Emine Ülker Tarhan: Derin ilişkiler güzelinin aklına parti içi demokrasi gelmiş.
İdrak ettiğimiz Cumhur seçiminde içimizde küçük de olsa bir umut yeşermişti. Bu, Tayyip beyin siyasal sonu olmazdı elbette, ama seçilmemesi gücünü epey aşağı çekerdi. Yani hiç değilse üç ay nefes alır, yenilgi ruhundan çıkardık. O molanın değerini ancak sıkıntıyı kalpten çekenler bilir.
Çatı aday Ekmel beyin ortaya çıkışı ilk anda bir tedirginlik yarattı. Tanınmayan bir insandı çünkü. Ama doğru dürüst tanımamıza da pek fırsat vermediler. Daha ilk günden başlayarak müthiş bir propaganda başlatıldı aleyhine.
Buna açıkçası kara propaganda diyebiliriz. Yapanlar bellidir, ama alttaki motivasyon kuşkuludur. Çok geniş bir sol, ulusalcı ve kısmen sosyalist çevredir. CHP içinde de odakları belirgindir.
Kara propaganda niyet kötülüğünden kaynaklanır. Bu niyet kötülüğü yakın zaman siyasi çıkar da olabilir, iktidarla ilişki de kokabilir. Kara propaganda abartıyı, eklemeyi, bazen düpedüz yalanı, karşı çıkanı sindirmeyi, gargaraya getirmeyi, terör estirmeyi, sindirmeyi içerir. İnsanlar oy atmayı savunmaktan korkutulmuştur.
Yalan ve abartıları bir kenara koyalım; ne diyorlardı Ekmel bey için. Adam dindarmış, İslamcıymış, Amerikancıymış. Şimdi burada duralım. Bir kere Ekmel karşıtlığının bir önemli ayağı İslam ve Sünni korkusudur ki, akıl dışı yanları bir tarafa, Türkiye’de solu bir daha hiç iktidara getiremeyecek bir hastalıktır; bu hastalık radikal şekilde tedavi edilmedikçe bizlere politika kapalıdır.
Amerikancılığına gelince. Dürüst olun, bu memlekette neredeyse herkes Amerikancı. Herhangi bir isim verin bana, onun Amerikancılık bağını bir saatte kurayım. Türkiye siyasal hayatında, medyasında, akademisinde, bürokrasisinde vb. sivrilip de Amerikancı olmayanı nereden bulacağız? Soruyoruz insanlara, Ekmel olmayacaktı da kim olacaktı? Birçoğundan yanıt yok.
Demek ki Amerikancı okumuşlar içinden bizim Amerikancıyı seçeceğiz, daha makul Amerikancıyı seçeceğiz, çare bitti. Biri Fazıl Say dedi örneğin. Fazıl Say’ın Amerika’nın Afganistan işgalini ballandırarak, üstelik Nazım’ı da suç ortağı yaparak destekleyen yazısını gösterelim mi size! Yakında koyarız siteye.
Değerli dostlar, Ekmeleddin beyin geçmişine kısaca göz atınca, doğrudur, hepimiz irkildik. Belki ondan daha iyi bir çatı aday da bulunabilirdi, bunu neden reddetmeli. Fakat burada kendi partimize lider seçmiyoruz. Bir despotu başımızdan bir süre için alacak herhangi bir alternatif seçiyoruz. Komşu bakkal da olabilirdi, yurt dışında yaşayan bir sinema oyuncusu da.
Ve Türkiye’de sol oyların sayısı bellidir. Demek ki sağ seçmenin oyunu alacak biri gerekliydi. Gerçi bizim solculardan önemli bir kısmı daha başından buna da karşıydı. O zaman niye seçime katılalım ki, onlar açısından maçın sonucu oynanmadan belliydi.
Böylelerinin seçimi boykot etmesi mantıklı mıydı peki? O da ayrı konu. Boykotu savunan grup, eğer tutarlıysa önceki seçimlere de girmeyecekti. Siyaseti AKP karşıtlığına, diktatör karşıtlığına kilitlemeyecekti, adamlarının çoğunu bu korkuyu körükleyerek kazanmayacaktı, partisini bu korku üstünden diri tutmayacaktı 13 yıldır. Bunu diyen grup ciddiye alınır bir parlamento dışı muhalefet örgütleyecekti 34 yılda.
Ve boykotçular bir öyle bir böyle konuşmayacaktı. Seçime girmeyeceksen girme, dur kenarda kendi işini yap. Madem seçim çözüm değil, ilgilenme, sandığa karşı kampanya yapma, çatı adaya laf atma, AKP’cilik yapma..
Sonuçta bir dizi pazarlık sonucu bir aday çıktı.
O bir kez çıktıktan sonra ortalama akıl düzeyinde ve ortalama insanlık kültüründe bir siyasetçi veya vatandaş için yapılacak şey neydi? Eleştirecekse eleştirmeye alçak perdeden devam etmek, hesabı seçim sonrasına ertelemek ve seçim için var gücüyle çalışmak. Tabii eğer hakikaten AKP karşıtıysa ve tabii başka hesapları yoksa.
İşte bu aşamada Emine Ülker Tarhan gibiler etiği öylesine ayaklar altına aldılar ki buna şeytan bile isyan eder. Hem partinin ve muhalefetin aleyhine çalışacaksın, hem Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtireceksin, hem de seçim sonrasında üste çıkacaksın.
Ne yazık ki bizim aydınlarımızın büyük çoğunluğu 3-4 yaş siyasal aklına sahiptir. Kendilerince doğru bir şey isterler, ama sadece isterler. Bir şeyi kararlılıkla istemeyi siyaset yapmak sanırlar. Üç dört yaşındaki ve de iyi eğitim görmemiş bir çocuk bir şey istese ne yapar? Zırlamaya başlar. Bizim dostlarımızın büyük çoğunluğu kararlılıkla zırladıkları zaman istediklerini ele geçireceklerini sanıyorlar. Ama gerçek hayatta ve hele siyasette yollar, emekler, çalışmalar çok farklı, zor ve çapraşıktır, bunu kavrayamazlar. İster biteviye çığlık at, istersen altına et, büyük bir emek vermedikten, halkın içinde olmadıktan, vatandaşın gönlünü çelemedikten, bunun için akılcı siyasi taktikler gütmedikten sonra hiçbir şey kazanamazsın.
O zaman Tarhan hanımefendinin özgeçmişini biraz inceleyelim, siyasi etik dışılık sadece akıl yetmezliğinden mi kaynaklı, yoksa başka şeyler de mi var, anlamaya çalışalım.
Emine Ülker Tarhan’ın kısa siyasal özgeçmişi:
Daha üniversite öncesi CHP gençlik kollarıyla tanıştı, küçük yaştan itibaren siyasal çalışmalarda pişti. Üniversite yıllarında aktif bir militandı. Gözaltılar, tutuklamalar… Üniversiteden buna rağmen birincilikle mezun oldu. Sonrasında avukatlık yılları ve kazandığı davaların parlaklığı nedeniyle kendisine hakimlik görevi verildi. Muhalif geçmişini ele veren güvenlik soruşturmaları sümen altı edildi. Hakimlik yılları da başarılı davalara imza atarak geçti ve bunun sonucunda Yargıtay’a seçildi. Bu arada siyasal çalışmaları devam ediyordu, yoksullarla iç içeydi. Yargıtay’dayken YARSAV’ın başkanlığına seçildi. Sonrasını herkes biliyor…
Özür dilerim, buraya kadarı tamamen benim uydurmam.
İnternette de bulabileceğiniz özgeçmişi ise özetle şöyle: 1963 doğumlu. 1981-1986 Ankara Hukuk Fakültesi. Sonrasında bir bölümü kamuda olmak üzere avukatlık. 1994’de hakimliğe başlama. 2001 Yargıtay üyeliğine seçilme. 2011’de istifa edip üst sıradan aday gösterilmesi ve milletvekilliği. Ertesi gün CHP grup başkanvekilliği. 2014 Cumhurbaşkanı adaylığı teşebbüsü.
Ne olmuş, Cumhurbaşkanlığı için ondan iyisini mi bulacağız diyenler, bir dakika. Doğrudur, başka birçok kişiye göre bu mevki ona daha çok yakışır. Ortak aday saptansaydı gözümü kapatıp mührü basacağımdan kuşkunuz bulunmasın. Ama durun bir dakika. Madem hukuktan başladık İblis beyin diplomasız avukatı olarak birkaç soru. Hani parti içi demokrasi çiğnenmişti ya CHP’de, hani çatı aday kimseye danışılmadan saptanmıştı ya, Tarhan’ın adaylığı da tartışılmadan böyle engellenmişti…
Sorular:
1- Emine hanım herhangi bir CHP ilçesinde herhangi bir örgütlülük ve çalışma içinde yer almış mıdır?
2- Herhangi bir semt veya bölgede halkla doğrudan temas kurmasını gerektiren hiç değilse birkaç aylık bir çalışma yürütmüş müdür?
3- Milletvekilliğine ön seçimle, taban çalışmasıyla mı gelmiştir?
4- Yedi yıllık hakimlikle Yargıtay’a seçilmek hayli hızlı bir yükseliş sayılmaz mı? Tıpta örneğin, allame olsan 20 yıldan önce bir büyük şehirde dekan olamazsın. Bu yükselişe neden olan hangi tür parlak çalışmaları veya başarıları vardır?
5- Milletvekili olur olmaz grup başkanvekilliğine onu kim önermiştir?
6- Sonuç olarak siyasal birikimi ve deneyimi teorik ve pratik anlamda nedir ki, bugün parti liderliğine oynayabilmektedir?
7- Bu hızlı yükselişi sağlayan güçler, kişiler kimlerdir?
Bir devrimci dostla tartışıyoruz geçenlerde, o da Tarhan hayranı. Az buçuk bir şeyler yapıp büyük hayran kitlesi kazanmak da liderliğin karizmasındandır, onu da küçümsemiyorum bu arada. Yahu diye sormuştum, şöyle anti-emperyalist, böyle cumhuriyetçi, şöyle kararlı diyorsun… Gençliğinden beri devletçi birinin ona hayran olmasını anlarım da, sana ne oluyor? Senin her ay polisten düzenli sopanı yediğin on yıllarda o polislere emir veriyor, senin gibilerin davalarını karara bağlıyordu. Nasıl kararlara bağlıyordu, o da ayrı bir araştırma konusudur.
Diyeceğim şu ki, başka insanlar da vardır bu ülkenin siyasal hayatında, daha az güzeli, daha güzeli; ağzı ondan daha iyi laf yapanı, siyasetin içinde daha pişmişi, vakti gelince daha yüksek perdeden zırlayacak olanı da vardır, dayak yiyip zırlamayan da boldur, hani unvan sahipleri de az değildir, hani vizyon sahipleri de arasan bulunur, ama kimse onlara siyasete en üstten geçiş hakkı vermez. Kimdir bu asma köprüleri kuranlar? Emine hanım anti-Amerikanmış… Öyle mi gardaş? O köprüleri kimler kuruyor, bilir misin gardaş? Şimdilik daha fazla derinleşmeyelim, kim bilir belki bundan ötesi Soner Yalçın Küçük beyin ihtisas sahasına girmektedir.
Sonuç itibariyle umutlanmanın daha derin umutsuzluğa yol açacağı durumlarda umut pompalamak yanlıştır. Emine Ülker Tarhan aklı ve ahlakının saygınlığını koruduğu bir ülkede bu büsbütün yersizdir.
Sosyalist partilere gelince. En az yüz bin kişi üye yaparlar örgütlerine, sokağa mı çıkacaklar, grev mi yapacaklar, tüketim direnişine mi yönelecekler; ancak ondan sonra ciddiye alınırlar.