Bir yandan içine birkaç damla limon suyu katarak tatlandırdığım İlhan Sarı Tam Organik Zeytin Yaprağı çayından yudumluyor, diğer yandan ayağında yıldız tozuyla uzaydan gelip, memlekete geri dönen Alper Gezeravcı’nın basın toplantısını izliyorum merakla televizyonda.
Arada bir hatırlatıyorum, bunu yapmaya da devam edeceğim; ola ki birilerine de faydası olur.
Çünkü bünyesinde İnsan ömrünü uzatan, kanser hücreleri dahil vücuda giren pek çok virüs ve mikropla Tiryaki Hasan Paşa’nın sadece 9 bin askerle 100 bin kişilik Avusturya, İtalya, İspanya, Malta ve Papalık ordusuna karşı yaptığı “Kanije Savunması” misali mücadele eden “Oleuropein” maddesi vardır bu çayın.
Artık tiryakisi olduğum, bağışıklık sistemini mucizevi bir şekilde harekete geçirerek kanser hücrelerini yok eden İlhan Sarı Organik Zeytin Yaprağı Çayı’nda bolca bulunan bu “Oleuropein” maddesiyle ilgili İnternet’te yer alan bilimsel makaleleri okursanız eğer, kısaca şöyle denir oralarda:
“Oleuropein antiatherogenik, antiviral, antiinflamatuar, antimik- robiyal gibi sağlık üzerine faydalı etkileri vardır. Ayrıca oleuropein lipoprotein oksidasyonunu önleyen (59 59 Page 2 Ötleş ve Özyurt’lar), antioksidandır, kanser önleyicidir ve Alzeheimer hastalığını önlemeye de yardımcı olur.”
Konuyla ilgili www.ilhansari.com adresinden ya da “Google Akademik” sayfasındaki bilimsel makalelerden bolca bilgi edinebilirsiniz.
Üstelik de içimi hoş, adeta bir “ölümsüzlük iksiri” gibidir İlhan Sarı Organik Zeytin Yaprağı Çayı’ndaki Oleuropein.
Televizyonu izlerken, bir porselen kupada demlediğim zeytin çayının yanında ayrıca leblebi yiyoruz “Şermin’le” birlikte.
Evimizin çılgın kedisi Şermin taze kavrulmuş leblebiyi çok seviyor.
İlk göz ağrımız rahmetli Kezban da “kestaneyi” çok severdi!
Bahçemizde en büyük zevki, akşama kadar yemeğine musallat olan kargaları kovalamak olan Sivas’ın, Kangal İlçesi’nden çıkma diğer kızımız “Fıstık’sa” yumurtalı karnabahara bayılıyor biliyor musunuz?!.
Zaten bizim evde “normal” ne var ki!
Çok değil, sürekli 22 tansiyonla gezen mesela ben!
Geçmişte 27’yi gördü bu beden biliyor musunuz?
Hoop, apar topar ambülansla 3’ncü kez anjiyoya!
Son 2 yıldır yoğun bakımlar, hastanelerin acil servisleri mekanım oldu!
Biraz kendime gelip ayılınca doktorum İç Hastalıkları Uzmanı Serdar Almacıoğlu’na sordum bir keresinde, “Beni niye yoğun bakıma yatırdın” diye?
Yanıtı basitti:
“Ölmemen için abi” dedi!..
Çok garip, atlattığım onca badireye rağmen neyse ki şimdilik ölmedim, hala yaşıyorum her şeye inat!
Demek ki daha dokunacağım hayatlar var!
Çalışma masamın üzerinde bilgisayarın arkasından yüzüme bakıp, “miyav” diyen Şermin’in önüne bir leblebi daha koyduktan sonra tekrar yöneldiğim televizyon ekranındaki ilk Türk Astronot Alper Gezeravcı alıp, geçmişe götürüyor beni.
Pek çok çocuk gibi pilot olmak, uçmak isterdim ben de henüz küçükken…
O dönem okuduğumuz çizgi romanlar ne kadar da geliştirdi hayal gücümüzü.
Rüyalarıma girerdi uçağın kabinindeki özel kıyafetler içindeki halim,
Gökyüzünde jet hızıyla uçarken tam bizim evin üstüne geldiğimde frene(!) basar, sonra bir düğmeyi çekerek açtığım alt kapaktan aşağı doğru sallandırdığım bir halat vasıtasıyla indiğim çatıdan eve, bizimkilerin yanına uğrardım gururla.
Sonra en küçük kardeşim Şahin’e, “Hadi gel, seni de gezdireyim” derdim!
Ardından O’nu da kucağıma alarak tekrar kabine çıkar, basardım uçağın gazına!
Hep çizgi romanlar sayesindeydi tüm bunlar.
Bayramlarda kibritle tutuşturup uçurduğum füzeler “uzaya gitme” arzumun bir yansımasıydı.
Üzerlerinde sürüyle yıldız resimleri olurdu.
Oturduğumuz o eski Rum evinin tavanı çok yüksek bodrumunda soba borularından füzeler tasarlar, aklımca evden bulabildiğim bir şeyleri karıştırıp deneyler yaparak uçurmak için gerekli gazı elde etmeye çalışırdım!
Sirkeyle karbonat bir araya geldiğinde acayip gaz oluşurdu mesela ama yanmazdı!
Çakırhamam, Temiz Cadde’deki sağlık ekipmanları satan dükkanlardan camdan deney tüpleri alırdım sabahları okula giderken evde annemin verdiği bir simitlik harçlıklarımı biriktirerek.
İleriki yıllarda sinema endüstrisi daha da gelişmiş, kurgu bilim filmleri artmıştı.
Heykel’de Dilek Sineması’nda Flash Gordon yani, Türkçe ismiyle “Feza’da Çarpışanlar” filmini izleyip çok etkilenecektim.
Mongo Gezegeni değişik ırklar, kültürler ve teknolojiler barındırıyordu.
Dünyada olduğu gibi “iyi” ve “kötü” orada da kendini gösteriyordu.
Aklıma, Mevlana’ya atfedilen bir söz geldi şimdi nedense:
“Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız.
Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır!..”
Cem Yılmaz’ın “Pek Yakında” filmini izlemiş miydiniz?
İşte Yılmaz’ın tek başına yönetmenlik koltuğuna oturduğu o yapımda Boğaç Boray rolünü üstlenerek eşini yeniden kazanmak için mücadele eden esas oğlan Zafer oğluna “Flash Gordon oyuncağı” yani, Hz. Muhammed’in Miraç’a çıkarken kullandığı “Burak” isimli binek hayvanına(!) benzeyen bir uzay aracı veriyordu!
Siyer’i Nebi ansiklopedilerinin Miraç’la ilgili bölümlerini okuduğunuzda peygamberin Kudüs’e giderken bindirildiği uçmağın tarifi kendi ağzından şöyle aktarılır:
“Merkepten büyük, katırdan küçük bir hayvandı. Önünde iki gözü vardı. Bu gözler ilerisini gündüz gibi aydınlatıyordu. Uyluğunda iki kanadı vardı! Cebrail beni üzerine oturttuğunda önümden -hiç anlamadığım- avazeler (sesler) duydum!..”
Görüyorsunuz değil mi?
Hayal gücüm beni bir saniyede yerden biraz yüksekte uçan küçük bir hava aracına götürdü!
Bakınız Google’da, Flash Gordon, Türkçe adıyla “Baytekin Oyuncağı”!..
(Aynısı, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde de var.)
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin kültür hizmeti olarak sunduğu müzeler geçen yıl 2 buçuk milyon ziyaretçi toplamış.
Başkan Alinur Aktaş bu konuda çok duyarlı ve şu ana kadar kent kültürüne müthiş hizmetler katmış bir isim.
En son üzerinde çalışılan Zindan Kapı, Bursa Mevlevihanesi ve hanlar bölgesinin açılması projeleri ömre bedel!
Muhalefet “Bir metre bile metro hattı açmadı” diyerek Aktaş aleyhine tezvirat yapıyor ama yine yanlış yapıyor!
Devreye yeni bir yazılım sokarak 4 dakikada gelen trenlerin duraklara yaklaşık 2 dakikada bir gelmesini sağladı Alinur Aktaş.
Ve bu sayede şimdiye kadar yapılan tüm hatlar kadar raylı sistemi bilişim teknolojisini kullanarak Bursalıların hizmetine sunmuş oldu.
Sadece devam eden Emek-Şehir Hastanesi metro çalışmasının sevabıysa Aktaş’ın yedi sülalesine yeter de artar bile!
Diğer taraftan kentimizde yaşayan biri daha var ki, sahip olduğu ufuk ve vizyonla adını tarihe altın harflerle yazdıran Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Burkay’dan başkası değil!..
Geçen hafta televizyonlarda Gezeravcı anılırken mutlaka Burkay’ın ve Bursa’nın da adı geçmeliydi, eksik kaldı.
Çünkü BTSO Başkanı İbrahim Burkay, Bursa Büyükşehir Belediyesi, TUBİTAK, Teknosab, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı işbirliğiyle gelecek nesillere öyle bir armağan bıraktı ki, o da eğer isterseniz oraya giderek yerçekimsiz ortamı deneyimleyip, astronot olarak Ay’da da yürüyebileceğiniz GUHEM yani, Gökmen Uzay Havacılık Eğitim Merkezi.
İlla da Alper Gezeravcı gibi fiziki olarak uzaya gitmeniz gerekmez.
BUTTİM alanındaki GUHEM’den de bir uzay aracına binip, similatörler vasıtasıyla fezaya çıkarak, bunun keyfini yaşayabilirsiniz.
Kendi roketinizi kendiniz fırlatabilir, Mars’ın yüzeyinde bir robot vasıtasıyla araştırmalar yapabilir, bir uzay mekiğinde dünyanın etrafını dolaşarak, Mercury 7 veya Vostok 1 kapsülleriyle atmosfere girerek Dünya’ya iniş yapabilirsiniz.
Geçmişte bazı yobazlar “Eğer Allah isteseydi biz kullarını kanat takarak yaratırdı” diyerek yüzyıllar önce uçuş denemeleri yapan Hazarfen Çelebiyi “kafir” ilan ettirip, katledilmesini sağlamışlar ama bu gün O’nun torunları gençlere uzayı ve havacılığı tanıtıp sevdirecek GUHEM gibi eserler yaratmakla meşgul, ne mutlu!
İbrahim Burkay diyor ki:
“Dünyada büyük bir rekabet alanına dönüşen uzay ve havacılık teknolojilerinde Türkiye’de gerekli altyapının kurulması ve nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi için ülkemizin genç ve dinamik nüfusunun uzay ve havacılık teknolojilerinin de içinde bulunduğu stratejik alanlara yönlendirilmesi büyük önem taşıyor.
Türkiye’nin uzay, havacılık temalı ilk interaktif merkezi GUHEM, yüksek teknoloji alanlarında araştırma yapmayı hedefleyen genç nesiller yetiştirilmesi ve ülkemizin yerli ve milli teknolojilerle uluslararası rekabet gücünün artırılması hedefi ile kurulan uzay temalı ilk interaktif merkezdir.
GUHEM, kurulduğu 13 bin metrekarelik alanda 154 interaktif düzenek, Havacılık Eğitim Merkezi, Uzay İnovasyon Laboratuvarı, Kimya ve Biyoloji Laboratuvarı, Matematik, Robotik Kodlama, Uzay, Havacılık Atölyeleri ile eğitim ve deneyim odaklı bir bakış açısı sunuyor.”
Gerçi daha çok yeni ama eğer yeterince tanıtımı yapılabilirse, yurt içi ve yurt dışından orası da milyonlarca insanı ağırlayabilir ileride.
“Boş muhalefet hastalığına” tutulmuş bazı akılsızlar yine harekete geçerek “Alper Gezeravcı’nın uzay çalışmalarının turistik seyahat niteliğinde olduğunu ve harcanan paranın boşa gittiğini” iddia ettiler.
Halt etmiş onlar!
Oradan elde edilecek zerre kadar bilgi bile Türkiye’nin ileride çıkacağı feza serüveni için hazineler kıymetinde!
Batı’nın onlarca yılda milyarlarca dolar harcayarak elde ettiği deneyimin aynı zamanda “casusluğunu” yaptı Gezeravcı!..
Bazıları dinlemezler ki anlamazlar, anlamazlar ki dinlemezler!
Hadi söyleyin bakalım, Türkiye neden Antartika’da araştırma istasyonu kurdu?
Hadi söyleyin bakalım, Amerika ve Rusya evrene açılırken turistik gezi mi planlıyordu sizce?
GUHEM’le ilgili bilgilere de https://www.guhem.org.tr/tr/hakkimizda linkinden ulaşabilir, Alper Gezeravcı’nın yaşadıklarını siz de görüp deneyimleyebilirsiniz.
Çocukluğumda böyle bir imkan olsaydı eğer, yazarınız şimdi Güneş sistemine 8.6 ışık yılı uzakta bulunan “Büyük Köpek Takımyıldızı” grubundaki Sirius dolaylarına gitmeyi düşler, yaşadıkları gezegenleri 3 bin 600 yılda bir dünyaya yakınlaştığı için yeryüzüne indikleri dillendirilen uzaylı komşularımızı aramaya koyulurdu!
Hem, Sümer mitolojisinin en önemli tanrı figürlerinden Enki’yle de tanışmış olabilirdi, kim bilir?!.
Teşekkürler İbrahim Burkay, teşekkürler Bursa Ticaret ve Sanayi Odası.
Ve teşekkürler artık görevini devretmeye hazırlanan Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem.
Geçen hafta siyaset dünyası bir türlü açıklanamayan CHP’nin Nilüfer, Gemlik ve Mudanya belediye başkan adaylarının kimler olacağı sorusuna kitlendi?
Meslek hayatımın en az 20 yılı boyunca ertesi gün yayınlanacak gazetemde bu tür bilgileri okuyucular önce benden öğrensinler diye uğraşıp durdum.
Şimdi hiçbir anlamı yok!
Bilgiler saniyesinde İnternet’e düşüyor çünkü!
Önemli olan işin öncesiyle sonrası arasında bağ kurup, insanları bilgi ve fikir sahibi yapabilmek.
Tecrübe işte böyle bir şey!
Evet, geçmişte yıllarca Nilüfer Belediye Başkan Yardımcılığı da yapan Turgay Erdem’i en sert şekilde eleştirenlerden biri de bendim.
Adam “tık” demedi!
Büyük bir zarafet ve nezaketle karşıladı durumu.
Ne mahkemeye vermeye kalkıştı, ne de çiğlik yaptı.
Görev süresi bitip çekilirken de iktidarıyla, muhalefetiyle “alkışlanarak” gitmeyi başardı Turgay Erdem.
Üstelik de yaşamının bu deminde Allah O’na bir hediye, bir evlat verdi.
İhtimaller yeni ihtimalleri doğurur!
Ne diyordu Mevlana?
“Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız.
Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır!..”
Neyse, millet “gak” dedi, “guk” dedi, tombaladan SHP ve CHP’nin Bursa İl eski başkanlarından Şadi Özdemir çıktı Nilüfer’e aday olarak.
Ve çıkar çıkmaz da başta kendi partilileri olmak üzere birileri bel altı vuruşlarla Özdemir’i yıpratma yarışına girdiler doğal olarak!
Ana konuysa, 1961 yılında Artvin’in Ardanuç İlçesinden çıkıp da ilkokulu Bursa’da Elmasbahçeler’de, liseyi Yıldırım Bayezid’te, üniversiteyi de 1982 yılında mezun olarak İstanbul’da okuyan Şadi Özdemir’in ortalıkta henüz Commodore 64 ev bilgisayarlarının, Basic ya da Fortran 4 programlama dillerinin dolaştığı senelerde, ta 1986 yılında kurduğu “bilişim” şirketi Litera’ydı.
İlk Commodore’mi 1982-83’te almıştım ben de.
Sonra Oric diye bir marka, devamında da artık teyp kasetiyle değil, diskle çalışan Commodore 128’im olmuştu.
Aradan yıllar geçti.
Eşiyle birlikte kurdukları Litera gittikçe büyüyor, yazılımlarını “akıllı kentler” üzerine geliştiriyordu.
Çünkü ileride bilgisayarlar her alanda hayatımıza girecek, insan yaşamı bilişim sayesinde inanılmaz derecede kolaylaşacaktı.
Türkiye’nin ilk yazılım şirketlerinden biri olan Litera, artık belediyelerde doğan yazılım sistemleri ihtiyacı üzerine ilk büyük işlerini Nilüfer ve Osmangazi’den alacaktı.
Devamındaysa çok büyük bir başarı gösterecek, belediyelerle işi olan vatandaşların ihtiyaçları bir düğmeye basılarak giderilecekti.
Ödül üzerine ödül alıyordu Şadi Özdemir’in öngörüsüyle kurulan Litera ve yazılımlarını sürekli geliştiriyor, ürünleri sadece belediyeler tarafından değil, pek çok özel kuruluş tarafından da rağbet görüyordu.
Litera tarafından üretilen “TeraCity” (Geleceğin Kent Sistemleri) yapılan çok ciddi yatırımlarla sadece Türkiye değil, dünyadaki diğer kentler için de ilgi odağıydı.
Bu anlattıklarımla ilgili geniş bilgiyi de https://teracity.com.tr/hakkimizda/ adresinden edinebilirsiniz.
Şadi Özdemir anasından bir elinde altı ok, diğer elindeyse zeytin dalıyla doğmasına rağmen sadece CHP’li belediyelere bilişim hizmeti vermiyor, Ak Partili belediyeler de Litera’nın yarattığı nimetlerden yararlanıyorlardı.
Yukarıda linkini verdiğim adresten müşterilerinin bir kısmına bakarsanız bunu açıkça görebilirsiniz.
Gel zaman, git zaman artık karpuz koltuğun altına sığmamaya başlamış, kurumsallaşmayı sürdüren ve bu gün “TeraCity” ismiyle anılan Litera kendine işleri çekip çevirebilecek kapasitede yeni ortaklar aramaya başlamıştı.
Bilişim sektöründeki hayat hikayesi ve kişisel gelişimi konuyla ilgili yazılan kitaplarda, en başarılı iş adamı profiline örnek gösterilen Osman Akın katıldı bünyeye.
Yükü önemli ölçüde Akın’ın üzerine bırakan Şadi Özdemir hem çok sevdiği siyasetle uğraşmaya devam edebiliyor, hem arada bir de olsa hafta sonları Ankara Yolu’nda eski fakültenin karşı aralığında bulunan ve Bursa’nın en güzel cağ kebabını yapan Livane Restoran’ın bulunduğu sokaktaki “Çağdaş Kıraathanesi’nde” eski arkadaşlarıyla briç oynayarak kafasını dağıtabiliyordu.
Bu gün Teracity’de her gün yaklaşık 70 bilgisayar mühendisi çeşitli kentlerdeki ofislerde harıl harıl çalışarak “yapay zeka” ve “robot teknolojisini” geliştiriyorlar.
Öyle sağdan soldan ihale kaparak yol almaya, para kazanmaya çalışan bir şirket değil Litera, tam tersi, ürünlerini edinebilmek için firmaların büyük bedeller ödemeyi göze aldığı Bursa ve Türkiye’nin göz bebeği bir kuruluş.
Özdemir’in siyasi rakipleri, geçmişte şimdi başkanlığına talip olduğu Nilüfer Belediyesi’ne kestiği faturaları çıkarıyorlar milletin önüne.
Yok, öyle bel altı vuruşlarla muhalefet yook!
Kesilen faturalar şimdiki iktidar zamanında zenginleşip karılarının altına çifter çifter milyonluk Jeep’ler çeken müteahhitlerin, avukatların, ve dahi hastanelere milyarlarca liralık cihaz ve malzeme satan tarikat şirketlerinin yanında uzaydaki bir yıldız tozu kadar etmez!
Varsa başka bir şey söyleyin yazalım?
Tabii bu durumda Şadi Özdemir eğer seçilirse ya Litera Nilüfer Belediyesi’yle çalışmayı sonlandıracak, ya da oradaki hisselerini hiçbir şaibeye meydan bırakmayacak şekilde yani, asla bir yakınına filan değil, gerçekten başka birine artık satacak!
Peki, başka bir şey var mı?
“Var-mış” gibi gösterilmek istenen tek bir şey var.
Ne zaman Şadi Özdemir siyasette bir yere gelse ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülen başka bir şey daha var!
O’nun başlangıcı da 2014 ve 2015 yılına dayanıyor.
Dönemin Aydın Belediyesi’ne bağlı Aydın Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) hizmetlerinde otomasyona geçmek için donanım ve yazılım ihtiyacı duyuyor.
Ürünlerini sunmak isteyen pek çok firma arasında Litera da vardır.
ASKİ yöneticileri diyorlar ki aynen diğerleri gibi Litera’ya da, “Programınızı değerlendirebilmemiz için denememiz lazım, bize bir örnek sunar mısınız”?
Bunun üzerine Litera kullanıp değerlendirmeleri için “şifrelerini” vererek yazılımı ASKİ’ye açıyor.
Sistem çok büyük başarıyla çalışıyor ve ardından yapılan ihaleyle iş Bursa’ya kalıyor.
Bu durum üzerine ASKİ yollanan demo sayfası üzerinden sisteme daimi olarak girip, hiç ara vermeden çalışmaya, elektronik hizmet vermeye hemen kolayca başlayıveriyor.
Devamında ASKİ Genel Müdürü’yle, dönemin Aydın Belediye başkanı bir nedenle papaz oluyorlar ve müdür o güne dek yapılan her işle ilgili savcılığa şikayet dilekçesi veriyor!
Dediğim gibi, 2014’te sunulan bu hizmet bir jeep parası kadar filan değil ha!
Bu durum üzerine Cumhuriyet Savcılığı belediyeye hizmet veren 33 şirketin arasına Litera’yı da katıyor ve dava açıyor!
Sebep şu:
“Programı niye ihale tamamlanmadan verdiniz?..”
-Yahu biz onu ilkin kullanıma para alarak sunmadık; onların talebi üzerine deneyip görsünler diye verdik! Kaldı ki, teklif veren diğer firmalardan da aynı şey istendi!
İşte tüm mesele bu!
Benim bu güne dek tanıdığım Şadi Özdemir dürüst bir insandır.
Ha! Bazı hataları yok mu?
Var!
Mesela biraz da ters adamdır!
Yarın bu gün imar mimar konularında kendi partisiyle bile çatışırsa hiç şaşırmayın!
Bizim yeni yetme gasteci milletinin sandığı gibi öyle Nurhayat ya da Kayıhan Pala’nın filan etkisi olmadı aday yapılmasında.
Ben bu iki milletvekilinin sadece konuşmak ya da ajitasyon yapmaktan başka henüz kimsenin yaralı parmağına işediğini görmedim!
Hele hele yakınlarına yıllardır Meclis’te yanında iş veren Nurhayat bu konuda tam bir garabet örneği.
Karayalçın yaptı, Karayalçın; Murat Karayalçın!..
İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesi, derin CHP’nin üyelerinden eski SHP Genel Başkanı sadece Şadi Özdemir’i değil, çok beğendiği Gemlik adayı Şükrü Deviren’i de genel merkeze refere etti ve aday yapılmasını sağladı.
Özdemir eski SHP’li ve sarsılmaz bir şekilde Karayalçın ekibindendir.
Adaylardan kimileri CHP koridorlarında dolaşırken Şadi Özdemir sessiz sedasız 20 gün boyunca Ankara’da kaldı ve Murat Karayalçın’ın yanından ayrılmadı!
Mustafa Bozbey de O’nun adaylığına “hayır” demedi.
Şimdi önemli olan seçildiği takdirde Özdemir’in etrafını saracak olan belediye meclis üyelerinin kimlerden oluşacağı konusu?
Burada asıl belirleyicinin Bursa Büyükşehir adayı Mustafa Bozbey olacağını düşünüyorum.
Eğer insan ilişkilerinde hata yapmazsa, personeliyle iyi diyaloglar kurar, onları gözetir, İmamoğlu seçilince kapağı bu kez İstanbul’a atan, sonra orayı da tüketip Bursa’ya geri dönen “barcı-kültürcü-organizatör-avantacı” ya da onların biraderlerini etrafına sokmazsa, ortak aklı ön plana alıp, Litera’yı kurduğu dönemdeki ruhuna geri dönerek yeni projeler üretmeye devam ederse iyilikle, hayırla anılır ve Turgay Erdem gibi sevilerek gider görevinden!..
Gemlik adayı Şükrü Deviren’e gelince…
Daha önce hiç tanımadığı halde bir kere konuşunca çok etkilenmiş Murat Karayalçın.
Adamın CV’sini okudum, muhteşem!
Öz geçmişini siz de okuyun.
Her görüşen çok etkileniyor.
Bu güne dek yaptıkları ve bakış açısı göz önüne alındığında al, “müsamere öğrencisi” görünümündeki Özgür Özel’in yerine oturt genel başkan olarak, kalite o derecede yani!
Ve CHP’nin Mudanya adayı Deniz Dalgıç…
Bundan uzun yıllar önce babası Kamil Dalgıç’ı DSP’den Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapmıştık.
Çok düzgün adamdır.
Ailece demokratik solcudur Dalgıç Ailesi.
Deniz Dalgıç’ın üzerinden de “kalite” ve “liyakat” akıyor.
Müthiş birikimli ve başarılı bir insan.
O’nu refere eden kişiyse Mustafa Bozbey.
Deniz Dalgıç’ı da ülke yönetiminde nereye istersen koy, başarıyla yürütür.
Çok güzel ve başarılı adaylar seçti CHP kendine.
Sahanın her yanında kıran kırana yarış olacak bu sefer!
Mudanya’nın son demlerini yaşayan Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz içinse en güzel ve doğru sözleri sosyal medyadan Şehir Gazetesi Yazıişleri Müdürü Alpaslan Yıldız söyledi:
“Hayri Türkyılmaz'a olan eleştiri ve itirazlarım pek tabi ki görevi itibariyleydi. Başkanlık görevi 47 gün sonra nihayete erecek. Benim açımdan konu kapanmıştır. Başka bir hikaye yazabilirdi ama o kötü hikayeyi tercih etti. Keşke görkemli bir veda töreni ile emekli olsaydı ama onun tercihi öyle olmadı. Eh bundan sonra düşünmek ve muhasebe etmek için epey zamanı olacak ...”
İlhan Sarı Organik Zeytin Yaprağı Çayım ne de çabuk bitmiş.
Kezban bir leblebi daha istiyor benden.
Yine önüne koyunca da yüzüme bakarak “kedi lisanıyla” gözlerini şöyle yavaşça iki sefer kırpıyor…
Bu, “seni seviyorum” demek!..
Ben de sizi seviyorum.