Sene 1954. Kim bilir kaç kez kontrol ettiği posta kutusuna bir kez daha bakmaya gider, gelmiştir belki mektubu diye. Mektup bekler Bismil’de bir Arif. Ahmed Arif. Hasretinden prangalar eskittiği, yalnızlığında mavi ve yeşil açan, başı pınar ayakları göl olsun istediği, adına Leylim dediği Leyla’sından.
İletişimin saniyelerle gerçekleştiği, alıcıya bir klavye tuşu mesafede olduğumuz günümüzden bakıldığında, postacı yolu gözlemek, ha bugün ha yarın, geldi gelecek diyerek umutla mektup beklemek meşakkatli iş doğrusu. Fakat bir zarfla karşılaşmanın, ertelendikçe büyüyen, içine hasret de girince katmerleşen sevincini ‘’yeni bir mesajınız var’’ cümlesiyle yaşamak da bence mümkün değil.
O zamanlarda, 1954-1959 yılları arasında Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e yazılmış 60’dan fazla mektubun yer aldığı ‘’leylim leylim’’ isimli kitap, bu hafta sonu okuyucuyla buluştu. Bir mektubunda ‘’Ah bu rezil dünya seni tanısa, seni öğrense, seni anlasa’’ dediği Leyla Erbil’i ve ona duyduğu büyük aşkı, artık her ikisi de hayatta değilken öğrendi, anladı dünya.
Kitabın editörü Ruken Kızıler’den öğreniyoruz: Leyla Erbil pembe bir dosyada çalışma masasında muhafaza ettiği mektupların ölümünden sonra yayınlanmasını istiyor. Doğabilecek dedikodular ve Arif’in ailesinin yaklaşımını önemsiyor. Son kitabı ‘’Tuhaf Bir Erkek’’i bitirmeye yakın fikrini değiştiriyor fakat üç ay önce kaybettiğimiz Leyla Erbil kitabı göremeden aramızdan ayrılıyor.
Leyla Erbil’in yazdığı mektuplar bulunamıyor, fakat editörüne ‘’benim tarafımda yalnızca dostluk vardı, aşk yoktu’’ diyor. Ahmet Arif’in bu aşkta yalnız olduğu, karşı taraftan ‘’dostluk’’ vurgusunun yapıldığı özellikle ilerleyen mektuplarda anlaşılıyor. Diyarbakır’dan postalanan bir tanesinde şöyle yazıyor; ‘’Ankara’ya yazdım, eline geçmedi anlaşılan. Yahut muhteşem balayında beni hatırlayabilmeye fırsat bulamadın. Değil evlilik, insan düşüncesinin ulaşabildiği bütün kavramların üstünde, biz hep birbirimizi görecek, duyacağız. Dostluğumuzun uzun ömürlü- hiç olmazsa biz dünyamızı bırakıp gidinceye- oluşu bundan…
Ahmed Arif’in yaşadığı coğrafyayı, dağlarını, Anadolu halklarının kardeşliğini, sevdalarını anlattığı şiirlerindeki güçlü coşkulu tarzını ve kendine özgü hayal gücünü mektuplarında da görüyoruz. Türkülerle, hikâyelerle beslediği anlatımını yöresinin diliyle zenginleştiriyor. Kurşun sıksa, geçmeyecek karanlıklarda yarına, insana dair umudunu hiç kaybetmiyor, bulunduğu ortama yabancılaştığında, yalnızlaştığında tutunduğu yer, ‘’Seni sevmek felsefedir kusursuz’’ dediği Leyla’sı oluyor.
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım
Hayın, karanlıktı gece
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni..
Kendisiyle yapılan bir röportajdan: ‘‘Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm’’
Eşitlik için yazan, eşitlik için söyleyen güzel günlere inananlara selam olsun.