Türkiye sancılı, Ortadoğu sancılı, Dünya sancılı! Peki ama neden?
İnsanlık, inanca bağlı iktidarı; bütün ortaçağ boyunca yaşadı.
İktidar; din adamlarıyla ittifak eden toprak sahiplerinin elindeydi.
Köleliğe mahkûm edilen köylüler için yöneticiye itaat, Tanrı’ya itaat etmenin önkoşuluydu.
Avrupa feodalitesindeki toprak sahipliği, krala ya da imparatora kadar giden bir asilzadelik hiyerarşisi ile belirlenirken, Osmanlı’da mülk, sultana sadakat gösterenlerin elindeydi.
Gerek Hıristiyan Avrupa’da gerek Müslüman Osmanlı’da, gerek Budist Hindistan ve Çin’de iktidarın halka benimsetilmesinin ana yöntemi din, mezhep, yani inançtı.
Din, inanç işin içine girince, din adamları, ruhban sınıfı da iktidara ortak oluyordu.
İktidardaki din adamı-toprak ağası ilişkisi çok karmaşık bir nitelikteydi. Avrupa’da kralları, imparatorları aforoz edip yalın ayak huzuruna getirten papalar, papaları dinlemeyip kendi kiliselerini kuran krallar da oldu. Osmanlı’da da kimi zaman padişahlar şeyhülislamı idam ettirmiş, kimi zaman da şeyhülislamların padişahı tahttan indirmiştir.
İslam dünyasının demokrasiye geçişindeki yapısal engeller doğru bilinmelidir.
Çağdaş demokrasilerle Ortadoğu demokrasisinin farkı; para ve iktidar ilişkisi farkıdır.
Batı’da iktidar parayla satın alınır.
Ortadoğu’da iktidar para kazanmak için kullanılır.
Demokrasinin temel sorunu; iktidar yoluyla zenginleşme, yeni zengin yaratma, adam kayırma ve yolsuzluk yapmanın meşru kabul edilmesidir.
Modernleşme ve küreselleşme süreçlerinin etkileri; demokratikleşme sorunlarının çözümüne yardımcı olamamaktadır. Kimi zaman tam tersine sonuçlar verir.
Egemenlik kurma gücü; yeni metotlarla büyük ölçüde artmıştır.
Otoriter yönetim felsefesi; otoriter ideolojilerle güçlendirilmiş ve keskinleştirilmiştir.
Otoriter ideolojiler; bir yandan liderlerin ve yöneticilerin yaptıklarına meşruiyet kazandırırken, öte yandan halkı fanatize eder.
Çıkarcı ideoloji; ben ve öteki ayrıştırması ile kural tanımazlığı esas alır.
Gözlemler ve saptamaları herkes yapar. Ama bunları, ne derece doğru, ne ölçüde tutarlı görür, ne kapsamda benimser?
Karşılaşılan sorunların temelinde inancın; ne kadar etkili olduğu anlaşılmalıdır.
İnsanlar sıkışınca; işi, alay etme, ciddiye almama ile sulandırma yolunu seçerler.
Bir yanda sahip olunan inanç, düşünceye atfettiğimiz kutsal değerler, öte yanda mülkiyet hırsı, çevre ile yarış, sahiplenme dürtüsü, cinsel güdüler ile şekillenen yaşam!
Tarih buyunca her insan her toplum değişim ve dönüşüm sancılarını her zaman çekmiştir. Eğitim, sağlık, güvenlik, beslenme, açlık, sefalet ve çevre sorunları, terör, ideolojik ve çıkar amaçlı savaşlar, sömürüye bağlı geri kalmışlık ve haksızlıklar bu sancıların sonucudur.
Belli kimliklerin sosyal bir olgu olarak ayrıştırıcı özelliklerini değil, bunların tanımlayıcı ve gerçekliklerin birleştirici özelliğini esas alarak bu sorunlar çözülebilir. Bu sorunların şiddete, baskıya, kalıcı kin ve nefrete dönüşmesi birlikte engellenebilir.
Siyasetçiler, aydınlar, akademisyenler, gazeteciler; çıkarcı siyasetin gerilimlerine alet olmayı reddederek sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, dini sorunların çözümüne katkı sağlamalıdır.
Aydınlanmaya kapalı çıkarcı kişiye, ne söylersen tesir edemezsin.
Dogmatik inanç ve düşünce ve yaşam bakışı ile biat algısı ile sorgulamayan, aydınlanamayan, insan olduğunun farkına vardırılmayan cahilleştirilen insanlar aydınlatılmalıdırlar.
Günün Sözü: Kindar insan, insan olma yüceliğine erememiş varlıktır.