20 Haziran Perşembe....
Saat 19 haberlerini izliyorum.Suriye'den gelen mülteciler için 10 bir kişilik daha çatırkent kuruluyormuş. Ambulanslarla yeni gelen ağır yaralılar, hastanelere, durumu hafif olanlar ise çadırkentlerdeki sağlık merkezlerinde tedavi altına alınıyor.
İyi de yapılıyor, doğrusu da bu.
Ama kendi ülkemde, kendi polisimizin gözünü çıkardığı, kafasına, vücuduna fişek saplanmış, kolu bacağı kırılmış, ağır yaralanmış hafif yaralanmış insanımıza, kendi doktorlarımızın bakmasına bile izin yok..
Bırakın izin verilmesini, Gezi parkında gönüllülerin kurduğu seyyar revir polis tarafından dağıtılıp, yıkılıyor, yaralılar, gönüllü sağlık görevlileri gözaltına alınıyor.
Çevredeki otellerde, küçücük kafelerde oluşturulan revirlere yine gaz bombasıyla müdahale ediliyor. Yaralı ve çaresiz insanlar, polis tarafından bir kez daha gaz bombası fişekleriyle vuruluyor.
Suriyeli insanlar için insanlığa soyunanlar, kendi insanı karşısında düpedüz insanlıktan çıkıyor.
Onlar için, savaş hukuku, savaş kuralları bile geçerli değil.
Takım elbise giyip, kravat takması,
sırtında, polis ya da asker ünüforması bulunması,
temiz ve traşlı olması,
okullarda okuması,
insanın insan olması için yeterli değil.
İnsanın ruhunu, kimliğini, kişiliğini, benliğini, düşünme yetisini yok edersen,
İnsandan başka, her yaratığa dönüşebiliyor.
*** *** ***
Askerle çatışırken yaralanan PKK militanı, helikopterle hastaneye kaldırılıyor.
Elbette yapılması gereken bu.
Bir operasyonda polisi yaraladığı için, ya da bir uyuşturucu operasyonunda yaralanan, hatta terör eylemini gerçekleştitirken yaralananlar hastaneye kaldırılıp, tedavi altına alınırken, sırf iktidara karşılar diye, sırf dayatmalara karşı tepki gösteriyor diye, yaralanan gencecik insanların tedavilerinin engellenmesi, ettikleri yemine sadık kalan doktorlar hakkında soruşturma açılması, destek eylemlerine katılan kamu çalışanlarının ekmekleriyle tehdit edilmesi, acaba hangi insanlık, akıl, mantık, vicdana sığıyor.
Polis Taksim direnişini kırmak için sivil direnişcilere, hatta sessiz eylemcilere "Allah Allah" nidalarıyla saldırıyor. Demek ki,karşısındaki insanlar silahsız düşman. Ya da demekki, onların gözünde, protestocular hain ya da düşman olarak görülüyor.
Eh... Ne de olsa, Çevik Kuvvet Müdürü, polislerin müdahalesini, Çanakkale Savaşları'ndaki mücadeleye benzetmişti.
Taksim, Çanakkale'ye benzetildiğine göre, karşılarındakilerin 'Anzak' falan sayılamısı doğal.
Olayları verirken, Gökçek'in Beyaz TV'si de yandaşlıkta sınır tanımıyor.
Güya, Taksim'e destek verilen İzmir'de eylemciler her tarafı yakıyor, yıkıyor.
Görüntülere bakıyorsunuz, Allah Allah, adamlar, beyaz entarili, başlarında beyaz takkeler var.
Adamların tenleri de siyah...
Görüntüler, ya Ortadoğu'dan, ya da Uzak Doğu'dan ama olsun...
İzleyenlerin, aklına, zekasına hakaretin ne önemi var...
Bu kanalı izleyenler, yiyor demek ki...
**** *** ***
Dünya lideri Erdoğan (!), Brezilya'daki gösterilerin perde arkasını da çözdü ya, gam yemem artık.
Adamlar, günlerdir "Kim tezgahladı bu gösterileri" diye, tırım tırım tırmalıyordu.
Meğer onların perde arkasında da, 'faiz lobisi' varmış.
Bazen düşünüyorum, şu faiz lobisini dışarda değil içerde arasak
Acaba kur artışından Erdoğan ailesi de dahil kaç AKP yandaşı, kaç para kazandı?.
Dolar da artışın kökeni dışarda ise, Erdoğan buna niçin çanak tuttu.?
Bir açıklama ile, bir cümle ile bitirilebilecek eylemi bilinçli olarak neden tırmandırdı.?.
Maden ekonomi ve siyasi istekrarı bu kadar çok savunuyorlardı, Başbakan tahrik ve kırşkırtamalara neden devam etti ve hala ediyor.
İnsan ya da hayvan, büyük yada küçük her canlı, tehlike kendine yöneldiğinde,kendini savunur. Can taşıyan her canlının doğal davnışıdır bu.
Binlerce, onbinlerce barışçı bir eylem düzenleyen genç insanlara, gece karanlığında ya da, sabahın köründe gaz bombalarıyla, coplarla, Toma'dan sıkılan sularla saldırmak aslında onları tahrik etmektir. Zorla tepki göstermeye, direnmeye zorlamaktır.
Sonra da kameraların karşısına geçep, "polise karşı direndiler, kamu malına zarar verdiler, biz de müdaha etmek zorunda kaldık" diyebilmek için.
Ama artık bu bildik ilkel yöntemleri, yandaşları ve kendi tabanı dışında, kimse yemiyor, kimse ikna da olmuyor.
Sessiz durdular, gözaltına aldınız, karanfillerle anmaya geldiler, dağıttınız.
Artık Beşar Esad ile karşılaştırılıyorsunuz, kendinizle gurur duyabilirsiniz...
Artık dünya eleştiriyor, bunun kıymetini bilin!...
Böylesi her lidere nasip olmaz...
*** *** ***
Bunca yaşananlar yetmezmiş gibi, Başbakan mitinglerde, halkın yarısını diğer yarısına şikayet ediyor.
Eylemcilerin karşısına karşıt eylemciler çıkarılıyor. Buna açıkça ortam hazırlanıyor. En başta da Başbakan Erdoğan.
Yarın bunlar arasında bıçaklar kullanılsa,silahlar kullanılsa, ölümler, yaralanmalar yaşansa, kimin eline ne geçecek?
Emin olun, sorumluluğu da onlara yıkıp, onları suçlayacaklar.
Ülkeyi yönetenler, boyle bir olasıllık karşısınrda korkulu rüya gösrmesi gerekirken, nasıl bir beklentileri varsa, bu ortama çanak tutuyorlar..
" Halkın yüzde 50'sini evlerinde zor tutuyorum" demek, "camilerde içki içtiler, camilere ayakkabılarla girdiler" demek, "çapulcu, ayyaş" demek, halkı suç işlemeye tahrik ve teşvik sayılmıyor mu?.
Yaralılar hakkında, 8 bin ile 15 bin arasında rakamlar veriliyor.
Ölen 5 kişi var. 10'dan fazla gözlerini kaybeden, 60'tan fazla komada olan insan var.
Savcılar tarafından kaç polis hakkında soruşturma açıldı, kaç polise işten el çektirildi. Kaç polis yakalandı, gözaltına alındı ve tutuklandı.
Polislerin suç işleme özgürlüğü mü var".
*** *** ***
Demokrasinin egemen olduğu uygar ülkelerde, çetelerden, mafyadan, suç örgütlerinden, terör örgütlerinden korkan, zarar gören, tehdit edilen insanlar, devlete, polise, yargıya güvenir, onlara başvurur. Dikdatörlüklerin egemen olduğu, despotların yönettiği üçüncü sınıf ülkelerde ise, halkın güvenebileceği devlet de dahil, hiçbir kurum ve kuruluş yoktur.
Bugün Türkiye'deki AKP iktidarı, BM (Birleşmiş Milletler) tarafından, insan hakları ve can güvenilği konusunda uyarılır hale geldi.
Dünya siyasi tarihinde görülmüştür ki, ülkesini yönetmekte zorlanan liderler, ya da diktaya yönelenler, içte ve dışta, sertlik, çatışma ve gerginlik politikaları izlerler.
İktidarlarını uzatabilmek için savaştan bile kaçınmazlar.
Tanrı Türkiye'yi korusun...
'Amin' demek de size kalıyor.