Yazarlar

Engin Özpınar (ARA YAZI)

post-img

Ne akar, ne kokar, ne de bulaşırdı.

 

Adnan Baştopu’nun Iphone 3 modeli gibi daha doğrusu Türkçe deyimler sözlüğüne göre “Tavşan b.ku” misali bir adamdı.

 

Genel yayın yönetmeni olarak sabah işe gelir önce yarım saat kırk dakika kadar helada  s.çardı.

 

Sonra, günlük gazetelerin birinci sayfalarına göz atar, dişlerini sapsarı yapan sigarasından Kızılderili reisi “Oturan Boğa” gibi iki fırt çeker, ardından da kahvesini yudumlamaya başlardı.

 

Patron Cavit Çağlar’ın has be has öz adamıydı.

 

Uşak gibiydi yani, patron ne derse onu yazdırır, meslekte var olmasını sağladığı Ahmet Emin Yılmaz’la uzun görüşmeler yaptıktan sonra, ertesi günün manşetini belirlemiş olurdu.

 

Her nedense bana ilişemezdi!

 

Hoş, birkaç teşebbüsü de olmadı değil.

 

“Koymayın abi” derdim, “benim yazımdan bir nokta bile sizi sıkıntıya sokarsa eğer koymayın!..”

 

Ama yazımdaki tek harfi bile değiştirtmem!

 

Rahmetli Tankut abi (Sözeri) O’na yüzüne karşı “ev öküzü” derdi her karşılaştıklarında.

 

Bir gün sordum “Abi ‘ev öküzü’ ne demek” diye?

 

“Oğlum” dedi, ahırın kapısı açılınca içerideki öküzler bok ve sidik kokusundan kurtulalım, biraz da çimen yiyelim” diye hemen kendilerini dışarı atarlar ancak, içlerinden bazıları vardır ki, kıçını bile kıpırdatmaz, aynı yerde, aynı mekanda önüne konan samanı yiyip durur; işte Anadolu’da onlara “ev öküzü” denir, ne çıkar, bu Engin de böyledir, ne akar, ne kokar, ne de bulaşır!

 

Valla ne birine iliştiğini, ne bulaştığını ne de üç kuruşluk faydası olduğunu duydum.

 

Yoldan geçen bir kediye elli gram mama verdiğini hiç duymadım.

 

İki yüzlüydü.

 

Yıllar önce TKP’nin Tayyare Sineması’nda yapılan kongre sonrasında Adalet Partisi ve MHP’liler tarafından kovalanan Komünist gençlerin sille tokat Setbaşı Köprüsü’nde sıkıştırıldıkları vakit aşağıdaki yükseltiye atlayıp kaçanın kendisi olduğunu anlatırdı üstelik.

 

Sonra bu kişinin rahmetli Avukat Şükrü Akmansoy olduğu konuşuldu uzun yıllar boyunca.

 

O yılları anlattığımız bir gün “Ne Engin’i, ne Akmansoy’u Mehmet Ali” dedi, “bendim aşağı atlayan! Oradan sağa doğru sıvışıp, bir evin apartman boşluğuna sığındım. Hoş! Oraya da gelip yokladılar ama bulamadılar beni.”

 

Meğerse TKP’nin Bursa Merkez İlçe Başkanı merhum Tankut Sözeri’ymiş!

 

Bu Engin’e de mesela duvarlara yazı yazacaklar değil mi?

 

İçinde kireç ve aktardan alınan bir kilo toz boyayla karıştırılmış bir kova sıvı dolu karışım hazırlanıp, Engin’e verilirmiş.

 

Yani adamın “solculuk” hayatında yaptığı tek şey gece çıkılan duvar yazılarında “kova taşımak” olmuş!

 

İşte bu nedenle kayda alınıp örgüt üyesi olmak, örgüt adına eylem yapmak, cakkıdı, cukkudu işlere girişmek gibi suçlardan, 12 Eylül sonrasında davaları görülmüş.

 

Olmuş bizim Engin, “solcu Engin”!

 

Kadere bak, işte kimileri Engin olur, kimileri de zengin!

 

Engin, Engin olmaya başladığı vakitler, Cavit Çağlar da zenginleşmeye başladı.

 

Hatta hiçbir şeyden sorumluluğu bulunmayan bakanlığı sırasında Engin’in davalarını çözen, basın kartı almasını sağlayan da Cavit Çağlar oldu.

 

Sabah kalkınca sosyal medyada gördüm ki, Olay Gazetesi’nin yayın bişeysi Engin Özpınar ölmüş.

 

“Ya n’apayım ki acaba, gitsem mi FSM’deki camiye” diye düşündüm.

 

Evladımı kaybettiğimden dolayı cenaze törenlerine pek gitmiyorum/gidemiyorum.

 

Zaten bu törenimsi ritüeller ölü için değil, kalanlar içindir!

 

Aa Selami kaç yıl oldu görüşemedik lan!

 

İşte şimdi görüştük ya olum!

 

“Kah kah kah!..”

 

Budur yani…

 

İki salla, üç bağla, gömün a. Kodumun!

 

Mezarlığa oradakilerin dörtte biri bile gitmez.

 

Gidenlerse cantık ve ayran için verirler.

 

Bir Engin Özpınar geçti dünyadan.

 

Altı gün sonra bakteri üremesinden dolayı şişip patlayacak.

 

Sonra, burnundan itibaren kuruyup toprak olacak.

 

Ve yer yüzünde bıraktığı sedalarla anılacak.

 

Sever miyim kendisini?

 

Hiç sevmezdim!

 

Ha Fikri, Fikri…

 

Her hafta gazeteyi dolaşan Kitapçı Fikri’den taksitle kitap alır, masasının üstüne Demirel gibi dizerdi ne kadar çok okuduğu anlaşılsın diye!

 

Len bi baktım, bir gün “dış politika” yazıları yazıyor…

 

İç politikayı ne zaman öğrendin de dışa kaydın Engin?

 

Sevimsiz, sevgisiz, don yağı gibi bir insandı.

 

“Ölünün arkasından konuşulmazmış!..”

 

Hastirin lan!

 

Arkasından konuşma, önünden konuşma, sağından, solundan, dibinden, tepesinden konuşma adam ya da kadın nefes alırken her naneyi yemiş ama konuşma işte, konuşma lan!

 

Ben öldüğümde dibime kadar konuşun; konuşacak bir mert bulduğumda tüm sevaplarımın yarısı O’nun olsun.

 

Engin Özpınar ölmüş…

 

Bana ne ya, kime ne?

 

Ne vakit birlikte çay içtiniz?

 

Ne vakit birlikte yemek yediniz.

 

Kime kaç kuruşluk faydası oldu?

 

Şimdi gidecek bir sürü mübarek insan iki sallayacak bir bağlayacak…

 

Arapça “Allahü ekber (Allah büyüktür) diyecek.

 

Hoca mevtanın yanında “dattiri, duttiri, duttiri, dattiri”

 

Engin Özpınar ölmüş…

 

N’apayım öldüyse

 

Gömün A. Koyim…

 

 

 

 

 

 

 

 

Diğer Haberler