Yazarlar

OSB'nin yolları, kaldır Hüseyin Kolları!

post-img

Hey Allah’ım ya!

 

“Dünya Kız Çocukları Günü’ymüş” o gün…

 

Kahvaltı masasında benimle birlikte üç hanım var…

 

Biri hayat arkadaşım, canımın içi, nalet kadın(!) dahası, benim gibi bir erkeğin bile kanını beynine üç saniyede sıçratabilecek yetenekte, işletim sisteminde ender yazılım ve uygulamalar barındıran, buna karşılık zamana, mekana, duruma göre güncellemelerini muntazaman yapan, doğa tarafından dişi olarak formatlanmış biyolojik bir bilgisayar yani, eşim…

 

Diğeriyse kızım…

 

Benden de pek çok data almasına karşın hala bazı yönlerden Windows 3’ten kalan sayfaları çalıştırmayı sürdüren, bir yandan babasıyla sürekli  rekabet halinde kendini ispatlamaya çalışan, sık sık “sen kimsin ki” demeye çalışarak racon kesen biricik kızım?!.

 

Aslında “Süper Mario” gibi bir şey; bu gün Los Angeles’te, yarın Los Keles’te dolaşan bir insan yavrusu işte!

 

Bu arada, Windows 3, Microsoft’un MS-DOS işletim sistemi üzerinde oluşturduğu grafik ara yüzü içeren döneminin son sürümüdür.

 

22 Mayıs 1990 tarihinde piyasaya sunulmuştur ve Windows ailesinin en başarılı çalışması olarak anılır hala.

 

Mürüvvet’imin de grafik özellikleri pek yüksek.

 

Maşallah, güzel kızdır kendisi.

 

“Çingene yavrusu güzel gelir” derler de!

 

Bu yazılımı 1 Eylül 1991’de piyasaya sürdük biz; lakin, kadere bakın ki, nüfusa bir yıl geç yazdırdığım halde eskilerin tarzıyla, “belki azıcık geç gider” diye...

 

Los Bursa’dan çıktığı hayat yolculuğunun neredeyse yarısını Los Angeles’in, Santa Monica şehrinde sürdürdü kendi iradesiyle hatun; Cumartesi gene gidiyor çok üzgünüm.

 

Kahvaltı masasındaki “üçüncü kadın” mı?

 

Çocukluğumuzun kitabı Zagor isimli çizgi romanın kahramanı  “Çiko” lakaplı “Cico Felipe Cayetone Lopez Martinez ve Gonzales” gibi uzun bir isme sahip olan “Sofia Costanza Brigida Villani Scicolone’ye” benzettiğim, klasik Hollywood sinemasının en büyük yıldızlarından İtalyan oyuncu Sophia Loren  gibi zarif, güzel bir hatun bu.

 

Sophia aslında İtalyan’dan daha çok Fransız film artistlerini andırıyordu sağlığında…

 

Fransız sanatçı Serge Gainsbourg’la yaşadığı romantik ve sanatsal birliktelik nedeniyle sevgilisinin ulusundan sanılan, aslında Londra doğumlu Jane Birkin gibi duygusal ve naif bir kimlik sergilerdi.

 

Citroen otomobil firması “C” serisini ilk kez 1945 yılında tasarladı.

 

Lakin savaş ortamının gerektirdiği başka ihtiyaçlar nedeniyle Fransa Hükümeti üretimini ilkin kabul etmedi ve bunun üzerine tasarımcılar arabanın tüm tamirat işlerinin tek anahtarla yapılabildiği yepyeni bir model geliştirdiler.

 

Bursa’da bilebildiğim o da 1973 model Citroen CV 6 serisine sahip bir tek koleksiyoner İnşaat Yüksek Mühendisi Ömer Kavuncuoğlu var.

 

Ömer abi gustoları olan özel biridir, öyle ortalığa çıkıp da “Parasını ödediğim halde, Mercedes’imi vermiyorlar, Mercedes’imi vermiyorlar” diye bağıranlar gibi sonradan görme, “kenar mahalle adamı” hiç değildir!

 

Aracın üstü açık bir tipini koruyor Ömer Kavuncuoğlu.

 

Kahvaltı masasındaki üçüncü hatunu Ömer abinin antika aracının direksiyonunda hayal ediyorum birden bire, araba Akdeniz ikliminde bir gidiş, bir geliş alt tarafı uçurum, ötesi uçsuz bucaksız deniz olan daracık, virajlı asfalt bir yolda hızla ilerliyor; kadının başını yarı yarıya kapatmış olan pembe ipek bir eşarp rüzgardan dolayı savrulup boynuna doğru iniyor…

 

Saçları uçuşuyor havada yelden ötürü…

 

Güneş gözlüğü var yüzünde…

 

Az sonra fonda Van Gogh’un fırçasından haykırmış gibi duran  buğday tarlalarının üstünde uçuşan kargalar ve ileride fırtına habercisi lacivert karanlık bulutlar…

 

Yalnızlık seziyorum sesinde, biraz da hüzün.

 

Kızın burnu hafif kalkık, muhtemelen annesine benziyor ve gözleri suyun öte yakasından gelen kadınların kadim yaşanmışlıklardan izler barındırmakta, renkli.

 

Adı: Sedef Güzel

 

Güzel, zarif bir kız.

 

Swiss Otel Uludağ Bursa’nın pazarlama ve iletişim işlerini üstlenen çalışanlarından biriymiş.

 

Kadınlardan başladım yazmaya ve o günkü muhteşem  kahvaltıya

 

Yine geri döneceğim ama…

 

Günün ilerleyen saatlerinde sosyal medyada bir vakitlerin efsane kadın politikacılarından Yıldırım Belediye Eski Başkan Yardımcısı Aysel Papatya’yı gördüm yanında kızıyla.

 

Hani “Dünya Kız çocukları Günü” ya o gün…

 

Bir kutlayayım istedim…

 

Yeni nesil bilmez, Aysel Papatya her ne kadar bayrak kırmızısı ceketleri sevse de, en az örümceğin “kara dulu” kadar baskın ve genomu zengin bir kadındır aslında.

 

Sesi telefondan 8 ohm 50 watt gücünde geliyor hala:

 

-Ablacığım, bütün kadınlar erkeklerden daha akıllıymış doğru mu?

 

“Ben!..”

 

-Bazı kadınlar diğerlerinden de akıllıymış, doğru mu?

 

“Ben!..”

 

-Fakat bütün kadınlar en az 150 gram nevrotikmiş, hatta bazılarında doz aşımı varmış ve bu oran 250 grama kadar çıkabiliyormuş ne dersin?

 

(İşte tam da bu noktada birazcık gülüyoruz!..)

 

Ve Papatya “Ablam, ben 250 gramlık yani biraz da çatlak olan hemcinslerimi daha çok seviyorum” deyince top kaleye giriveriyor böylece.

 

Özlemişim Aysel Papatya’yı.

 

Jane Birkin’i de özledim.

 

Tam 76 yaşında odasında ölü bulundu zavallı.

 

Gökten yüzünüze doğru lapa lapa kar yağdığını düşünün şimdi?

 

Açık havada sıcacık bir havuzun içindesiniz.

 

Hiç biri diğerine benzemeyen kristalize tanecikleri dilinizle yakalamaya çalışıyorsunuz…

 

Lapa lapa kar yağıyor, ladin, köknar ve çam ormanlarıyla kaplı çevre pamuk gibi bembeyaz ama siz sıcacık bir suyun içindesiniz orada.

 

Dilinize düşen ilk taneyi duyumsayarak dalıyorsunuz derine doğru.

 

Dışarıda kar ve siz, lakin ana rahmi gibi sıcacık, güvenli bir ortamdasınız huzurla orada.

 

Bunu yaşamak için yapmanız gereken tek şey havanın biraz soğumasını ve Cennet’ten bir köşe olan Uludağ’ımızın hareketlenmesini beklemek.

 

Ve burası Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın öngörüsüyle kentimize bir ziynet gibi kazandırılmış Swiss Otel’den başka bir yer değil.

 

Otel’in sıcak suyla bezenmiş havuzları sadece içeride değil, yapı dışında, bahçede de hizmet sunuyor konuklarına.

 

BTSO’nun Kurumsal İletişim Müdürü Selahattin Budakoğlu’nun davetiyle, bir mezbelelik halindeyken BTSO trafından Uludağ-Kirazlıyayla’ya kurulan  Business School yani, Swiss Otel’in kahvaltı salonundayız.

 

Masanın üçüncü kız çocuğu Sedef Hanım ilkin mercimekten yapılıp ustaca pişirilmiş cevizli ekmekten ikram ediyor bizlere.

 

Uff! Çok iyi. Ve sıradışı…

 

Taze ceviz ve bizde “kedi üzümü” derler, doğada yetişmiş böğürtlenler birer taç gibi yerleştiriliyor masanın üstüne servis elemanları tarafından.

 

Özen ve ayrıntı Swissotel’de bulabileceğiniz türden incelikler.

 

İnek sütünden imal edilmiş has tereyağı, manda kaymağından mamul olanın yanı sıra adeta cennet hurması gibi eriyip gidiyor insanın damağında.

 

Sütlü ürünlerin çoğu çevre köylerden.

 

Yaban mersinli sütlü içecek, antrikotun hasından yapılıp kağıt kıvamında dilimlenmiş ince kıyım pastırma, greyfurtun müthiş aroması, sizi sabah sabah şöyle az ötedeki dağlara doğru uçurup yeniden getiriyor oraya.

 

Zeytin’in hası, envai çeşit peynirin de nefaseti işin cabası.

 

Reçeller, bal çeşitleri, unlu mamuller hele bir de Samet Usta’nın yaptığı Bitter İsviçre çikolatası eşliğindeki kruvasanların süslediği masa, ladin ormanlarının içerisinde yaşayan bir sincap gibi mutlu ediyor insanı.

 

Ürünlerin birinden diğerine zıplıyorsunuz keyifle.

 

Öztiryakiler’in yaptığı muhteşem bir fırını kullanıyor ustalar.

 

Çıkan eserlerin(!) tiryakisi olmanız işten bile değil.

 

Bursa’da deneyimlediğim en güzel kahvaltılardan biri oldu Swiss Otel Uludağ’da “Dünya Kız Çocukları Günü’nde” yaptığım.

 

Kent turizmi adına en son, en değerli yatırımlardan biri BTSO’nun iş bilirliğiyle yaşama geçirilmiş olan bu tesis.

 

Daha şimdiden 150 kişi civarında istihdam sağlamış.

 

Duvarlardaki tabloları İbrahim Burkay seçmiş, modern çizgilere sahip bu eserler oteldeki her mekana ayrı bir incelik katıyor, ruh halinize göre de imgelemlerinizi oluşturmak size kalmış artık.

 

Ey Sedef, üstü açık Citroen’deki burnu kalkık ipek eşarplı güzel kız…

 

Sana sesleniyorum hey!..

 

Şömine eksik şömine.

 

Vardı da bana mı denk gelmedi yoksa unutuldu mu?

 

Göremedim hiçbir yerde.

 

Uludağ’daki bir otelde şöyle çatır çatır yanan bir şömine olmaz mı hiç?

 

De bunu tasarımcılara.

 

Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ayrı, Bursa Organize Sanayi Bölgesi Yönetimi ayrı kuruluşlardır.

 

BTSO’nun başında İbrahim Burkay, Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nin başındaysa Durmazların Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz vardır.

 

Bu günkü lafımın bir kısmı Bursa Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Hüseyin Durmaz’a gidecek ama…

 

Hüseyin beyin biraz beklemesi gerekecek.

 

En azından yazıyı sonuna kadar okusun canım!

 

Ama bu arada kendisiyle ilgili bir anekdot paylaşayım…

 

Hüseyin Durmaz otelin lobisinde oturmuş, az buzlu sek viskisini yudumlayarak artık yavaş yavaş 8-10 saat sonra batacak güneşin atmosferde yaratacağı renk cümbüşünü izlemeye hazırlanmaktadır!..

 

Nemrut Dağı’na çıkıp da gün batımını izlediğinden beri en büyük hobisi budur Hüseyin Bey’in…

 

Müşterisini memnun edip bahşişi kapmak isteyen orostopol ruhlu Gürcü kökenli (Çünkü anlatılanlara göre kalınan otel Gürcistan'dadır.) yalama bir garson elinde bir kase, çifte kavrulmuş fındıkla yaklaşır yanına:

 

“Mermi mermi, mermi bunlar be yaa” der sırıtarak!..

 

Hüseyin Durmaz şöyle bir gülümser önce; sonra da garsona dönerek “Evladım” der, “onlar mermi de… Bizde artık o mermileri atacak silah nerede”?..

 

İşte bu günkü yazımda Durmaz’a “o mermileri atacak imkanı” sunacağım az sonra, “takır takır” ateşleyecek vallahi, tabii yerinden biraz kalkması gerekecek bu durumda!..

 

Ve “OSB’nin yolları, kaldır Hüseyin kolları” şarkısı eşliğinde göbek atacağız birlikte.

 

Şimdilik biraz daha dereden tepeden gidelim:

 

Yoksa hemen direkt girelim mi konuya?

 

Ama bi durun ya…

 

Yazacak yüzlerce mesele var günümüz Bursa’sında…

 

Lakin, bir-ikisinden söz etmeden geçemeyeceğim…

 

Kentimizin en mutlu iki insanından söz edeceğim size önce…

 

Biri, koltuğunun altına sıkıştırdığı turşu kavanozunun içindeki kabuğu alınmış taze cevizleri Kültürpark’ta masa masa dolaşarak satan, sonra da kazandığı parayla her akşam kendine Yusuf Restoran’da 35’lik rakı, meze tabağı ve çoban kavurmadan müteşekkil enfes bir masa donatan emekçi Galip Çalıştırıcı elbette.

 

O’ndaki keyif Hüseyin Durmaz’da yoktur vallahi!

 

Diğeriyse, kentin her yerini, adeta her trafik tabelasını kendi ismiyle donatan, her köşeye çıkartmalar yapıştıran, en son Nilüfer’de yeni açılan Doruk Hastanesi’nin önündeki toteme de markasını üstelik de bedavaya işledikten sonra “imaj yapıcılık” mesleğinde nirvanaya ulaşan ve böylece yeni bir orgazm daha yaşayan Silimci Oktay’dır  (Çınar) kesinlikle!..

 

Silinecek bir şeyim olursa hayatta, kesinlikle O’na sildireceğim emin olun!

 

Hüseyin Durmaz’ın mutlaka bu iki isimle arkadaşlık yapması, biraz birlikte takılması lazım onca para içinde mutlu olabilmesi için!

 

Fakat hiç ilişmemesi gereken birileri varsa onlar da Bursa Medicana Hastanesi’nin sahip ve yöneticileridir!

 

Bu nasıl bir zihniyettir ya?!.

 

Hastane giriş kapısının yanına, camın dibine sürekli park edilen torpilli iki araç, biri manda kasa Volvo, diğeri son model Skoda…

 

Gidiş gelişler sırasında sordum, Skoda başhekim yardımcısınınmış, Volvo’yo da gümüşi saçları meçli, yüzü botokslu, ördek dudaklı, büyük ihtimalle Nişantaşı Girl Kolej (Nişantaşı Ortaokulu) mezunu geçkince bir hatun binip gidiyor.

 

Binanın yan taraftaki otoparkını da hastalara kapatmış uyanıklar!

 

Kapıya “doludur” levhası koymuşlar!

 

Tedavi olmak için gittiğinizde arabanızı mecburen valeye veriyorsunuz.

 

Hastane “vale işini” özel bir firmaya ihale etmiş sözde.

 

İndi bindi 70 kaat!..

 

Ohh! Şuramdan da!

 

Bu ne utanmazlıktır ya!

 

Bir özel hastane “otopark hizmetini” kendisi bedava karşılamaya mecburdur!

 

Binaya ve şirkete ruhsat verilirken gelecek araçlar için yeterli kapasiteye sahip olup olmadığı gözetilir!

 

Yok eğer ihtiyacı karşılamıyorsa, izin verilmez ya da kapısına kilit vurulur birader!

 

Ağzında sakızıyla vale kulübesinin yanında sigara içen gevşek bir kadın, “İstediğiniz yere park edin beyfendüü,  burası özel bir işletme” diye yanıtlıyor itiraz edenleri!

 

Ayıp be!

 

Aracınızı yola bıraktığınız vakitse, beraberinde polis memurları olduğu halde cukkayı kapmak için atmaca gibi bekleyen çekicilerle burun buruna geliyorsunuz ne hikmetse?!.

 

Saniyeler içerisinde alıp götürüyorlar arabayı!

 

Belli ki danışıklı dövüş ve herkes memnun!

 

Tezgah kurulmuş!

 

Bursa İl Emniyet Müdürü Sabit Akın Zaimoğlu, bir el atın şu meseleye…

 

Çekicilerin yanında polisi gören vatandaş tepki gösteriyor haklı olarak!

 

Bu kentte çekilecek başka araç kalmadı mı da neredeyse tüm ekipler oraya toplaşmış?!.

 

Gidin Çarşamba Pazarı pardon, Şam’daki arabaları çektirin!

 

Özel hastane sahiplerinin bu aç gözlülüğü Bursa’nın kanayan yarası nicedir…

 

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, -güya- otoparkı yeterli olmadığı halde geçmişte o bina ve işletmeye ruhsat verenlerin çıban çıksın k.çında!..

 

Verildiği halde kontrol etmeyenler de “kıl dönmesi” geçirsin inşallah da kıvrım kıvrım kıvransınlar!

 

Yollayın iki zabıta canım her gün, bakalım garaj dolu mu boş mu?

 

Bu arada, Bursa İl Sağlık Müdürü Orkun Yıldırım’ın habire sakal taramaktan dolayı sağlığı bozulmuş olmalı ki, böyle ufak tefek meselelerle ilgilenmiyor muhterem!

 

Şimdi gelelim Hüseyin Durmaz’a…

 

Hüseyin Bey civanım…

 

Yazarınıza uzun süredir ulaşan bilgilere göre Bursa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki uyanık ve haddini bilmez bazı fabrika sahipleri bulundukları binaların etrafını önce sundurmalarla çevirmiş, buraları depo olarak kullandıktan sonra yasaya aykırı bir şekilde etraflarını brandayla kamufle edip, ardından da içeriden kartonpiyerle kapatmak suretiyle haksız yere bir o kadar daha fabrika yeri elde etmişler!..

 

Göz göre göre üstelik de şehrin göbeğinde kaçak fabrika inşaatı!..

 

Yüzmilyonlarca liralık gayrı yasal, vergisiz, haksız kazançtır sözünü ettiğim!

 

Kimler olduğunu bilmiyorsanız, sırasıyla sorun söyleyeyim?

 

Hüseyin Bey civanım…

 

Meselenin peşini bırakmam!

 

Başının etini bir kadeh bourbonla yerim…

 

Bu uygulamalar “imar barışının” son bulduğu 31-12-2017 tarihinden sonra yapıldı ve öncesinde kayıt altına alınmadıysa eğer “kaçak” hükmündedir.

 

Hoş, kayıt altına alınsa bile ruhsatlandırılamadığı için yine de “kaçak” hükmündedir ve derhal yıkılmayı gerektirir!

 

Ve bu durum sizin sorumluluğunuz altındadır!

 

OSB yönetimi bu durumu tespit edip yıkılmaları için muhataplarına tebligatta bulundu mu…

 

Müdahale etti mi…

 

Durumu gereği yapılmak üzere yerel yönetime resmi olarak bildirdi mi?

 

Ne oldu, nasıl oldu yani?

 

www.yenibursa.com’a ulaşan tarihli uydu görüntüleri ve bazı fotoğraflara bakarak söylüyorum bunları.

 

Bu “sundurma” görüntüsü altındaki kapalı kaçak fabrika binalarının 31-12-2017 tarihinden sonra da yapılmaya devam edildiği, yeni eklentiler kurulduğu açıkça görünüyor oralarda.

 

Bir talan ve “sessiz gemi” var ortalıkta…

 

Öyle Samanlı, soğanlı diye yellenip gaz çıkaranlar kendi kaçak binalarını yıkacaklar önce!

 

Bunlar yapılırken durum size intikal etti mi Hüseyin Bey civanım?..

 

Etmediyse şimdi etcek mi?

 

“Şu bunun yakını, bu bunun yakını, zaten aynı şeyi feşmekangiller de yapmıştı” demeyip, pazartesi sabahtan itibaren meseleye el koyacak mısınız?

 

Yoksa ilgili bakanlıklar nezdinde Ankara’da başkaları mı koysun?

 

Başkaları koymasın; koyabiliyorsanız eğer  “siz koyun” derim ben.

 

Mermi benden dabanca sizden!

 

OSB’nin yolları, hadi kaldır artık Hüseyin kolları!

 

Bir Durmaz’a bu kadar durmak yakışmaz, bi yerden başlamak lazım…

 

Hadi be ya?

 

Koskoca Durmaz, üç-beş kapçık ağızlıdan mı çekinecek bu devirde?

 

Hadi hadi, kaldır kolları!

 

 

Diğer Haberler