Yazarlar

Namık Sözeri Mezunları Anısına

post-img
Özel Namık Sözeri Lisesi mezunları bilirler. Liseden mezun olurken adına "kiraz gecesi" denilen, artık geleneksel hale gelmiş mezuniyet törenlerimiz olurdu. Erkekler ya siyah takım elbise, beyaz gömlek ya da smokin giyerler, bayanlar da mutlaka beyaz, genelde gelinliğe benzer elbiseler giyerlerdi. Hepimizin yakasında geceyi temsilen 2 saplı kiraz takılırdı. Mutlaka çift olarak katılma zorunluluğu vardı, bayan sayısı az ise alt sınıflardan destek alınır, yine de "eşsiz" gidilmezdi. Yaklaşık 14 sene boyunca beraber büyüdüğümüz için, hepimiz kardeş gibi yetiştik. Tabi en yakın arkadaşım ,canım kardeşim Selin'le en az beşer kişiden balo daveti alıp, oldukça şımarmışlığımız da olmuştur. Aylar öncesinden provalar ve çalışmalar başlardı. Vals dersleri alırdık ve o dersler esnasında çok da güler eğlenirdik ama aslında nerdeyse 14 yıldır geceli, gündüzlü beraber olduğumuz kardeşlerimizle vedaya hazırlıkmış o dersler aslında. Nasıl denk geldiyse, hem ortaokulda hem lise de  kavalyem Levent'ti. Beni nasıl ikna etti bilmiyorum. Tüm okul hayatım boyunca, sıfırbeş uçlu kalemi sırtıma batıran, sandalyemi çeken, durmadan ninja turtleslarla oynayan (lise dahil), sürekli garip teknolojik icatlar yapan, çizgi filmleri birebir taklit eden, beni kızdırmak için her yolu deneyen ve başaran, yetmedi koridor boyu beni şemsiyeyle kovalayan, kafama silgi atan ve sürekli tepinmeme yol açan Levent iki mezuniyetimde de kavalyem oldu resmen şaka gibi :) Vals dersleri aldığımızda güya yine şaka maksatlı ben döndüğümde elimi tutması gerekirken, bırakmasını da unutmuyorum. Hatta yine gelenek olarak, tüm erkekler bayanların kapısının önüne gelir evdekilere çiçek verir ve bizi araçlarıyla alır daha sonrasında belirlenen saatlerde Karagöz'de toplanılır ve konvoy halinde balo salonuna girilirdi. Bu Levent bana ne yaptı! Evdekilere çiçeği verdi, aracımın kapısını açtı, ben o kabarık eteklerle nasıl gireceğimi şaşırdığımda beni arabaya tıktı ve kendisi direksiyona geçip aynen şu sözleri sarfetti:  "İlk defa şehir trafiğinde araç kullanıyorum, çok heyecanlıyım!" Ve konvoy gereği aynı anda kornoya basması da gerekliydi, lakin acemi sürücü Levent, hem kornoya basıp hem araba kullanamıyordu! Benim el kornoda, Levent direksiyonda panik, ben "Allah belanı vermesin Levent" diye saydırarak konvoyu kazasız belasız atlattık. Kazasız belasız derken, Leventle ben atlattık. Konvoyun en önüne, en iyi araba kullanmayı bilen arkadaşımız Erol geçsin diyerek verdiğimiz karar sonrası, babasının daha bir haftalık arabasını çarpmıştı. Ufak bir kazaydı ama o günlere göre bizim için büyüktü... O güzel hatıradan,eski bir fotoğraf paylaşmadan olmaz... Beni bulmak oldukça zor tabi şu an için :) Bu geleneksel gecede, aileler yemekten ayrıldıktan sonra, kapatılan bir mekanda eğlenmeye gidilirdi. Sonra da YıldızTepe de hep beraber güneşin doğusu seyredilirdi. Bizlerin makyajlar dağılmış, bizim çocukların papyonları artık yer değiştirmiş olurdu. Veda gecemizi bu şekilde yapardık. Yalnız Yıldız Tepe de hatırladığım ve hala güldüğüm görüntüler var tabi. Gürkan'ın arabaya eğilip "ne kumarda kazanabiliyorum, ne aşkta" sözü, Mert'in fıskiye modeli saçları ve elinde dümbelekle(!) ne alakaysa, çok profesyonel dümbelekçi gibi ritim filan atması ve dans etme çabası ve daha birçok komik ayrıntı... Bunlar sadece son mezuniyet gününden kalma anılar, neredeyse 14 yıl yaşanmışlık da var. Ailemizden çok gördüğümüz, beraber büyüdüğümüz, her şeyin ilki olan, çocukluktan başlayıp, ergenlikten, gençliğe nerdeyse hayatın en önemli bölümünü paylaşmışız. Her görüştüğüm de, her konuştuğumda hala o yıllara dönüyor, karşımda o çocukları görüyorum, herkes hala o yaşta gibi... Yeni tanıdığın kimse,o dostlara benzemiyor,hiç benzemiyor hem de... Şimdi formalarıyla okuldan çıkan ya da birlikte oturmuş sohbet eden,gülen,kavga eden, didişen her öğrenciye baktığımda aklıma o yıllar geliyor. Bir öğretmenimiz bir gün demişti ki "Bu yıllarınızı bir gün çok arayacaksınız". Hiç aramayacağız, oh derslerden kurtuluruz demiştik de, şimdi çok arıyorum... Hiç hesapsız, en masum duygu neyse oymuş o zaman yaşadığımız, hiç kimseden çıkarı olmadığı en güzel dönemlermiş. Çocukluk arkadaşlarının yanında hiçbir zaman büyümüyormuş insan... Bu yazıyı neden yazdım? Kaç 23 Nisan, kaç Cumhuriyet Bayramı kutlaması ya da kaç 10 Kasım anmasında beraber olduğumuz geldi aklıma sanırım. Eskiden bizim meydanlarımız okullarımızı bahçesiydi, Heykel'di... Biz o dönemin yaramaz çocukları, nasıl sahiplenir, nasıl birlik olurduk, şimdi acaba aynı şekilde mi? Defalarca disipline verilmiş olan okulun haylaz grubu olan bizler, konu milli değerlerimize gelince büyük saygı gösterirdik.    Yine de en büyük mutluluğum, çocukluk arkadaşlarımın tümü eksiksiz, bu özel günler de ya yine meydanlarda ya da farklı şekillerde "Bayrağımıza ve Atamıza" sahip çıkıyor, şimdi ki çocuklar da umarım aynı sevda aşılanarak büyüyordur. İnsanın içine bu sevda, sonradan bu kadar işlemez gibi... Özel Namık Sözeri Lisesi mezunları anısına... Sevgiyle...  

Diğer Haberler