Çağdaş insan toplum ve devlet değerlerine yönelik saldırıları izledikçe, bunlar kim yahu, nerden geldiler, bu toplumun insanları değil mi diye sorası geliyor.
Bir de demezler mi ki millet adına hareket ediyoruz, millet böyle istiyor, insan iyice şaşırıyor. Bunların milleti ne?. Herkes kendi kimliğini söylerken bir kesim ısrarla milletimiz diyor. Kendilerini milletin temsilcisi zannediyorlar. Ya oy vermeyenler onlar millet değil mi?
Bir toplum ne zaman çürür, adaleti solduğu zaman.
Adalet nereden solar? Pek çok yerden! Lakin adaletin bir de kurumu vardır, adına yargı denir, öncelikle ve özellikle oradan solar. Adaletin tecelli ettiği ve tevdi edildiği yerdir yargı. Adalet, yargının varlık nedenidir. Halk arasında, bu ikisi çoğu zaman eşanlamda kullanılır. Nitekim mahkemelerin bulunduğu binalar da, adalet sarayı olarak adlandırılır.
Adalet, yüce bir değer; adillik de, kutsal bir haslettir. Türkiye'de hâkimleri hak adalet merkezinde oturan insan olarak niteleyen anlayış, bunun apaçık göstergesidir.
Yargı'nın bu mertebeye layık görülmesi, tarafsızlığına duyulan inanca dayanır. Bu nedenle, tarafsızlık, yargının bir özelliği değil, adeta özüdür. Tarafsızlığını kaybetmiş bir makam, yargı olarak nitelenemez.
Yargı eleştirmeni Kurt Tucholsky, mahkemenin açıkça taraflı davrandığı bir yargılama üzerine, der ki: Bu, kötü bir yargı değil. Bu, eksik bir yargı da değil. Bu, kesinlikle yargı değil.
Yargı bağımsız olmalıdır elbette. Ancak bağımsızlık kendi başına bir amaç değil, tarafsızlığı sağlamak için bir araçtır. Bağımsız olmayan yargının tarafsızlığı her zaman şüphe altındadır.
Bağımsızlık, tarafsızlığı kendiliğinden sağlamaz, tek başına garanti etmez. Şu halde, tarafsızlığı daha iyi tartışabilmek için, önce bağımsızlık sorununu çözmek lazımdır.
Türkiye'de yargı uzun süredir tartışmaların odağında yer alıyor. Bunun hayırlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Her şeyden evvel bir tabu kırılıyor. Bunun sonucunda, yargıya dair pek çok sorun gündeme taşınıyor; bunların bir kısmını çözmek için adımlar atılıyor.
Bağımsızlık açısından sivil yargıda büyük sıkıntılar olduğu, kimsenin meçhulü değil. Bu yönde evrensel demokratik normlara uygun düzenlemeler yapma mecburiyeti her geçen gün kendini biraz daha dayatıyor.
Yargı tabusunun henüz yeterince tartışılmayan, hatta görmezden gelinen bir boyutu vardır, o da tarafsızlıktır. Yargı içtihatlarında uzun bir geçmişi olan çelişkili kararlar, aynı hevesle sorgulanmıyor.
Yargı'da çelişkili zihniyetin yaygınlığını ve yerleşikliğini gösteren çok sayıda örnek var.
Kamuoyunda bilinen davaların seyriyle o kadar çok kişi ve çevre ilgileniyor ki! Hemen herkes hukukçu kesilmiş durumda.
Görevli memura sen kim oluyorsun demeyi bile sövme sayan; ulan, terbiyesiz, adam olmamışsın sözlerini hakaret kabul eden Yargıtay hedef tahtasında. Tabii mahkemelerin ve Yargıtay'ın hangi ifadeleri düşünce özgürlüğü kapsamında gördüğü hangisini görmediği da ayrı bir sorundur.
İşin acı tarafı, yargının bu tutumunun genel bir kabul görmesi ve bu tür kararların mağduru olanlara, bunu hak etmişler gibi muamele yapılmasıdır. Hukuk devleti ve adil yargıdan söz eden herkes için, en hakiki içten sınavının burada yattığına inanıyorum.
Yargının itibarına yönelik en ciddi tehdit, yine bizzat yargının kendisinden gelebilir. Italo Calvino, Bir Yargıcın İdamı adlı öyküsünde; üzerine söz söylemeyi hepten gereksiz kılacak çarpıcılıkta anlatır bu durumu.
Adalet, yargı bağımsızlığı ve demokrasi konularında farklı görüşler var.
Halkın yargıya düşmanlığı önemlidir. Halkın yargıya güvensizliği daha da önemlidir. Eğer güvensizlik doğarsa, işte asıl felaket o zaman başlamıştır.
GüNüN SöZü: Adalet solduğu zaman toplum çürür, devlet çözülür.