Dünya yansa umurlarında değildi, ya da öyle görünüyorlardı.
Ya da biz onları öyle görüyorduk.
Şortları, bermudaları, tişörtleri, rahat giyimleri, ellerinde 'cep'leri, laptopları yaşayıp gidiyorlardı.
Türkiye'nin her gün bir tuğlası sökülüyordı, büyükleri gibi onlar da ilgisizdi.
5'er, 10'ar liseli, üniversiteli arkadaşları polisten dayak yedi, gözaltına alındı, tutuklandı, sesleri çıkmadı.
Bir avuç yaşıtları katıldıkları gösterilerde polis dayağından geçti, sessizce seyrettiler.
Sırf 'parasız eğitim' istedi diye, YÖK'ü protesto etti diye arkadaşları tutuklandı, oralı bile olmadılar.
Liseler, üniversiteler kışlaya çevrildi, sineye çektiler.
Betondan Türkiye inşa ettiler, onlardan ses yoktu.
Ta ki, Taksim'in de elden gitmekte olduğunu görünceye kadar.
İşte o zaman, meydanları doldurdular.
Kitaplarıyla, gitarlarıyla, sevgilileri ile alanlara koştular
Taksim'de başlayıp, Türkiye'yi ayağa kaldırdılar.
"Yetti be, yetti artık" demenin vakti zamanı gelmişti.
Zamane çocukları da o zamana uydu.
*** *** ***
Bindiği demokrasi tireninden çoktan inen gençliğin muhatabı Erdoğan ise, İstanbul'dan sonra Türkiye'nin imamlığına soyununca, tabanının dışında tüm toplumu cemaat sanıp, bildiğini okumaya devam ediyor.
Hayatının hiçbir döneminde demokrat olmamış, olması da olanaksız olan siyasi-imam, dini de, demokrasiyi de sonuna değin kullanıp, ileri demokrasinin faziletlerini anlatıyor.
Başbakan toplum sanki evdeki ailesiymiş gibi, "yediğine, içtiğine, giyimine kuşamına, hangi okula gitmesi gerektiğinden, doğuracağı çocuk sayısına kadar herşeyine karışmayı" kendisine görev sayıyor.
Yani anlayacağınız bu başbakan, kendi aile fertleri gibi bir toplum yaratmak istiyor.
İstiyor ki Başbakan, hiç içkinin satılmadığı ve içilmediği, tüm kadınların türbanlı olduğu, herkesin oruç tutup, camiye koştuğu, toplumun tümünün imam hatip ya da kuran kursuna gittiği bir ülke yaratsın. Onun istediği, aradığı, özlediğii toplum şekli bu.
Bunu başarmadığı sürece rahat etmeyecek.
Bir gazeteci kendisine soruyor; "Kızlarınızdan birisi başını açmak isterse ne yaparsınız?"
Yanıtı ise, "Allah göstermesin, ikna yöntemi diye birşey var" oluyor.
Yani başı açık kızına, karısına, gelinine tahammülü yok.
*** *** ***
Hangi ülkede bir başbakan, onbinlerce, yüzbinlerce genç sokaklara, meydanlara dökülmüşken, her protesto eyleminde görülebilecek küçük çaplı olaylar dışında ciddi bir güvenlik sorunu yokkan, sabahın köründe döndüğü ülkesinde, evinde dinlenmeye çekilmek yerine, tabanını kışkırtan, gençleri daha da tahrik eden konuşma yapar kı?
Karşılamaya gelenler slogan atıyor:
-Vur vur inlesin, çapulcular dinlesin
-Ak gençlik burada, çapulcular nerede
-Hepimiz Tayyip'in askerleriyiz
-Ya Allah bismillah Allahuekber
-Yol ver gidelim, Taksim'i ezelim.
AllahAllah, Taksim'dekiler, sinek böcek sanki.
Hatırlayın, MHP'nin Bursa mitinginde, ülkücüler, "Vur de vuralım, öl de ölelim" sloganı atmış, Bahçeli de, "Merak etmeyin bir gün onun da sırası gelecek" demişti.
Başbakan günlerce Bahçeli'yi bu slogan yüzünden hedef seçti.
Yargıyı göreve çağırdı.
Peki şimdi ne oldu?
Tabanına uyarı, tepki var mı?
Yok canım, zaten tabanını tahrik eden, kışkırtan kendisi?
Bahçeli, koz eline geçmişken ne yaptı dersiniz?
Hiçbirşey...
Konuşmak için haftalık grup konuşmasını beklemiştir herhalde.
ne de olsa By-paslı fazla yorulmamalı...
**** *** ***
Başbakan, gerilim, ötekileştirme tahrik etme, gündem yaratma siyasetinden beslenen bir kişilik.
Bu siyaseti, siyasi hayatı boyunca sergilediği gibi, Afrika gezisinden döndüğü geceden başlayıp 24 saatte düzenlediği üç ayrı mitingde de sergiledi. Tabanı ile kendi arasında, egosunu tatmin eden bir paslaşma var.
Yüzüne bakıyorsun konuşurken adeta, kin, nefret kusuyor.
Yüzü gerilmiş, alnı kırışmış, dişleriyle adeta çiğneyecek gibi.
Yüzü öfkeden pancar gibi kızarıyor.
İsyan edip meydanlara inen, çoğu öğrenci gencecik insanlara müthiş öfkeli.
Herkes kendisinden sakin ve yatıştırıcı bir konuşma beklerken, o körük gibi.
O gençleri, öğrencileri yine çapolculukla,anarşitlikle,terörstlikle suçluyor..
Hani elinden gelse hepsini bir kaşık suda boğacak.
Melih Gökçek, "İstersek hepsini tükrükle boğarız", Arınç da, "istesek twitter'i de yasaklarız" demişti ya, demokrasi fazla ileri gidince, yaparlar mı, yaparlar.
*** *** ***
Dinimizde yalan söylemek mübah mı?
Siyasi-imam ya da imam Başbakan ( bu deyimleri hakaret olarak kullanmıyorum, ben İstanbul'un imamıyım diyen kendisi olunca, siyasi imam, politikacı imam, imam başbakan neden olmasın?)olunca, demek ki, yalan da mübah oluyor.
-"Camiye ayakkabıları ile girdiler, ellerinde bira şişeleri ile girdiler" diyor, hem eski Bakanı Ertuğrul Günay, nem caminin imamı ve müezzeni, hem de eski AKP millievekili olan Yeni Şafak yazarı yalanlıyor.
Nafile, aynı yalanı tekrarlıyor.
-"Polisimizi şehit ettiler" diyor. Polisin arkadaşları, akrabaları yalanlıyor.
-"Benim başörtülü kızlarıma saldırdılar" diyor, o kızlar yalanlıyor.
Erdoğan, üst üste yaptığı mitinglerde diyor ki; " Bunlarla Bülent Bey görüştü, AKM yıkılmamalı, Topçu Kışlası yapılmamalı,biber gazı yasaklanmalı, vali görevden alınmalı... Talepler bunlar. Böyle talep olabiliri mi?"
Devam ediyor" Onlar yaktılar, yıktılar. Kamu binalarına, kamu araçlarına zarar verdiler. Belediye otobüslerimizi, sivil vatandaşlarımızın araçlarını yaktılar ve 600'ü aşkın polisimizi yaraladılar. Bir polisimizi, komiserimizi de şehit ettiler. .Ya gelin konuşalım ya da sizin anladığınız dilden konuşuruz” .
*** *** ***
"Sizin anladığınız dilden konuşuruz" ne demek. Bu sözlerin tehditten başkanı anlamı var mı?
Ne yapacaksınız?
Tabanınızla, eylemci gençleri birbirine mi kırdıracaksınız?
Polisi kitlenin üzerine mi salacaksınız? Bunu zaten yapıyorsunuz
5 bine yakın yaralı yetmedi de, 10-15 bine mi çıkaracaksınız?
Ya da kitlesel, gözaltılara, tutuklamalara mı girişeceksiniz?
"Yalan olduğunu bile bile, "Camiye bira şişeleriyle girdiler" demek, bir Başbakan için aklın alacağı birşey değil.
Bu ülkede,"Camiye bomba koydular" sözleri yayılarak, Kahramanmaraş katliamı tezgahlandı.
Sivas katliamı örneği var. Başka örnekler de var. Başbakan bu örnekleri bilmez mi, bal gibi bilir.
Sonucu kestirilemeyecek bu sözler, insanın kanını donduyor ve söylenecek söz de kalmıyor.
*** *** ***
Başbakan bir fırça da eyleme destek veren sanatçılara atıyor ve şöyle diyor: "
Yeniçeri ocakları gibi bir hareketin içine gireceksen kusura bakmayın. Sanatçı çevresinde destek verenlere de yazıklar olsun diyorum.Şimdi, AKM’nin çatısına çıkıyorlar ‘yıktırmayız’ diyorlar. Ona gücün yetmez, yıkacağız. Sanatçılara söylüyorum, (yuuh sesleri) bundan sonraki süreç böyle çalışmayacak. Çünkü bu milletin iktidarına saygı duymayanlar bunun bedelini öder"
Gençlerin eylemlerine polisin müdahalesı sırasında, 2 genç yaşamını yitirmiş, polisin vurduğu bir genç komada, 10'dan fazla insanın gözü, polisin attığı gaz fişekleri yüzünden kör olmuş, 5000'e yakın yaralı insan var, bunlar başbakanı hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Demek ki "sokaga indiler, bunu hak ediyorlar" diye düşünüyor olmalı.
Bırakın özür dilemeyi ne bir soruşturma, ne bir üzüntü, ne bir başsağlığı veya geçmiş olsun dileği.
Gençlere, çocuklarına destek amacıyla tavalarıyla tencereleriyle sokaklara çıkanlarada, "Tencere tava, hep aynı hava" sözleriyle adeta alay ediyor başbakan.
Benim aklıma bu sözler ustası Erbakan Hoca'yı getirdi.
28 Şubat sürecinde, Erbakan iktidarına tepki gösten kitleler, akşamları, ışıklarını açıp kapatarak "Bir dakika karanlık" eylemi düzenlemişti. Erbakan da bu eylemlere, "gulu gulu dansı" sözleriyle tepkisini dile getirmişti. Aynı eylemler için, "mum söndü oynuyorlar" diyerek, Alevilere sataşmıştı.
*** *** ***
Erdoğan, iyi bir hatip olmasının yanısıra kabul etmek gerekir ki, aynı zamanda rolünü çok iyi oynayan siyasi bir tiyatro oyuncusu. Gazze için gözyaşı döküyor, Suriye vatandaşlarına "Bizim kardeşlerimiz" diye sahip çıkıyor, Esad'a posta koyuyor, Somali için çırpınıyor, Myanmar'daki müslümanları sahipleniyor. Tüm bunları, güya vicdanının sesini dinlediği için yapıyor, insanlık için yapıyor falan.
Ama gel görki, sokaklarda coplanan, yerlerde sürüklenen, hastanelik olan gencecik kendi yurtaşları için kılı bile kıpırdamıyor. Çünkü onlar kendisine tepkili, çünkü onlar kendisine pirestij kazandırmıyor. Türkiye'yi bırakın, böylesi bir siyasi lider, çağdışı ülkeler ve diktatörlükle yönetilen az sayıda ülke dışında dünyada hiçbir ülkede işbaşına gelmedi.
Erdoğan tipi bir siyasi liderin, demokrasinin egemen olduğu ülkelerde örneği de yok.
Türkiye'nin şansızlığı ve kötü talihi, böylesi bir kişiliğe karşı umut olabilen bir muhalefet liderinin olmayışı.