştır. Unutulmamalıdır ki, ağaçlar önce fide olarak dikilir; sonra sulanır; gerekirse budanır; daha da gerekirse aşılanır ve en sonunda da meyve verir!Armut biş, ağzıma düş sadece Türk dilinde olan bir deyiştir. KANSER        : Resmi adı kanserdir. Aslında tek bir hastalık olmayıp bir hastalıklar grubudur. Temelde bütün kanserlerde mutlaka olması beklenen özelliklerkontrolsüz hücre bölünmesi, lokal invazyon (tümörün büyüyüp çevre dokuya yayılması) ya da metastaz (tümörün uzak organa ya da dokuya sıçraması) yapabilme potansiyelidir. Bu 3 özellik dışında kanserlerin köken aldıkları dokulara, maruz kalınan kanserojenlere ve kişilerin genetik özelliklerine göre çok farklı seyirleri vardır. Kanserli hücre sizin öz malınızdır. Hergün milyonlarca hücre aslında kansere neden olabilecek mutasyonlar ya da DNA hasarları geçirmekte, fakat bu hasarların ya da mutasyonların çoğu zaten hücrenin yaşamıyla da bağdaşmadığı için ölüp gitmektedir. Yine bağışıklık hücreleriniz de normal koşullarda içinizde paralel bir yapılanmanın olmasına müsaade etmemekte; gördükleri anormal hücreleri enselemektedir. Neden? Çünkü biolojik sistemler CUMHURİYET’tir. Biolojide DEMOKRASİ işlemez (işlerse başkan her zaman anüs olur ki kılı meşhurdur). Cumhuriyet kanunları nasıl bir gecede inmemiş ve çok acılı tarihi süreçlerin deneme-yanılmaları sonrasında zor bela yerleştirilebilmişse, Biolojik Sistemler ve Homeostazis de Evrim’in gayet meşakkatli yollarında ancak gelişebilmiştir. Canlı, eğer bağışıklık sistemi kendisini savunması için yapması gerekenleri yapmayıp paralel yapılanmalara göz yumarsa KANSER olur. Ondan sonra? E cızlamı çeker! Ne demişler? Kullu nefsin zaikatul mevt - summe ileyna turceun! Doğru, her nefis ölümü tadacaktır. Ama kanun ihlalleriyle keriz gibi paralele göz yumarsan sonra da anca “kandırıldık” diye vaveyla edersin. Nafile canım! O saatten sonra morfini basıverirler ki fazla acı çekmeyesin. AŞI                 : Resmi adı aşıdır. Bizde neden resmi adın bu olduğunu Tülay Hoca’ya sormak gerekir. Bence çeliklemek daha şık olurdu. Batı dillerinde yaygın olarak kullanılan vaccination mefhumu aslında ineğin memesinde çıkan ve Çiçek Hastalığı’na benzeyen bir durum nedeniyle o adı almıştır. Prensip olarak bir hastalığa neden olan etkenin ya da mikrobun sizin bağışıklık sisteminiz tarafından tanınması ve geliştirilecek bağışıklık yanıtı ile hastalık başlamadan (profilaktik) ya da maruziyet olmuşsa bile durum ilerlemeden (terapötik) bastırılması hedeflenir (bkz: yılanın başını küçükken ezmek – buradan çağrışım serbestliğini size bırakıyorum). Bu hedefin tutturulabilmesi için ilk evvela bu etkenlerin ya da mikropların antijenik özelliklerinden faydalanılır. Antijen nedir? Resmi adı antijendir. İngilizcesi antigen’dir. Türlü, çeşitli moleküllerdir. Esas numaraları antikor yanıtı uyandırabilmeleridir. E peki Antikor nedir? Resmi adı antikordur. İngilizcesi antibody’dir. Antijene gidip bağlanır (yapışır deyin isterseniz). Alın size bir karmaşa! Aslında karmaşa çok yok. Biraz zorlayarak da olsa bir benzetmeyle bunu açıklayabilirim. Basitleştirmeler bana ait! Hücrelerin yüzeylerinde, virus kapsüllerinde (duvarlarında) ya da biolojik moleküllerin belirli çıkıntılarında kilit gibi yapıların olduğunu düşünün. Her biri farklı kilitler! Mekanizmaları, şekilleri, büyüklükleri… İşte bunlar antijen olsun. Yüzer gezer (hümoral derler buna gavurlar ki sense of humour ile alakalıdır) de anahtarlar var sistemde. İşte bazı anahtarlar tam da belli kilitler için yapılmış! Peki ne oluyor bu anahtar ile kilit karşılaşınca (buradan erkek – dişi mekanizmasına girmeyeceğim)? Anahtar kilitle birleşiyor. Tatatatam! Ve bir kapı açılıyor! Ya da tam tersi! Bir kapı kapanıyor! Fonda Richard Strauss’un Also sprach Zarathustra’sının uvertürü! Yani? O antijen-antikor eşleşmesi ile Antijen tamamen bloke olup inaktive oluyor. Hareketsiz kalıyor gibi düşünün. Ya da bu eşleşme öyle bazı başka süreçleri tetikliyor ki mikrobun duvarı parçalanıyor (komplemana, natural killer’lara girmiyorum). Ya da hücre ya da virus büyümesi / bölünmesi için kritik bir aşamada kilitleniyor. Sonuç? Aşılama neticesinde gelişen bağışıklık yanıtıyla Mikrobun / hücrenin duvarı - kapsülü yıkılarak mikrop / hücre öldürülüyor ya da Mikrobun / hücrenin ürettiği bir toksin - madde etkisiz hale getiriliyor ya da Mikrobun / hücrenin büyümesi - bölünmesi engelleniyor (kısmen) ya da Mikrobun / hücrenin bir yere göç edip yerleşmesinin önüne geçiliyor Burada profesyonel açıdan ayrıntı çoktur. Ben süreci kabaca aktarmaya çalıştım. Basitleştirmelerde bazı hatalar ve eksikler olur. Ama tüm topluma birşeyler aktarma çabasında iseniz bu hatalar ve eksikler önemsizdir. Yoksa profesyonel arkadaşlarla ya da talep gelirse, öğrenmeye talip okurlarla hardcore detaya da gireriz. Şimdi esas makaleyi ele almadan önce son soru: Kansere karşı normal insanın anladığı anlamda aşı var mıdır? El cevab: Vardır. Karaciğerin primer tümörü olan hepatomanın gelişiminde rolü net olarak gösterilmiş Hepatit B Virüsü’ne karşı yapılan aşılama sizi sadece hepatitten değil, hepatit zemininde gelişebilecek bir hepatomadan da korur. Jinekolojik maligniteler arasında kallavi bir grubu oluşturan serviks (halk arasında rahim ağzı) kanserlerinin bir kısmı Human Papilloma Virüs’ün belirli suşlarına karşı yapılan aşılama ile teorik olarak önlenebilir. Bu biraz aşırı uzmanlık gerektiren tartışmadır. Ama değerli hocamız Prof. Dr. Mehmet Harma’nın da görüşleriyle / yorumlarıyla katkısını (kendisi gerekli görürse) bekleriz. Eveeet, gelelim bu yazıyı yazmamıza vesile olan çalışmaya! Aşağıda bir link veriyorum. John Dennis biraz küsecek ama yapacak birşey yok. http://clincancerres.aacrjournals.org/content/22/15/3782.long İngilizce okuyabilen ve tıbbi yayın takip edebilen arkadaşlarla ve kardeşlerle kendi anladıkları üzerinden ayrıca yorumlarda görüşürüz. Ama ben yine ufak bir iki detayı açıklayıp özetin özetini geçeceğim ve sonra nihai tartışmayı açacağım. Bu makale Epidermal Growth Factor denilen bir moleküle karşı antikor yanıtı geliştirmek üzere üretilmiş bir aşının Evre III B ve Evre 4 non-small-cell akciğer kanseri vakalarındaki güvenilirliğini ve sağkalım üzerindeki etkinliğini sınamak için tasarlanmış bir Faz III çalışmaya ait bulguları sunuyor. Epidermal Growth Factor ne? Mehmet Harma Hoca kızabilir ama self-citation yapacağım. http://www.insanbu.com/eski/a_haberf396.html?nosu=1939 Yaaa, gördünüz mü? Aynı molekülü biz bu sitede daha önce tartışmıştık! Siz daha İnsanBu’yu beğenmeyin. Bana da kuduz manyak diye çemkirin. Bu bir büyüme faktörü. Belirli hücrelerin büyümesinde ve bölünmeye hazırlanma aşamasında (proliferasyon desem anlaşılmayacak) etkili olan bir molekül. Dünya üzerindeki en büyük üreticisi neresi peki? BİNGO! Küba! Bir daha yaaa! Demek ki neymiş? Bakarsan bağ olurmuş. Kübalı araştırmacılar halihazırda üretim teknolojisinde ekspertiz sağladıkları bir molekülün başka ne gibi kullanım alanları olabileceğini araştırmışlar. İyi de yapmışlar. Yapmışlar da bu aşıyı da geliştirebilmişler. Peki büyüme faktörünün kanserle ne ilişkisi var? Yukarıda demiştik ya, kanser aslında neydi? Kontrolsüz hücre bölünmesi! İşte bunu bilen makul araştırmacılar hiç de kendilerine vahiy falan gelmeden, ta 1980’lerden itibaren büyüme faktörlerinin kanserin oluşmasında ve ilerlemesinde rolü olabileceğini öngörmüşler. Tedavi stratejilerinde bunları hedefleyen protokoller geliştirmeye uğraşan bir sürü grup olmuş. Bazıları aşı formunda, bazıları monoklonal antikor, bazıları da doğrudan ilaç olarak kullanılabilecek birsürü madde denenmiş ve bazıları zaten aktif olarak PAZARa sürülmüş vaziyette. Küba ne yapmış? Epidermal Growth Factor’ü antijen olarak almış ve bu antijene karşı antikor yanıtı oluşturmak için aşı geliştirmiş. Sonra? Akciğer kanserlerinin belirli bir alt tipi olan küçük hücreli akciğer kanseri hariç (non-small-cell o demek oluyor işte) diğer vakalarda bu antikor yanıtının ortalama sağkalımı uzatabileceğini hipotetize eden çalışmacılarına bunu sınamaları için ortam hazırlamış. Faz III ne öyleyse? Onu da bir zahmet sitemizin müstafi yazarlarından Prof. Dr. Ali Yağız Üresin’in Yağız Üresin’in Kerrakesi adlı blogspot ortamında yayınladığı yazılarına bakarak çözünüz (çoğu İnsanBu’da daha evvelden çıkmıştı – kavga gürültü neticesinde boşanma gerçekleşti; o yüzden Eski İnsanBu’da da yoklar). Her şeyi devletten beklememek gerek! Geliyoruz çalışmanın sonucuna. Geldik. Hasıl-ı kelam, bu araştırmacılar ne bulmuşlar? Aşının planlanan doz şemasını bazal olarak tamamlayabilmiş hastalarda ortalama sağkalım 12 ay 13 gün çıkmışken kontrol grubunda (yani hiç aşı dozu almamış ama standart tedavi ve destek tedavisini aşı grubundaki hastalarla aynı şekilde almış hastalarda) bu süre 9 ay 13 gün olarak kaydedilmiş. CIMAvax-EGF efficacy alt başlığında ikinci paragrafın ikinci cümlesine bakın. The median survival in the vaccine arm (patients completing four vaccine doses) was 12.43 months (95% CI, 10.42–14.45) versus 9.43 months (95% CI, 7.53–11.33) in the control arm (patients surviving for at least 6 weeks). Yukarıdakinin orijinali de bu işte. Yani? Fark istatistiki açıdan anlamlı. Nokta! Evet, bu aşamadan sonra metodolojik eleştirileri ve bilimsel tartışmayı profesyoneller olarak biz kendi aramızda ayrıca yaparız; umuyorum ki yapacağız da. Mamafih, bu noktada sizlere şunları sormak isterim (sana soruyorum ey normal insan): Mucize diye birşey var mıdır? Bu çalışmadaki sunulan verilerin ve bulguların komünist olmakla ne gibi bir alakası vardır? Metodolojinin komünistlere ya da kapitalistlere göre farklı türleri oluyor mu? Yoksa aradaki fark yalnızca, nihai olarak elde edilen bir bilginin ya da ürünün pazarlanma stratejisi midir? Siz yukarıdaki bilgiler ışığında Küba’da geliştirilen bu aşının (ilacın demek teknik olarak daha doğru) kansere gerçekten deva olduğuna iman edebildiniz mi? Sağkalımda ortalama 3 aylık uzama olması tedavi mi demektir? Mucizeler varsa bile mucize bunun neresinde? Romu, puroyu ve melez kızlarla ve antika arabalarla dolu müthiş tatilleri size bedavaya vermeyen Küba’nın Hilal-i Ahmer namına bu ilacı bedava verebileceğini düşünebilecek kadar naif misiniz? Heberprot’un kaç para olduğunu daha önceki yazıma yaptığım referansta okudunuz mu? Bu anlatılanlar sonrasında Küba’ya yine de gıpta etmemiz gerektiği ve fakat çok ama çok çalışmadan, deneyimleri sebatla kuşaktan kuşağa geçirmeden hiçbir şeyin elde edilemediği gerçeklerini anlayamayan kaç kişi var? Parmak kaldırsınlar lütfen! Ellerine cetvelin dikiyle vurucam çünkü. Madem Küba Komünizm’in kalesi, gerçek toplumcu (sosyalistin insanbu’cası) tıp mantığı gereği, gayet sofistike teknolojilerle uğraşacağına yetişkin nüfusundaki korkunç tütün mamulü kullanım oranlarını düşürmeyi hedeflemesi daha akıllıca olmaz mıydı? Akciğer kanserlerinin en önemli nedeni sigara içmekken ve bu önlenebilir bir durumken Küba’da bu işin hakkıyla yapıldığını sanıyor musunuz? O kadar mı safsınız? Ki kendisinden pek hazzetmesem de Küçükusta bu asisti şak diye doksana takmıştır (solculardan evvel hem de)! Slogan solculuğundan vazgeçmeyi düşünür müsünüz? Bu soru da çok aptalca oldu. Kendine gel a.y.a.! Başka türlü nasıl tatmin edecekler aidiyet açlıklarını?! İşte, yine bir yazımızın daha sonuna geldik. Kafanızı şişirmemeye, kollateral enformasyon bombardımanıyla dikkatinizi dağıtmamaya azami özen gösterdim. Bu işi gerçekten babamın hayrına yapıyorum. İyi adamdır kendisi. Bize öğrettiği en önemli düstur insanın işini mümkün olduğunca dürüstçe ve çıkar beklentisi olmadan yapmasıdır. Yani, bu yazıyı yazarak maddi herhangi bir çıkarım olamıyor. Ayrıca böyle bir yazı yazmak benim gibi ortalama entelektüel becerilere sahip bir adamın en az 1 gününü alıyor. Yine yani? İnsanların dezenformasyona maruz kalmaması için ben de kıymetli (sizinki ne kadar kıymetliyse benimki de o kadar) zamanımdan ve enerjimden harcıyorum! O yüzden lütfen bu yazıya bari bana olan kişisel garezlerinizden ya da standart çemkirikliklerinizden arınarak girişin. Karşıt görüş sunun, yorum yapın tabii, ki bu yazının yazılmasındaki esas niyete erilebilsin. Akciğer kanserinden korunmak isteniyorsa da lütfen SİGARA İÇİLMESİN! Dileyelim öyle olsun! Amin! P.S. 1: Sevgili Sonja, geçen gün (doğumgünümden bir önceki gün yani) Conn’la sohbet ederken büyükbüyükbabası öldüğü için artık onunla tavla oynayamadığını söyledi. İnsanların ölmesinin normal olduğunu düşünüyormuş. Ama belki de bir panzehir bulunabilir dedi. Şevkini takdir ettim. Gerçekçi ol, imkansızı iste sloganının cisim bulmuş hali adeta! P.S. 2: Başlıktaki Fantastic 4 ne alaka mı? Bir çeşit dingilsavar. Kasten oraya koydum. Hiçbir alakası yok tabii. 4 başlık bile yok ortada. Ama nasıl olsa içeriği okumadan, okuduğunu sansa bile anlamadan bok atacak o kadar çok denyo/dingil var ki… P.S. 3: https://www.youtube.com/watch?v=VBFAqhMSBw0 --- Hey Douglas’ın yeni yumurtasıyla loop’a girip yazdım ha bu yazıyı. Siz de deneyin. Vallahi süper! Türk müziği yeni dönemde bu olmalı. Füzyonun dibi. Yaratıcılık da 11 numara. Hadi herkese çüüüs İmza: Arif Yavuz Aksoy (titrsiz)  Kaynak: insanbu.com

Diğer Haberler