Fethi Naci’yi en son Gezi’de görmüştük. Fotoğrafı yazının sonunda.
Ne demek istedik? İlerici veya sol edebiyat eleştirisi ölmek üzere. İlerici veya sol duruş ölüyor çünkü. En son kitlesel ilerici ruh Gezi’de ortaya çıktı. Sadece ve sadece birkaç hafta sürdü. Ardından kitleler, en “sol” gruplardan insanlar dahi kapitalist köle yaşamlarına geri döndüler.
Önceleri herkesin rengi belliydi. Sonra tüm “siyasal” farklılıklara karşın insanların çok büyük çoğunluğu aynı renge büründüler. Önceleri solcu solcuya, sağcı sağcıya az çok benzerdi. Devrimci devrimci gibiydi, sosyalist sosyaliste, komünist komüniste epeyce benzerdi. Faşist de faşiste benzerdi. Şimdi de benziyorlar, sağda sorun yok, öyle bir beklentimiz de yok. Sorun solcunun da hepten sağcıya benzemesinde.
23 Temmuz’da ölüm yıldönümünü yaşayacağımız Fethi Naci herkesin kendi rengine yakın olduğu (ama değişimin çoktan başladığı) dönemin son büyük eleştirmeniydi.
Şimdi Fethi Naci’yi heyecanlandıran o büyük edebiyattan beklentisi bulunan genci yaşlısıyla pek az insan kaldı.
Ne edecük?
Ne söylesek, ne kadar çalışsak bir yere kadar. Marksist değilim artık, ama Marksistlerden çok daha Marksistim, Marksizmin doğrularında. Felsefenin Marksizmden çok önce saptadığı bir gerçek: Maddi yaşam insanlığın düşüncesini, davranışını, zevkini, bakışını belirler. Uzun bir süredir kapitalizm sosyalizm karşısında mutlak üstünlüğünü yaşamda gösteriyor. Sol, sosyalist söylem, bakış, düşünce bu büyük gerçeklik karşısında havada kalıyor. Hep saçma, hep tutarsız düşüyor.
Yoksulların büyük bölümü sağcıyken, solcuların önemli bölümü zengin demeyelim ama az çok tuzu kuruyken (zenginler de az değil) başta Marksizm olmak üzere tüm sol bakışlar yamulmuştur. Aksini savunmak yine tuzu kuru statükocu solculuğun tavrıdır.
Uzun süredir bu böyle. İşçilerin büyük bölümü AKP saflarında. Bu neredeyse hiç sorun etmeyen solcularsa genellikle orta sınıf burjuva. Buna benzer bir tablo aşağı yukarı tüm ülkelerde geçerli.
En solcu olması gereken komünistler bile artık emek-sermaye çelişmesiyle, yoksul-varsıl ayrımıyla değil de yanlış veya doğru -tartışma o değil- öncelikli olarak başka meselelerle ilgileniyorsa (laiklik- aydınlanma vb.), yaşamla artık hiç bağdaşmayan tüm o sol lafların, adların, etiketlerin, sloganların terk edilmesi gerekmiyor mu?
Hayır diyorsanız, yaşamda tutarsız ve saçma kalmaya, başarısız ve samimiyetsiz kalmaya mahkumsunuz. Şimdi olduğu gibi.
Cakalı isimlerimiz, sözde ideallerimiz 20. Yüzyıla uygun, gerçekte beklentilerimiz 18. Yüzyıla kadar gerilemiş. Kimisi demokrasi diyor, kimisi özgürlük, kimi etnik bağımsızlık, kimi laiklik, aydınlanma. Ama 21. Yüzyıl kapitalizminin muzafferliği koşullarında yaşıyoruz. Bu da -özümüz ne kadar samimi olsa da- müthiş bir tutarsızlık, samimiyetsizlik yaratıyor. İnandırıcılığımızı yitirmişiz. Siyasetle yatıp kalkıyoruz, nafile… Siyasette yokuz.
Solcuların çocuklarına gelince…
Bir düşünün. Fotoğrafta Aziz Nesin ve çocuklarını gösterdik. Gelmiş geçmiş büyük solcuları, edebiyatçıları, yazarları, siyasetçileri düşünün. Nazım’dan başlayın, Sabahattin Ali, Mihri Belli, Behice Boran… bir sayın bakalım… Çocukları kaçta kaç oranında siyasi olmuş, kaçta kaç solcu? Kaçı ebeveynlerinin siyasi çizgisine yakın bir duruş sergilemiş?
Bir okurumuz aktarmıştı. İzmir tarafından bir eski tüfek. Hızlı solcu zamanlarında (90’lı yıllarda) peşinden ayrılmaz, her dediğini mürit gibi önemserlermiş bu takozun. Bir gün konu gençliğe ve oradan da şahsın oğluna gelmiş. Sormuşlar, sizinki nasıl bir devrimcilik yapıyor? Benim oğlum aldırır mı böyle işlere, o akademisyen olacak… Cevap buymuş!
Öne çıkan büyük isimlere değil, daha sıradan dostlarınıza bakın peki. Birçoğu keskin sol söylem içindeki arkadaşlarınıza. Kaçının çocuğu babasıyla, anasıyla aynı çizgide? Benim çevremde 10’da 1 gibi bir umutsuz bir oranla karşılaşıyorum.
Yoksa bizim sol keskinliğimiz sadece başkalarının çocuklarını devrimci, ilerici yapmak için mi? Öyle gibi. İrkiltici bir şey. Ve sol söylemin iflasının kuvvetli bir kanıtı.
Bu ciddi gerçekten ötürü hakikaten tek tek kişileri ne suçlamak, ne de onları küçük görmek isterim. Yaşadığımız şey tamamen yaşamın bir gerçeği.
Başta üstünde durduğumuz o büyük yasa. Düşüncelerimizi büyük ölçüde yaşadığımız dönemin maddi gerçekliği ve yaşam biçimimiz belirliyor. Yoksa yeni kuşakların eskilere göre genetik bir zayıflığı bulunmuyor.
Ama solcu çocuklarının çoğu, doğru dürüst solcu olmuyorsa artık, bazı şeyleri temelden sorgulamamız gerekmez mi?
Örneğin çocuklarımıza, yeni nesillere o çok sevdiğimiz, önemsediğimiz sol lafazanlıkla yaklaşmanın onları solcu yapacağı saplantımızı kökten değiştirmemiz gerekmiyor mu? En azından çocuğun duruşunu ailesinin ve eğitimin belirleyeceği saplantısını? Solcu çocuklarının onca sol zevzekliğe karşın solcu olmaması daha birçok şey düşündürmemeli mi bize? Belki de umudumuz İmam-Hatiplerde. İddia etmeyelim, ama neden olmasın. Yüksek paralı okullarda okuyan ve sonra da halka değil yurt dışına giden oğlumuz-kızımız neden solcu olsun? Ne kadar solcu olsun? Bir imam-hatiplinin devrimci olma ihtimali daha yüksek değil mi? Kendi çocuklarımızı etkileyemeden büyük laflarla halkı etkilemek... Hayal değil mi?
En fedakar gençlerin, geçmişte doğsa solcu olacak gençlerin, artık öncelikle dinciliğe, milliyetçiliğe kaptırıldığı bir gerçek değil mi. Bunu doğrudan doğruya tatlı kapitalist yaşam ve ondan yüksek beklentiler yaratmıyor mu?
Daha ileri gidelim: Solcu çocukları genellikle solcu olmuyor, peki laflar dışında analar babalar artık gerçek yaşamda ne kadar solcu? Çocuklarını ne kadar solcu yetiştiriyor?
Böyle bir hakikatin ortasında geçmişte Fethi Naci soyunun öne çıkarmaya çalıştığı büyük insanlık, büyük edebiyat tekrar aranacak mı?Bunun gerçekleşebilmesi için insanlığın yeniden büyümesi elzem. Şu anda böyle bir ortam var mı? Mafiş… İnsanlık, belki çoğumuz, belki hepimiz, gündelik zevklere ve sistemin önümüze koyduklarına fazlasıyla uyum sağlamış durumdayız.
Ağızlarımız trajedi sayıklıyor, belimiz göbek atıyor. Şakülümüz kaymış. Bunu kapitalizm başarmış.
Yaşamımızı eskisi gibi büyük idealler belirlemiyor. Hedonizm, gündelik tatminler belirliyor. Gerçek edebiyat, gerçek felsefe için bir hiç olan basit hırslar belirliyor. Neden edebiyatımız isyankar olsun, yüce olsun? Kimse kendini ezik hissetmiyor, suçlu hissetmiyor, neden nitelikli edebiyat çıksın?
Laflarımız ve burnumuz büyük olsun yeter. Sarsılmaz doğrularımızı sözde solcular olarak başkalarına sallayalım sopa gibi.
Umut yok mu, umut?
Ülkede ve dünyada yeniden ilerici bir rüzgar esecek, çoğu zaman kendiliğinden çıkar bu… Ve o akılcı bir liderlikle uygun rotasına girecek… İşte o zaman yeniden umutlanmak akılcı.
O zamana dek acıtıcı da olsa, umutsuzluk da yaysa, dışlanmaya da yol açsa, bize manyak da deseler, inadına gerçeğin mücadelesini vermek… Gerçek aydının, edebiyatçının zorlu görevi. Solcuyum diyenlerin topunu… bizi de katın… bir toplayın bakalım… Ne çıkıyor?
Kaan Arslanoğlu