Genel Haberler

Saklı Filmi üzerine bir sohbet

post-img
ilmin yaratım süreci nasıl gelişti? Bir olaydan mı etkilendiniz, yoksa yaptığınız gözlemler sizi bu senaryoyu yazmaya mı itti? Selim Evci: “Saklı”yı  2010’un sonu gibi yazmaya başladım. Bazen sosyal medyada gördüğün bir  haber, bazen tanık olduğun bir olay etkili oluyor. Aslında sadece çevrene bakman yeterli. Tabii yaptığım bu gözlemleri de senaryonun omurgasını belirledikten sonra gerçek bir üslupla birleştirmeye çalışıyorum. Filmin konusundan biraz bahsedebilir misiniz? Türkü Turan: Film, çok tutucu bir baba olan Ali Bey, onun kızı Duru ve Duru’nun, en yakın arkadaşının babasıyla yaşadığı aşk ilişkisini anlatıyor. Aslında film, bir olay üzerinden insanların gizlediği, saklı kalmış duyguları, ikiyüzlü ahlâk problemini ve benzeri şeyleri anlatıyor. S.E.: İnsana dair bir film. İnsan, içinde hem iyi hem de kötü duyguları barındıran bir varlık. Dolayısıyla ben bir karakteri oluştururken onu anlamaya çalışıyorum. Bir tarafını yerme ya da doğrulama peşinde değilim. Filmin genel yapısında da bu var. Kısaca hayatın içinden, insana dair bir film demek en doğrusu. Türkü Hanım, karaktere nasıl çalıştınız? Aslında içten içe bildiğimiz, tanıdığımız ama filmin isminden de yola çıkarsak ortada “Saklı” bir karakter söz konusu. T.T.: Türk toplumunda çok olan bir aile profili. (Selim Evci lafa girer.) S.E.: Aslında her toplumda olan bir şey. Bu iş sadece Türkiye’de olmuyor. Fransa’da, Japonya’da, yani insanın olduğu her yerde benzer şeyler var. Bizde sadece, geleneklerimiz ve kültürümüz içinde yaşanış biçimi, dozları farklı oluyor. T.T.: Bizde, kadının üzerindeki baskı dünyanın çoğu ülkesinden fazla olduğu için kadınlar, bu baskıyı yaşarken yanlışlar yapıyor. Bir insan, bir konuda çok fazla baskıya maruz kalırsa, o konuda inadına bir şeyler yapabilir. Filmdeki Duru karakteri, babasından sevgi görüyor, ama yanlış türde bir sevgi görüyor. Bu yüzden kendisini baskı altında hissediyor. Dolayısıyla Mahir Bey’le yaşadığı şey bir aşk da olabilir, bir baba arayışı da olabilir, baskı altında olduğu için inadına yapıyor da olabilir. Çünkü çok genç bir kız Duru. Birazcık karışık duygular içinde bir karakter. S.E.: Şunu da ekleyebiliriz; baskı arttıkça saklı alanlar artıyor. İnsanlar, yapmak istediklerini yine yapıyorlar. Sadece bu yapılanlar saklanıyor ve yapılanlara kılıflar bulunuyor. T.T.: Çünkü insanın doğasında, ne pahasına olursa olsun kafasına koyduğunu yapmak var. Son dönemde hepimizin kanını donduran “Karaman Olayı”na, baskı altında yetişen bir kesimin bir noktadan sonra bu baskıyı çok çirkin bir şekilde açığa çıkarması diyebilir miyiz? T.T.: Aslında sadece ‘o kesim’, ‘bu kesim’ diye ayırmamak lazım. Her kesimin “Bu tür bir şeyi kesinlikle yapmam” dediği, ama gizli gizli yaptığı bir sürü olay var. Bu tür şeyler, her türlü zümrede olan şeyler aslında. Sadece bir zümre, neyi çok bastırıyorsa her zaman oradan problem çıkıyor. Mesela bir insan ahlâktan çok fazla bahsediyorsa, diğer insanların ahlâkını çok sorguluyorsa bilin ki ahlâksızca bir şey yapıyordur. Ben her zaman öyle düşünürüm. Bir insan diğerlerini ne kadar eleştiriyorsa o eleştirdiği şeyler kendisinde vardır. Çünkü biz insanız ve hepimiz, doğurmaktan öldürmeye tüm güdülere sahibiz. Bunları sadece bastırmaya çalışabiliriz. Hepimizde aynı güdüler var. İnsandan insana çok da bir şey değişmiyor. S.E.: Filmde herhangi bir kesime eleştiri yok. Kesimden, zümrelerden çok, insana bakıyoruz, öyle de yapmak lazım. Tabii bu filmin içinden herkes alacağını alır. Herkes kendi mesajını çıkarır. Bizim işimiz biraz soru sordurmak aslında. Bir şeyi doğrulamak ya da “Şu yanlıştır” diye yaftalamak, benim işim değilmiş gibi geliyor bana. Film çok az sinema salonunda yer buldu. Bazı filmler sinematografik olarak çok fazla bir şey ifade etmemesine rağmen popüler kültüre hitap ettiği için 300’ün üstünde salonda gösterilirken, sinematografik ögelere önem veren sizin filminiz ve benzeri filmler daha az salonda gösteriliyor. Sizce bunun nedeni ne? S.E.: Bu ticari bir seçenek. Bir film 300 kopyayla giriyorsa “Siz bu filmi neden bu kadar kopyayla piyasaya sürüyorsunuz?” denmez. T.T: Bir de ülkede daha fazla ne izleniyorsa, o daha çok kopya giriyor. Bu, ülke insanının profiliyle ilgili. S.E.: Bazı devletlerin uyguladığı bir takım kültür politikaları var. Örneğin, Bakanlık tarafından desteklenen filmlere, vergi indirimi ya da başka bir teşvik gibi bir şeyler yapılsa bu tür filmler daha fazla insana ulaşır. Bir de ülkede yanlış olan şu; her alanda bir kutuplaşma var. Bu Art-House film, bu Başka Sinema, bu vizyon filmi gibi ayrımlar seyircinin aklını karıştırıyor. Sinemaya, sinema gibi bakıp kutuplardan çıkarmalıyız. Sadece derin Art- House ya da aşırı komediye yaslanan filmler yok. Bunların arasında da filmler var. T.T.: Bizim filmimiz “Saklı” da tam bu arada olan bir film; hem herkesin izleyebileceği hem de sanatsal değeri olan. Selim’in de dediği gibi her şeyi etiketlendirmeyi bırakmalıyız. Film ya iyidir ya kötü. Diğer ayrımların olmaması gerekliliğine ben de katılıyorum. Ancak bu ayrımı biz yapmasak da yapılıyor. Peki, insanlarımız neden “Sanat Filmi” dendiğinde ondan uzak duruyor ve korkuyor? T.T: Bizim sanat filmi dediğimiz filmlerin çoğu, herkes tarafından anlaşılması biraz zor filmler. Benim de içinde bulunduğum sanat filmleri var ve o filmlerle çok gurur duyuyorum. Ancak bu filmlere annemi götürdüğümde, annem tam olarak anlamıyor. Dolayısıyla seyirci de annem gibi anlamam diye korkmaya başlıyor. Bir yandan da sanırım herkes tarafından anlaşılabilecek basitlikte, o akıcılıkta yapılan, estetik kaygılarla ya da bir mesele anlatmak için yapılan filmlerin, herkes tarafından anlaşılabilir bir dille yazılmaya başlanması, buna dikkat edilmesi ve böyle filmlerin de çoğalması gerekiyor. “Saklı” filmi için insana dair dedik. İzleyiciler filmden çıktıkları zaman kendilerinde saklı kalmış duygulara göz atacaklar mı? Kendilerini sorgulayacaklar mı? S.E.: Temel mesele; riyakarlık. Herkesin yaptığı şeyleri yargılaması, bunu oluşturan toplum iklimi. Filmde bu tür olayların ekseninde dolaşıyoruz. Sanırım izleyici de bu eksen dolaşacak ve kendisini az ya da çok sorgulayacak. T.T.: Ana mesele olarak; insanın kendi yaptıklarını düşünmeden başkalarını yargılaması var. Biz, kızdığımız şeyleri yapabiliriz ya da yaptık. Bir gün gerçekten öyle bir duruma düşeriz ki en kızdığımız şeyleri yaparız. Bunları hesaplayarak insanları yermemiz, eleştirmemiz gerekiyor. İkiyüzlülük dediğimiz de bu zaten. İnsanlar filmden bunu alarak çıkarsa kendi adıma mutlu olurum.

Diğer Haberler