Yazarlar

Gülümseyin Bursa'dasınız!

post-img

Uzun yıllardır konserlere gitmiyorum.

 

Hatırladığım en son İstanbul’da, “diksiyon” biliyorum diyen en usta tiyatroculara, haber spikerlerine bile bin basar sevgili Halide Türkoğlu Yukay’la, kibri ve akılsızlıkları yüzünden hayatını erken yaşta kaybeden Can Ertan, üçümüz birlikte “David Garrett” keman gösterisini izlemiştik.

 

Güzel bir akşamı hep beraber deneyimlemiştik o gün.

 

Can Ertan “solcu” geçinirdi ama “solculukla” zerre kadar ilgisi yoktu.

 

Romantik, hayalperest bir entelektüeldi, hepsi o kadar!

 

Sola, sosyalizme, komünizme dair hiçbir okuması, hiçbir bilgisi dahası, geçmişte hiçbir mücadelesi yoktu.

 

Gömülürken mezarının başına gidip ki, Can’ı “solcu” sandıkları için çakmaklarını yakıp, “uğurlar olsun” diye şarkı söyleyen, gerçekte hayatında hiçbir şekilde yer almamış cahil sol-cu bozuntuları sonra oraya bir kez daha gidip, mezarının üzerindeki otları hiç temizlemediler ama onları ayıklayan başka biri vardı!

 

Annesiyle, babasının ki, Can’ın aslında “evlatlık” alındığına dair bazı rivayetler de var…

 

Bulundukları mezar yerini tespit eden de bendim!

 

Orada şimdi, o çok özlediği çocukluğunun erik ağacının dalına uzanmış gibi yatıyor, arada bir annesi Müzeyyen’in pencereden uzattığı sepete kütür kütür papaz eriklerini doldurarak paralel evrenlerde mutlu mesut yaşıyor!

 

Müzikle arası çok iyiydi Can Ertan’ın.

 

Hoşlandığı kadınlara dünya klasiklerinden seçip listeler yapar, romantik sözcüklerle onların önce kalbine, sonra ruhuna, ardından beyinlerine girerdi!

 

Gülerdim, eğlenirdim.

 

Hayatında sevgi görmemiş, çoğunlukla evde kalmış kart kadınların bu ilgi açlığını ne kadar derinden yaşayıp, gidermeye çalışmalarına şaşardım!

 

Dediğim gibi nicedir konserlere gitmiyordum.

 

Bursa’da yıllar yılı Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı tarafından Kültürpark’taki açık hava tiyatrosunda festival kapsamında düzenlenen müzik ziyafetlerini izlemiş, özellikle BKM’nin organizasyonuyla kentimize gelen sanatçı ve grupları ilgiyle takip etmiştim.

 

Ama ne bileyim, belki bir parça bıktım, belki artık yaşlandım, kıçımı kaldırıp gitmek zor da geliyor sanki, uzun zamandır izlemiyordum konserleri.

 

Onun yerine evde müzik sisteminden ya da Youtube’den açıp kendi başıma dinliyorum ruh durumuma göre canımın çektiğini..

 

Mesela Bursalı Türk müziği sanatçısı, Arap Şükrü’nün torunu Güzin Değişmez’in yorumuyla “Akşam yine gölgen, yine gölgen, yine akşam” isimli parçayı dinlemenizi ısrarla öneririm.

 

Bir de “Burçin” isimli bir kız keşfettim son zamanlarda…

 

İtalyanca, Fransızca ve Türkçe parçalar seslendiriyor arkadaşlarıyla…

 

Üflemeli enstrümanların çok güzel kullanıldığı konserler İstanbul sokaklarında, çoğunlukla İstiklal Caddesi civarında gerçekleşiyor.

 

Bir sokak sanatçısı olarak başlamış anlaşılan Burçin.

 

O kadar tatlı, o kadar içten gelerek yapıyorlar ki işlerini, bayıldım doğrusu.

 

Ayta Sözeriyi de yorumlarıyla tek geçerim…

 

Derken…

 

“Mercan Dede” namıyla tanınan Bursalı sanatçı Arkın Allen’ın uzun yılların ardında, 62’nci Kültür Sanat Festivali kapsamında kentimize geleceği ve BKSV tarafından Merinos’ta oluşturulan konser alanında bir performans sergileyeceği bilgisi düştü önüme.

 

Ceza ve Hayko Cepkin’i dinlemem; tarzım değildir, bana hitap etmezler çünkü.

 

Mercan Dede bu iki sanatçıyı da sahnesine katmış.

 

Eğer O böyle bir sunum yapacaksa, mutlaka kayda değer!

 

Bilet bulabilmek için Bursa Kültür ve Sanat Turizm Vakfı Genel Sekreteri Fehim Ferik’i aradım.

 

Fehim’i yıllardır tanırım.

 

Birlikte görev yaptıkları Hikmet Şahin döneminden beri daha iyi tanırım.

 

Ne kadar saygılı, hatır gönül bilen ve iş beceren bir yapıya sahiptir bu çocuk.

 

Bir tanedir yani.

 

Yanımıza Ahmet Muhip Dıranas’ın, “Ne Güzel Komşumuzdun Sen Fahriye Abla” şiirindeki gibi vefalı, biraz çapkın, şirin, dünyanın en güzel komşusu Sevim Gülsuyu’nu da alarak gittik konsere.

 

Meydanda oturan ve ayakta binlerce insan var.

 

Mercan bir başladı sahne performansına, zaten ilk saniyelerden itibaren herkesi alıp çekti içine…

 

Aman Allahım!..

 

Sahne dekoru, teknoloji, ışık, sağdan soldan ortama bir büyü gibi yayılan dumanlar, arada bir sahneden çıkan kocaman alevler, konser sırasında gökyüzüne fırlayan havai fişekler…

 

Sadece bir müzik değil, görsel şölen de yaşıyoruz…

 

Sonra Ceza çıktı ortaya…

 

Aynen bir “narkoz uzmanı” gibi Mercan arka fondan hem alt sesleri veriyor hem de “maestro” olarak akışı yönetiyor…

 

Bu kadar mı olur bir gösteri?..

 

Ceza mesleğinin doruk noktasında…

 

Arada bir semazenler gelip gidiyor sahneye…

 

Üzerlerindeki kostümlerin tasarımı profesyonelce, sanki Paris’li bir usta tarafından kurgulanmış…

 

Sonra Türklerde Albız, Al Karısı, Albastı, Hristiyan ve Musevilerde  “lilit” diye bilinen, Adem’in, Havva’dan önce ilk karısı olduğuna inanılan ve aslında Cennet’ten kovulmalarına sebep kişi, nam-ı diğer “Şeytan” tasvirli kıyafetlerle bir kadın çıkıyor müziklerin arasında dans ederek meydana…

 

Bas seslerin derinliği, notaların insanı büyüleyen tınısı artık bu dünyadan koparıyor insanı…

 

Ardından beyazlar içindeki meleği betimleyen bir karakter daha dans etmeye başlıyor…

 

Hayko Cepkin fırlayıp geliyor ardından…

 

Ve ilk çığlığını attığında heyecandan aniden irkilen bizim Sevim Gülsuyu’nun sütyenin sağ yanını tutan kopçası kopuyor!..

 

Çıkışta gülmekten neredeyse ölüyoruz!

 

Simetrisi bozulmuş yani, bir tarafı az aşağıda, diğer yanı yukarıda olan ve kendisiyle dalga geçmeyi bilecek kadar esprili ve komik olan Sevim, “Adam bir bağırdı, benim kopça koptu” diye geyik yapıyor hala!

 

Hayko da muhteşemdi…

 

Hatta muhteşem ötesiydi!..

 

Dünyada eşine benzerine az rastlanır bir akşam yaşattı Mercan Dede bize…

 

İyi ki bu dünyaya gelmiş, iyi ki “Mercan Dede” olmuş.

 

Ertesi gün Fehim Ferik’i arayıp kutlayıp, teşekkür ediyorum emekleri için.

 

Ardından soruyorum, “bu organizasyonları düzenleyen ekibin arka planında kim var”?

 

“Abi” diyor, “Vakıf’ta birlikte çalıştığımız Şule Dündar isimli bir hanım var. O’nun da emekleri büyük”.

 

Sonra Şule Hanım’ı da arayıp teşekkür ve tebrik ediyorum.

 

Fehim diyor ki, “Abi yarın akşam İznik antik tiyatroda Şeyh Bedrettin’in betimleneceği bir epik tiyatro gösterisi, bir orotoryo var. Oraya da gel istersen”?

 

Fikir müthiş!

 

Antik tiyatroda bir vakitler oraya sürgüne gönderilmiş, Nazım Hikmet’ten şiirler ve şarkılar eşliğinde “Şeyh Bedrettin” dinlenecek!

 

Toplamda sadece 300 kişinin izleyebileceği özel bir sunum olacak.

 

Kaçırmamam lazım.

 

Ertesi gün haftalık geleneksel piknik etkinliğimizi iptal ederek Şule Hanım’dan bu kez iki kişilik davetiye göndermesini rica ediyorum…

 

Hoş, hala beğendiğim pek çok çalışması bulunmakla birlikte gençliğimde Nazım Hikmet’in peşine epeyce takıldım…

 

Hatta çocukken ilk şiir kitabıyla o sıra genç bir teğmen olan Mustafa dayımın (Ekmekçi) Tekirdağ’daki evinde, O’nun kütüphanesinde bulunan eserler sayesinde tanışmıştım.

 

O vakitler Mustafa yeni evlenmişti ve hala henüz  “Mustafa’ydı”!..

 

Sonra yıllar içinde görüp anladım ki, özellikle eski kırık plak solcuların sandığı gibi ne nazım dünyanın ne en iyi şairi ne de aslında gerçek bir komünist!..

 

Can Ertan gibi romantik entelektüel biri sadece.

 

Ve hayatı sürekli yarı yolda bıraktığı kadınlarla gelip geçmiş!

 

Şeyh Bedrettin’in de peşinden bir hayli gittim…

 

Nazım’ın betimlemesiyle “yârin yanağından gayri her şeyde ortağız” şeklindeki görüşleri, insanoğlunun yüzbinlerce yıl önce mağaralara yaşadıkları süreçte her şeyi birbirleriyle ihtiyaçları olduğu kadar eşit paylaşabildikleri dönemlere hala hasret biri olarak, “komünal” fikirlerinden etkilenip, içimde hayli yücelttim O’nu…

 

Fakat sonra anladım ki Homo Sapiens’e dair her şey bir güç ve iktidar mücadelesinden ibaret!

 

Ve bu gün Yahudiler gibi taraftarları hala “mazlum” rolü oynuyorlar!

 

Oysa Bedrettin’in yamağı aslen Yahudi olan Torlak Kemal gibi, “Alevicilik” yapan bu Şeyh’in taraftarları kazığa oturtmak da dahil, öncesinde on binlerce Türk’ün canını almış!

 

Kemalpaşazade Tarihi tüm bu olayları ayrıntılarıyla yazar.

 

Bu gün gavurların güdümündeki PKK nasıl hem binlerce canımıza kıyıp, Türkiye’ye yani hepimize en az 500 milyar dolar kadar soktuysa…

 

Yıldırım’ın ardından Devlet’i toparlamaya çalışan ve bu gün mübarek bedeni Yeşil Türbe’de yatan Çelebi Mehmet’in önüne sırf iktidarı yıkmak için çıkan, çıkarılan bu herifler yani, Bedrettin ve taraftarları da 500 küsur yıl önce aynı belaları sarmışlar, vergi ve ekonomik sıkıntılardan dolayı sıkıntıya giren Anadolu Türkmenlerini hoş ve dahi boş  sözlerle etkileyerek isyan ettirip, Osmanlıyı ağır bir buhrana sokmuşlardır.

 

“Şahkulu İsyanı’ndan” başlayarak ve dikkat edin, adamın adı bile tarihe “Şah kulu” diye geçmiş, İran Şah’ı İsmail’in yani Safevi Devlet’in beslemesi, kışkırtması ve ön vermesiyle Sultan 1’nci Mehmet’i devirip, iktidarı ele geçirmek amacıyla alet olup kullanılmışlardır.

 

Adamları isyan başlatıp bir miktar muaffak olunca sürgün edildiği İznik’ten kaçan Bedrettin’i himaye edip, Karadeniz üzerinden Balkanlara geçmesini sağlayan da mesela yine Osmanlı’ya rakip, İsfendiyaroğlu Beyliği’dir.

 

Devlet’ler tarihi hep böyle işler aslında.

 

Ama bizim akılsız Anadolu Türkmenlerinden bazıları hala semah dönerek “Şaha Gidelim” diye türküler söylerler.

 

Şah’ın sonunu da gördünüz!

 

Yüzyıllardır özellikle anneleri tarafından beyinlerine nakşedilen bilgilerle hareket edip, dünyayı hem kendilerine hem de başkalarına zehir eder kimileri.

 

“Arap seviciliğinin” başka bir versiyonudur bu!

 

Timur’dan sonra 11 yıl boyunca yaşanan fetret devrini ve kardeşler arasındaki kavgaları iyi okuyup analiz edemeyen hiç kimse Sultan Çelebi Mehmet’i anlayamaz.

 

Osman Gazi’den sonra yıkılan Devlet’i ikinci kez kuran kişidir mekan-ı Cennet rahmetli.

 

Onca cana kıymalarının ardından yakalanıp Serez’de sallandırılan Bedrettin gibi o hain Yahudi dönmesi Torlak Kemal, Börklüce Mustafa da deve semerlerine bağlanıp, çarmıha gerilerek gebertilmişler, işbirlikçi adamlarıysa İzmir’in, Selçuk İlçesi’nde, Ayasuluk Tepesi’nde, yaptıklarının bedelini canlarıyla ödemişlerdir.

 

Oysa önce “sürgüne” gönderecek kadar merhametli bir insandır Çelebi Mehmet.

 

O yıllarda bunların kökünü de epeyce derinden rahmetli Yavuz Sultan Selim kazımıştır!

 

Ve Kuyucu Murat Paşa!

 

Neyse, iyilik ve kötülükleriyle Şeyh Bedrettin’in gençliğimden kalan bir hatırası vardı bende ve o akşam yaşadığım Mercan Dede konserinin keyfiyle, yine çok uzun zamandan beri girmediğim Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın İnternet sitesine baktım…

 

Aa! Orada çok tanıdık bir “soy ismi” çıktı karşıma:

 

“Etkeser”

 

“Yönetim Kurulu Başkanvekili Sadi Etkeser…”

 

Yönetim kurulu başkanı Metin Atış’ı gıyaben tanıyorum, Atış Yapı’nın sahibi Ahmet’in oğlu bildiğim kadarıyla…

 

“Allah Allah” dedim, “bu adam Muhammet abinin nesi oluyor ki acaba?..”

 

Sadi Etkeser büyük oğluymuş Harput Holding’in kurucusu Muhammet Etkeser’in…

 

Bir önceki dönem de Vakfın başkanlığını O yürütmüş.

 

Sonra işlerinin yoğunluğu nedeniyle “Beni bu sefer beni  ‘başkanvekili’ yapın” demiş.

 

“İki oğlum var” dedi Muhammet abi, “ellerinden öperler”.

 

Ben hayatımda böyle mütevazı, böylesine “olmuş” bir insan çok az tanıdım.

 

Etkeser Ailesi ve Harput Holding’in bu ülkeye, özellikle bu kente o kadar çok katkısı var ki, saymakla bitmez!..

 

Yeşil Camisini, Bursa’nın ilk ulu camisi Orhangazi’yi restore ettiren, kent ulaşımını kolaylaştırmak için pek çok geçit yaptıran, kültür sanat faaliyetlerine ciddi kaynaklar harcayarak sponsor olan üstelik Bursa ve Bursa tarihini bir tarih profesörünün bilemeyeceği kadar iyi tanıyan müthiş bir insan Muhammet Etkeser…

 

“Filan adresteki filanca kişinin bir sakat arabasına ihtiyacı var abi” diyorum mesela; ertesi sabah 7’de onca işine rağmen üşenmiyor, gidip aldıktan sonra ihtiyaç sahibine bizzat kendi eliyle teslim ediyor!

 

Tanımış olmaktan, varlığından dolayı onurluyum, uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum O’na…

 

Ee baba böyle biri olur da oğlu olmaz mı hiç?

 

“Vakıf’taki emekleri ve bize o konserde yaşattıkları için teşekkür ettiğimi” iletiyorum Etkeser’e.

 

“Zaten” diyor, “geçen dönemden itibaren festival konseptini Sadi değiştirdi; zaman fakirliğinden dolayı ben gidemiyorum ama uzaktan takip ediyorum”!..

 

Ardından ekliyor:

 

“Şimdi sen bu Şeyh Bedrettin sağ olsa O’nun peşinden gidersin!”

 

-Eskiden, gençken gitmişliğim var abi ama bu gün asla gitmem! Peki sen kimin peşinden giderdin?

 

“Niyazi Mısri!..”

 

Vayy!

 

“Vahdet-i Vucut” felsefesinin en değerli temsilcilerinden, padişahlara bile Ayasofya’da verdiği vaazlarla yüzlerine karşı kafa tutabilen, bu gün Bursa’da yerinde Heykel’deki PTT binasının bulunduğu alanda dergahı olan Niyazi Mısri!..

 

Bir gün O’nu da anlatırız…

 

Metin Atış ve Sadi Etkeser’in namında tüm yöneticileri kutluyorum.

 

Sonra sosyal medyaya bakıyorum usulca…

 

Sevim Gülsuyu Hayko Cepkin’in sahne almasıyla kopçası kopan sutyenini değiştirmiş, üzerine kırmızı bir bluz giyip, dudağına da kırmızı rujunu sürdükten sonra fotoğrafını çekip, Facebook’tan yayınlamış!

 

Ne güzel komşumuzsun sen Sevim Gülsuyu!

 

İznik’te saat 21.00’de başlayacak “Bedrettin Orotoryosu” için yola erken çıkıyoruz ve ormanlarımızı biraz daha koklayabilmek adına önce Keles Kocayayla üzerinden, Boğaz Ova, İnegöl ve devamında Alanyurt’tan, Yenişehir’e, sonra da antik tiyatroya geçmeyi planlıyoruz…

 

Kocayayla’da şölen varmış…

 

Yolda yanımızdan önünde “çakarlı ışık” takılı “sivil” arabalar geçiyor.

 

Oysa sivil araçların Emniyet ve İstihbarat teşkilatlarına ait olmadıkları mühletçe ne siren ne de çakarlı ışık kullanmaları yasal değil, cezai yaptırım gerektirecek şekilde yasak…

 

Bir-iki tanesinin arka koltuğunda oturan hem görmemiş hem de sonradan bile göremeyecek (!) Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait şirketlerde yeni dönemde yönetici yapılan tipler olduğunu görüyorum!

 

Ulen ne saltanat be!

 

Önde şoför ve koruma, herif oturmuş arka koltuğa, araba belediyeden, yakıt oradan, yemekler oradan, maaş oradan, al karıyı yanına Kocayayla’ya şölene git gezdir getir!

 

Mustafa Bozbey’in daha önce Nilüfer Belediyesi’ne aldığı, sonra NİLVAK’ta kullandığı, devamında Belediye iştiraki olan TARIM AŞ’nin başına geçirdiği Sedat Akar isimli bir çocuk var…

 

Bu aslında Nilüfer’de hiçbir iş de yapmadı.

 

“Bankamatikle çalışan” kaldırım mühendisi sizin anlayacağınız!

 

Kaç sefer orada boş boş otururken amirinin bunu “bira içerken” yakaladığını öğrenmiştim geçmişte!

 

Nilüfer Belediyesi’nde yahu!

 

Daha geçenlerde bunlar “resmi plakalı araçla” üstelik, gece Mudanya’dan kafayı çekmiş vaziyette dönerlerken polise yakalandılar!

 

Gülümseyin Bursa’dasınız!

 

Valla bu duruma insan ağzıyla değil, ancak götüyle güler!

 

Bu Sedat Akar İsmet Karaca’nın yanında önce “yancı” olarak takılmaya başladı.

 

Leman Meyhanesinin sifon biraları bedavaydı yandaşlara o dönemde çünkü!

 

Ve yakın zaman önce artık her nasılsa alabildiği 35 yıllık bir  BMW otomobilinin fotoğraflarını çekip çekip Facebook’ta yayınlardı, “İşte BMW arabam” diye Sedat!

 

O kadar yani!

 

Şimdi çocuk Bozbey tarafından TARIM AŞ’ye müdür yapıldı, “gözü kalktı”, telefonlara bile çıkmaya tenezzül etmiyor görgüsüz, şirketin garajında kendi kendisine tahsis ettiği 3 adet araba var; belediyeden!..

 

Gülümseyin Bursa’dasınız!

 

Daha yeni yine belediye bütçesinden Mercedes Vito marka üst donanımlı 6 araç daha kiralandı Tarım AŞ. Üzerinden…

 

16 VV 01, 02, 03, 04, 05, 06 plakalı minibüsler…

 

Mevcut 3’nü koy kenara, Sedat için yine son model yeni bir tane daha gelecek!

 

Mısırı durutin mi

Ambarda kürittin mi

Anan çarık giyerdi

Sen bunu unuttun mi?!.

 

Ulen donunu bile toplayamayan adamlar Çakarlılarla dolaşmaya başladı memlekette!

 

Gülümseyin Bursa’dasınız!

 

Bizim Sevim Gülsuyu bu gün denize girmek için arkadaşlarıyla Kumla’ya gitmiş…

 

Telefonda “Deniz nasıl temiz, nasıl temiz anlatamam” diyor…

 

Ee tabi Eski Başkan Alinur Aktaş Körfez’e görev yaptığı dönemde 200 milyon dolarlık arıtma tesisi yaparsa deniz elbette bu gün temiz olur!

 

Bizim Gülsuyu da billur gibi suya girer!

 

İznik, bünyesinde “dikili taş” bulunan dünyanın ender, çok özel şehirlerinden biridir.

 

Merhum Kaymakam Hüseyin Avcı’yı bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum.

 

İlçeye o kadar büyük hizmetleri oldu ki, yeniden paylaşmak için bu gün zamanı değil…

 

Vali olmayı bir değil, yüz kere hak eden bir insandı rahmetli…

 

Mesela İznik surlarının önemli bir girişi olan “Lefke Kapı’yı” toprak altından çıkarıp usulüne göre,  O açmıştır…

 

Dönemin FETÖ Valisi Şahabettin Harput, hakkında eften püften meseleler yüzünden soruşturma başlattı.

 

Daha sonra hiç hak etmediği halde tüm bunlara dayanamadı ve kalp krizinden hayatını kaybetti zavallı.

 

Daha sonra anladım…

 

FETÖ kadrolarını koyabilmek için önünü kesmişler adamın!

 

İznik halkı tarihinde çok büyük acılar yaşamıştır.

 

En büyük felaketi de Arap ve Latin kuşatmalarında görmüştür.

 

Anfi tiyatrolar hep yamaçlara yapılır, eğimden faydalanabilmek için.

 

İznik’teki yapı düz zemin üzerine dolgu yapılıp yükseltilerek inşa edilmiş dünyanın ender tiyatrolarından biridir ve bu gün üzerinde insanların üzerlerine oturarak gösteri izleyebileceği mermer basamakları yoktur.

 

Bahsettiğim istila girişimleri sırasında şehri koruyabilmek için her biri yerlerinden sökülüp, surların yükseltilebilmesi için kullanılmıştır çünkü!

 

İstila sırasında o kadar çok kan akmış, o kadar çok akmıştır ki, ölenlerin cesetleri gömmek için fırsat ve zaman bulunamadığından getirilip, tiyatronun ortasına istiflenmiştir.

 

Bir kat ceset, üstüne on santim toprak, bir kat ceset, üstüne on santim toprak…

 

Tiyatronun ortasında metrelerce yüksekliğinde açık mezarlık vardı.

 

Eski Vali Şahabettin arkeologların fırçayla çalışması gereken alana dozerle girdi!..

 

Kamyon kamyon tarihi malzemeyi alıp bir yere döktüler.

 

Kaymakam Hüseyin Avcı’nın kemikleri bir kez daha sızladı!

 

Evren de Harput’a gereken cezayı kesti!

 

Konser alanına girmek için sıra bekliyoruz…

 

Barış Yıldırım’la, Murat Mengirkaon isimli iki müzisyen, “Geniş Merdiven Ensemble” isimli bir grup kurmuşlar, beraberlerindeki orkestrayla birlikte şiirli şarkılı Bedrettin oynayacaklar…

 

Toplamı 300 kişiden oluşan izleyiciler yavaş yavaş gelmeye başlıyor…

 

Çoğu Darka’dan, İstanbullu eski solcular…

 

Aralarında bol miktarda “albay öldüren” kıvamında yalnız “kadın” var!..

 

Bu “tipleme” albay olan kocalarını “dırdırla” emeklilik sonrası çabucak öldürüp, ordu evlerinde 1 liraya çay, 5 liraya kuaför, 10 lira yemek bandında artık rahat (!) ve özgür yaşayan hatunlar içindir.

 

Gelenlerin bir kısmı kırık plak eski solcu takımı…

 

Ambiyans müthiş!

 

Konuya istinaden yer seçimi olağanüstü…

 

Işıklandırma, ses sistemi mükemmel…

 

Sonra Kayıhan Pala “yalı kazığı” gibi dikilmeye, taze damat misali ortalıkta  dolaşmaya, etrafa kendini göstermeye girişiyor!..

 

Siyasette tanıdığım en mütevazı ve üretken insanlardan biri  Doktor Ceyhun İrgil’dir.

 

Bir dönem milletvekilliği yapmış, sonra bir daha aday olmamıştır!

 

Sultan 2’nci Murat gibi kenara çekilebilecek kadar olmuş ve olgun bir insandır.

 

Anlaşılan Kayıhan önümüzdeki dönem Meclis’e yine gitmeye azimli!

 

O da “solculuktan” geçinen karakterler arasında!

 

Bursa Erkek Lisesi’nde aynı sınıftaydık…

 

Değil solcu, “lümpen” bile değildi!

 

Hangi ara “solcu” oldu işte onu hiç anlayamadım?!.

 

Üzerlerine “cılık, culuk, cilik” gibi ekler yapışanları hiç hazetmiyorum!

 

Mesela “dincilik, solculuk, ümmetçilik, şeriatçılık, Alevicilik” gibi!..

 

Orkestra elemanları son derece vasat…

 

Daha önce çoktan hazır edilmesi gereken yaylı sazların akortlarını bile izleyicilerin önünde yapıyorlar!

 

Sonra sözünü ettiğim iki tip çıkıyor sahneye ve başlıyorlar konuşmaya…

 

Biri, Hikmet Kıvılcımlı’ya atfen şunu söylüyor:

 

Efendim “Eğer Şeyh Bedrettin İsyanı” olmasaymış, Osmanlı imparatorluk kuramazmış!..”

 

“Hass…” diycem ama şimdi olmayacak; son yazılarımda hayli argo kullandım çünkü!..

 

Ulen iç organları hariç, tahnit edilmiş bedeni yine Bursa’da, Çekirge’de yatan 1’nci Murat Kosova’ya kadar gidip, Avrupa’nın yarısını çoktan almıştı be!..

 

Herifler “Bedrettin Oratoryosu” hazırlayıp bestelemişler ve bunu yaparken gelip hayatlarında bir kez bile İznik’i gezmemişler!

 

İlk defa o da Bursa Büyükşehir Belediyesi sayesinde o gün gündüz gezmişler de Bedrettin’in yürüdüğü sokaklarda dolaşmışlar!

 

Muhtemelen yüz milyonlarca para cukkalacaklar ve İznik’e hiç gelmemişler!

 

Bir diğeri başlamasın mı Çelebi Mehmet’i kötülemeye!..

 

Biz Erkek Lisesi’ndeyken, yan taraftaki Bursa Kız Lisesi öğrencileriyle ortak bir “Atatürk Oratoryosu” hazırlayıp, sahnelemiştik…

 

Yemin ediyorum, bunların parayla yaptıklarından çok daha başarılıydı…

 

Her şeyleri vasat mı vasat!

 

Müzikler berbat!

 

Kalitesiz!

 

İçlerinde ruh yok!

 

Sahneye çıkardıkları “dişsiz” bir moruk, diksiyon sanatından habersiz peltek peltek şiir okuyor!

 

Hiç olmazsa Nüzhet Şenbay okuyup da geleydi!

 

“Alevi” inanç ve geleneklerini taşıyan insanlara saygım sonsuz ama bunlar “Alevi-cilik” yapıyorlar ve bundan nemalanıyorlar resmen…

 

Büyük olasılıkla eski yönetim zamanında planlanan festival programının içine yeni Başkan Mustafa Bozbey’in yanından ayırmadığı “Alevi-cilik” yapan tiplerden birileri sokmuş olmalı bunları “para kazansınlar” diye!..

 

Yoksa sanat değerleri sıfır!

 

Meyhaneci Feza Soysal da görünmüyor ortalıklarda ama…

 

O güzelim emekler, o güzelim ambiyans kül oldu gitti sahneye çıkarılan herifler yüzünden…

 

Siz o Osmanlı’nın kıçını öpün kıçını!

 

Eğer yerdiğiniz o Çelebi Mehmet olmasaydı, bu gün siz de olmazdınız!..

 

İnsanlarımız tarih bilmiyor ve ne yazık ki farkındalıkları çok düşük…

 

Geçenlerde bir baktım, milleti kandırmak için Kuran okuyan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu (Müdafa) gibi, seçim öncesinde gidip namaza duran Mustafa Bozbey, Yıldırım Bayazid Türbesi’ndeki katafalkın üzerine sırma işlemeli bir örtü serip, “Osmanlı-cılık” oynuyor!..

 

Yanına danışman aldığı insanların da hiç biri bilip de demiyor ki “Yıldırım’ın cenazesi burada değil”!..

 

İşte o yüce padişah Çelebi Mehmet Devlet ve milleti fetret devrinden kurtarmadan önce, babasının ölümü için Yıldırım’ı suçlayan Karamanoğlu Beyi 2’nci Mehmet, Bursa’yı kuşatıyor.

 

Alamayınca da intikam için sur dışında bulunan Yıldırım’ın kemiklerini önce askerlerine çiğnetiyor, sonra da Tuz Pazarı’nda şu anda Evkur olarak faaliyet gösteren Nalıncılar Hamamı’nın külhanında yaktırıyor!

 

Çünkü Şamanizm DNA’lı Türk inançlarına göre kemikleri olmayan bir insanın farklı formlarda da olsa yeniden dünyaya gelmesi mümkün değildir!..

 

Şimdi Yıldırım’ın değil cenazesi, kemiklerinin külü bile ortalıkta yok!

 

Bu laf da Bozbey’e gelsin:

 

“Kılavuzu karga olanın!..”

 

Eğer Sedat Akar gibi akmasını ve kokmasını bilmeyen, kifayetsiz, bilgisiz, eğitimsiz, üstüne üstlük bir de muhteris insanlardan yönetici yapılırsa bunlar daha küçük birer başlangıç, akılsız başın cezasını ayaklar çeker!

 

Yan tarafa doğru eğiliyorum, gidelim mi?

 

“Deminden beri ben de aynı şeyi söyleyecektim” yanıtı geliyor karşıdan!

 

Zamanımız kıymetli!

 

Kıymetsiz bir etkinlikte geçirilemeyecek kadar değerli!

 

Kısa süre sonra kalkıp gidiyoruz!

 

Aynı bizim gibi düşünen başka insanlar da var…

 

Çıkışta yanımızdan geçen birine soruyorum, “Siz niye kalktınız” diye?

 

“Ben bu kadar kötü bir müzik duymadım, eve kaliteli birkaç parça dinlemek için gidiyorum” diyor adam!

 

Bursa’ya dönüşte arabada Burçin’i dinliyoruz…

 

Çok çok uzun yıllardır öyle namazla, camiyle filan pek işim yoktur…

 

Ama “güzel” olan her şeyi severim…

 

Sonra, Araplardan almalarına rağmen pek çok şeyi kaliteli ve estetik bir hale getiren Osmanlı’nın “Saba Makamında” okunan “sabah ezanını” dinliyoruz!

 

Mest oluyorum!..

 

Adamlar yüzlerce yıl önce vakit ezanlarını bile farklı ton, tını ve makamla besteleyip, uygulamışlar…

 

Siz bu gün uydurukça kullandığınız “iki notanın” bile belini doğrultamamışsınız!

 

Eline, beline ve özellikle de “diline” hakim ol!

 

Olamıyorsan da “müzisyenim” diye ortaya çıkma!

 

NOT: Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Merinos, Osmangazi Salonu’nda Aziza Mustafa Zadeh’ ve orkestrasını dinledik.

Kadının uyguladığı piyano sanatı müthişti.

Bir ara küçük oğluna da sahnede yer verdi.

Özellikle davulcusuna bayıldım.

Zadeh, sadece piyano virtüözü olarak değil, güçlü sesiyle caz stilinde söylediği Azeri eserlerle de dinleyicilerini büyüledi.

Getiren götürenlerin eline sağlık.

Diğer Haberler