Yazarlar

Dokunuşlar (2)

post-img

ÖN NOT: (Bu yazı yaşam öykülerimden ve insan yüzlerinden  kesitler sunmaktadır. Bir makale değil, öykü tadında okunmalıdır. Uzundur. Biraz vakit ayıramayacaklar hiç başlamasınlar. İşlerine geri dönsünler. Önceki yazı 1’nci bölümü okumayanlar için de pek çok kısmı hiç bir anlam teşkil etmez. Ona göre baştan haber vereyim dedim.)

 

 

Bizin orda bir laf vardır, “Bela bela üstüne gelmeyince gelmeyen o belanın ta sülalesini …..” diye!

 

Enteresandır, bitmedi gitti o sıkıntılı dönem.

 

Doğru, aslında senin “çözdüm” dediğin yer, yeni bir problemin başlangıcıdır.

 

Öte yandan, “her bela aslında bir fırsattır” tabii, eğer sen de istersen!

 

Dönemin başsavcısının aramasıyla kovulduğum Olay’ın ardından yine Bursa Hakimiyet Gazetesi’ne geçmiş, bir yıl sonra “Boru mu Baro mu” başlıklı yazım üzerine Adliyeyi, daha doğrusu Başsavcı Emin Özler’i eleştirmekten dolayı açılan davayla, Bursa Barosu’nunki birleştirilmiş, üstelik de öyle asliye filan değil, ağır ceza mahkemesinde iki hakim, bir savcıdan oluşan heyetin karşısına çıkmıştım.

 

Daha ilk duruşmada mahkemenin başkanı davadan çekildi, “Sayın yazarın sözünü ettiği olaylar silsilesinde ben de vardım, yazılanlar doğrudur” diyerek üstelik!

 

Hala bitmedi, sürüyor, ne badireler atlattım şu meslek hayatımda.

 

Üstelik yine beş parasızım, bazı gün oluyor cebimde 1 lira yok o vakitler!

 

Rahmetli Ömer Göktuğ’un hakkını nasıl ödeyebilirim?

 

Sıra dışı, çok özel bir insandı, sanki aynı kumaştan yapılmıştık, dik başlıydı biraz Ömer abi.

 

Bir akşam birlikte yemek yedik, “Gel seni Ankara’ya götüreyim” dedi, İstanbul gece hayatı ve magazin demektir. Üstelik kendini de kaptırıverirsin orada karılara. İki saniye televizyonda görünmek için yapmayacakları şey yoktur bunların. Ankara’daysa politika var. Bilgi dağarcığın genişler. Orada sana bir daire vereyim, istediğin kadar da para…”

 

İyi güzel de dünyaya gözümü ilk açtığımdan beri sevdiklerim de burada, sevmediklerim de…

 

Üstelik o dönem sevmeyenlerimi de sevdiğimi fark ettim nedense!

 

Ankara’ya Flash TV Haber Merkezi’ne gittim ama beynim sürekli Tanju Okan’ın ses verdiği “Hasret” isimli parçasını söylüyor:

 

“Bu akşam çok efkarlıyım

Kalbim neden kan ağlıyor bunu bir bilsen sevgilim

Güneş solgun gündüz gece

İçimde sen bir bilmece ızdırabı heceliyor

Sensiz yalnız, sensiz hiçim

Gözyaşlarım yağmur gibi yanağımı ıslatıyor

 

Dudaklarımda bir ateş

Avuçlarımda alevsin

Sensiz yalnız, sensiz hiçim

İlahımsın sevgilimsin sen benim her şeyimsin”

 

Bu arada “Kadınım” başta olmak üzere Tanju Okan’a güfte sunan Mehmet Teoman’a da buradan sevgilerimi yolluyorum.

 

Her hafta Ankara’da Cuma’dan biniyorum otobüse, önce evdekilerle geçirilen zaman sonra vınn!..

 

Başka bir kadına meftunum çünkü!

 

Bir hafta O, bir hafta ben gidip gidip geliyoruz…

 

Çeyrek yüzyılı aşkın süredir benim yazılarımı okuyanlar iyi bilirler ki,  bazen ironi, bazen espri, bazen herkesin günlük hayatta bilip kullandığı argo ki, argo suç değildir zaten, bazen ağır eleştiri…

 

Tarzım böyle bir şeydir yani.

 

Kaleme aldıklarımda bazen şarkı, bazen şiir, bazen bir parça tarih de bulursunuz.

 

Dur bakalım, eğer telifli değilse en sonda Youtube’dan bir de şarkı paylaşayım sizlerle.

 

Diğer yandan, yaptıklarım, yazdıklarım ve dahi yaşadıklarımla ilgili kimlerin ne düşündüğü zerre kadar umurumda değildir.

 

Yanlış da benimdir doğru da…

 

Ekmeğimi onlar mı verdi bunca yıl sanki?

 

Dar günümde, zor günümde insanlar elini eteğini çekmişken yanımda onlar mı oldu?

 

Yaşadılar mı yaşadıklarımı, şimdiye dek hissettiklerimi duyumsadılar mı?

 

Aydee! Geç gülüm geç!

 

Bazen sadece 10 kişiye yazarım döşediklerimi!

 

Aklıyla, zekasıyla, yaşanmışlıklarıyla o 10 kişi bana yeter de artar bile.

 

Binlerce arkadaşı vardır insanın ama tüm ömrü boyunca sadece 3 dost biriktirmek çok büyük bir nimet ve şanstır!

 

İşte o zor dönemlerde İnşaat Yüksek Mühendisi Ömer Kavuncuoğlu’nun dostluğunu, “dokunuşlarını” asla unutamam!

 

Ömer abi candır!

 

Madem hakimle, savcıyla başladık bu günkü yazımıza, biraz argo ve tebessümle devam edelim…

 

Eskiden “Deli Hafız” diye bir meczup dolaşırdı Bursa sokaklarında.

 

Genellikle Ulucami-Heykel bölgesini kendine mesken tutar, sanki dua okuyormuş gibi başını sallayıp mırıldanarak dilencilik yapardı.

 

Seksen yaşını aşmış, beli bükük anası da piyango bileti satardı o günkü nafakalarını çıkarabilmek için.

 

Sonra onları dönemin Osmangazi Belediye Başkanı Basri Sönmez huzurevine koydu.

 

Orada da çok iyi bakılarak huzur içinde öldüler.

 

Ve Basri Sönmez de öyle, 5 yıldızlı bir otel kıvamındaki özel bir hastanede kapadı gözlerini.

 

Hayatın kendi içinde çok ilginç dengeleri vardır.

 

Kimi zaman cenneti, kimi zaman da cehennemi yaşarsın arka arkaya!..

 

Olmaz mı?

 

Oluyor işte…

 

Her gün haberlere bakarken mutlaka görüyorsunuz, gelinine, baldızına ve hatta öz çocuğuna tecavüz edenler, müridinin hem kendini, hem karısını hem de anasını sinkaf edip badeleyenler…

 

Güneydoğu ve Ortadoğu’ya bir bakın hele…

 

İnce sesli tüm türkücüler bu rahle-i tedrisattan geçerek gelir İstanbul’a!

 

O yıllarda esnaftan biri gariban “Deli Hafız’ı” dükkanından içeri çekerek tecavüz eder!..

 

Adam deli meli ama usûl mevzuat biliyor.

 

Üstüne bir de bahşiş alamayınca doğruca adliyenin yolunu tutar şikayetçi olmak için!

 

Sonuçta hakimin karşısına çıkar her ikisi de…

 

Hakim esnafa sorar:

 

“Bu kişiye fiili livata uyguladığınız iddia ediliyor; ne söyleyeceksiniz?”

 

Adam yanıt verir:

 

“Yok vallahi hakim bey, tamamen iftira! Şahıs zaten deli. Aklı başında değil. Ben öyle bir şey yapar mıyım hiç?..”

 

Sıra Deli Hafız’a gelir.

 

-Evet, söyle evladım. Bu şahıs seni şey yapmış. Doğru mu bu?”

 

Deli Hafız, hakim yerine önce karşısındaki tecavüzcü esnafa doğru bakar ve fıkra formatında gerçekte sarf edilmiş şu sözleri telaffuz eder:

 

“Şikşene, hadi erkeksen hakimi de şikşene!..”

 

Durum böylece anlaşılır!

 

Şimdi azıcık politikaya da girelim ve özellikle belediye başkanlarına bir-iki öneride bulunalım:

 

Geçen sene Heykel civarında yürürken bunalıp, tuvalet aramaya başladım.

 

Vakıflar Bankası’na açılan alt geçitteki ayakyolunun vergi levhasına şöyle bir baktığımda “matrahsız” yazdığını gördüm.

 

Yani işleten adamlar gider gösterip, vergi ödemiyorlar.

 

Bursa Vergi Dairesi Başkanı da “Karlar düşer, düşer düşer ağlarım” şarkısı eşliğinde salep içip sıcacık ofisinde camdan karı seyrediyor!

 

Belediyeden kiralanan tuvaletin önü ana baba günü!..

 

Ben şimdiye kadar hiçbir tuvaletten fiş, fatura verildiğini de görmedim!

 

İnsan ayırır, “gaz 10 lira, küçük 20 lira, paket 50 lira” filan diye!

 

Mustafa Bozbey yol kenarındaki otoparkları ücretsiz yaptı ki, bence yanlış!

 

Doz ayarı uygulanmalıydı aslında.

 

Bu durumda zaten yeterli olmayan yollar tüm gün otopark, cadde kenarları araba kiralayan şirketlere bedava garaj olacak!

 

Tuvaleti işleten firmaya baktım bu sefer, “Bilmem ne altın, mücevherat, kuyumculuk” filan yazıyor.

 

Vay be! İnsan tersi altından değerli, daha çok gelir getiriyor demek ki!

 

Belli ki kapalı çarşıdaki zengin bir tüccara şimdiye dek indirdiği paralar yetmemiş, üstüne bir de milletin boku püsürüğünden nemalanmaya çalışıyor!

 

İlişkileri de sağlam kurunca, o bölgedeki helaların tümünü yıllardır bu kuyumcu işletiyor!

 

Ardından da istediği fiyatı koyuyor tabii; ne arayan ne de soran var!

 

Oysa belediyeler aynı zamanda halk yararına fiyat denetimi yapmak ve düzenli  kontrol etmek zorunda.

 

Medicana Hastanesi’nde bir arabanın park ücretini 200 lira yapmışlar!

 

Yuh! Allah’ınızdan bulun, azıcık utanın be!

 

Binanın otoparkını kapatıyorlar “dolu” diye, aracınızı mecburen valeye vermek zorunda kalıyorsunuz; ederi 200 lira!

 

Kim denetliyor?

 

Hadi belediyeciler tüm dünyayı gezip duruyor, Bursa’yla pek ilgileri yok şu ara da…

 

Bursa İl Sağlık Müdürü de mi camdan karı seyrediyor memlekette?

 

Adamlar hastane mi işletiyorlar, pastane mi yoksa otopark mı?!.

 

Yeterli otoparkı bulunmayan hastaneye işletme ruhsatı verilir mi hiç?

 

“Kör tuttuğunu” modeliyle yürüyor bu memleket!

 

Osmangazi Belediye Başkanı Sevgili Erkan Aydın’a da bu günlük söyleyecek bir-iki lafım var:

 

-Kale içindeki tarihi dokuyu ortaya çıkar. Aynı zamanda İznik için de gayret göster. İkinci bir Efes antik kentidir orası da… Memleket ve bütçeye büyük katkısı olur.

 

-Kale içindeki tarihi evler için pansiyonculuğu destekle, ayağa kaldır. Bunun için devlet destekleri var. Beş yıldızlı otellere astronomik bedeller ödeyerek konaklamasın gelen turistler. Bu sayede gelenlerin konaklama süreleri artsın. Bursa’nın yeni Valisi Erol Ayyıldız mahalli idareler konusunda da uzman bir devlet adamı. Birlikte çalışın.

 

-Osmangazi’de de belediyeden kiralanan tuvaletler varsa ki, var… Bunların sözleşmelerini kişi başı örneğin 3-5 lira gibi sembolik fiyatları kabul eden insanlarla yenile. Astronomik fiyatlardan ötürü ayakyoluna giremeyen millet donuna ya da duvar diplerine sıçmasın!

 

-BUSKİ’yle ortak çalışarak, üstüne bir de yarışmalar açarak kentin her köşesine atalarımız gibi mermer işlemeli, insanın ruhuna da hitap eden çeşmeler yap. Bursa yeniden su kenti olsun. Bunların maliyetlerini de hayır sahipleri ödesin. Belediyenin kasasından para çıkmasın.

 

-Kuru Çeşme Mahallesi(Arap Şükrü Sokağı’nın) üst taraflarını yık, oralarda kentsel dönüşümü başlat. Halkımız pislikten kurtulsun.  Arka taraflardaki Tophane yamaçlarını harika bir park alanı haline getir. Ayrıca Tophane’nin altı inanılmaz güzellikte mağaralar ve tünellerle dolu. Planlarının bir kısmı ve yerleri Büyükşehir arşivinde mevcut. Çoğunun bir ucu orada diğer yanı Çekirge’de. Oraları aç, temizle, düzenle. Turizme kazandır. Üstelik de Bursa’yı Gemlik üzerinden terk edip, İstanbul’a taşıyabilecekleri kadar yükleriyle giden Doğu Romalılar, ellerindeki altın ve değerli taşları sonra gelip almak umuduyla nereye saklayacaklar? Bu tünellerin duvarlarında açıp, sıvadıkları oyuklara değil mi? Belki de hazineler bulur, her şeyi bedavaya getirirsin!

 

-Aynı şekilde Altıparmak ve Çarşamba pazarı bölgelerini de temizle. Tarihe geçersin.

 

-Kent içindeki oto kiralayanların araçlarını topla, bir yerde birleştir. Orası Gökçenlere ait Sıcaksu’daki otopark olabilir mesela. O alanı Buhranettin Türkeş’in oğlu “Seyyar Tayyar’dan” geri al. Sadece kediler parketmesin!

 

-Özellikle şehir merkezindeki otoparklar “gel öpem” modunda astronomik fiyatlar istiyor. Bir saat kalıyorsun 200 lira! Encümen bunları sınırlayıp, denetlesin. Halkını soydurma. Şehir yıllarca sahipsiz kaldı, Kendi gibi kafası da “dar” olan eski Başkan Mustafa Dündar en kıymetli şeyimizi, “zamanımızı” çaldı! Çok çalışman gerekiyor.

 

-Başkan yardımcılarını pek beğenmedim. Pantolonu ütü, bir belediye başkanını birlikte çalıştığı insanlar gösterir! Osmangazi’nin CHP’li ilk belediye başkanı olarak işin zor. Halk önce bunları sevecek. Güler yüzlü ve insana dönük çalışanları yanında tut. Orası burası oynayanları daha şimdiden yolla. Zaman su gibi akıp geçiyor. Yaşın genç. Tecrübeli ve beceriklisin, bu vatan başka görevlerde de senden daha çok hizmet istiyor.  

 

Eczacı Erkan Aydın henüz milletvekili değilken işyerinin önüne gelen geçen içsin diye su sebili koyan, ihtiyaç sahibi müşterilerine veresiye ya da karşılıksız ilaç veren, çalışkan, sosyal, aktif çok sevilen bir siyasetçidir.

 

“Dokunduğu” insanlar o kadar çoktu ki, bu gün benim de tuzum olan bir “dokunuşunu” paylaşmak istiyorum sizinle.

 

Turgay Erdem o sıra Nilüfer Belediye Başkanı.

 

Eşim de 25 yıldır orada çalışıyor.

 

Bu arada Turgay Bey’in de Nilüfer’e büyük dokunuşları var. Zaten başkan yardımcılığı da yaparak perde arkasından 25 sene Nilüfer’i O yönetti aslında.

 

Ve belediyede çalışan engelli bir kızımız vardı.

 

Bu çocuk Antalya’dan bir delikanlıyı sevmiş.

 

Oğlan da O’nu çok sevmiş.

 

Fakat Antalya’ya gidip, orada bir evlilik yürütebilmesi için Nilüfer’den oradaki bir belediyeye yatay geçiş yapması gerek.

 

Kız devlet memuru kategorisinde çalıştığından bu geçiş için hem buradaki kurumun onay vermesi, hem de karşı taraftan “gel” diyecek bir belediye bulunması lazım.

 

Anaşehir Belediye Başkanı CHP’li Muhittin Böcek.

 

İlçelerin çoğu da Ak Parti’nin.

 

Bir akşam evde emir büyük yerden geldi; hanım “yapacaksın bu işi” dedi!

 

Sultan Hanım istemiş, hadi yapma da gör!

 

“İktidar partisi çözer” diye önce samimiyetine güvendiğim Ak Partili milletvekillerinden rica ettim durumu anlatarak.

 

Hiç biri başaramadı!

 

Antalya ilçe Belediye Başkanlarının hepsi de bence geçiştirmek için “Ne yazık ki engelli kadromuz dolu” yanıtını verdi.

 

Kızımız ağlıyormuş belediyede sabahtan akşama kadar aşk acısı çekerek.

 

İçinde aşk ateşi, dışarıda gerçekler; bırakıp gitse memuriyeti yanacak.

 

Eğer işi halledemezsem ben zaten evde yanacağım ama içim de yanacak.

 

Muhittin Böcek geldi bu sefer aklıma.

 

Ve Erkan Aydın’ı aradım.

 

Erkan sağ olsun saygıda kusur etmez, herkese karşı çok nazik, çok beyefendidir.

 

“Hemen arıyorum abi” dedi.

 

Hoop, karşı taraftan yanıt çok kısa sürede geldi:

 

“Hemen pazartesi gelsin, görüşelim!..”

 

Bizim kız yine ağlıyor ama sevinçten!

 

Siyasetçi dediğin sevmeli, sevilmeli, iş bitirmeli.

 

Yine bizim hatunun da ucundan tutmasıyla Nilüfer Belediyesi’ndeki tüm kadınlar Halide’ye hiç haber vermeden organize oldular.

 

Paralar toplandı, koluna koca bir bilezik yapıldı, çerezler içecekler tamam, kına salonu tutuldu, oynak müzikler göbek atacak insan bekliyor…

 

Bindallısı, gelinliği getirildi…

 

İş çıkışı “sen gel bakalım buraya” denilerek hiçbir şeyden haberi olmayan gelin adayı kuaföre götürüldü.

 

Saçlar, makyaj yapıldı.

 

Şeker kız salona girince yine ağlamaya başlamış.

 

Gece yarısına dek oynamış Nilüfer Belediyesi’nin Zeyna’ları!

 

Sonra şut Antalya Belediyesine ve gool!

 

Şimdi biri kız, diğeri oğlan iki evlatları var.

 

Çocuklar muz bahçeleri arasında koşturup, kuzuları seviyorlar.

 

Şimdi bu kalp, Erkan Aydın’ın “dokunuşunu”, sayesinde iki insanın yuva kurmasını, iki canın dünyaya gelmesini unutur mu?

 

Her ne kadar sonuç alamasalar da Ak Partili vekillerin çabalarını, onay veren Turgay Erdem ve Muhittin Böcek’in iyilik üzerine yürüyüşlerini unutur mu hiç?

 

Bize de mutluluk kaldı geriye yadigar ve güzel sonuçlanan bir anı.

 

Ben “Dokunuşlar” dedim yazı başlığına, geçmişte “İz Bırakanlar” adıyla da işlendi benzer konular özellikle televizyonlarda.

 

Burada bahsettiklerim daha çok iş yapanlar ve gönüllerde taht kuranlardır.

 

Eskiden doktorlar kendilerine zaman yaratıp, keman çalmayı öğrenir, besteler yaparlardı.

 

Ellerinde çantalarıyla evlere gidip, hastaları muayene edip yönlendiren, Türk filmlerindeki tonton amcalardı O’nlar.

 

Şimdiki nesil, özel hastanelerin güneş görmeyen alt katlardaki odalarında ömür tüketiyor.

 

Avukatlar desen, bir ağırlıkları vardı; sözleri söz, oturuşları heybetli, vicdanları hala çalışır durumdaydı.

 

Şimdi jöleli saçları, dar paçalı kısa pantolonlarıyla, ceketlerinin altındaki yelekleriyle, zirzop delikanlılar dolduruyor Adliye koridorlarını.

 

Üreten, insanlara, topluma dokunan hemen hiç kimse yok!

 

Para odaklı artık iyice her şey…

 

Aralarında kıdemli avukatlardan biri var, Cem Şeflek.

 

Bursa Fotoğraf sanatçıları Derneğinde yöneticilik yaparken pek çok fotoğraf meraklısı gence bilgi ve deneyimlerini aktardı Cem Şeflek.

 

Yetmedi, üstüne kendi çalışmalarından oluşan bir albüm çıkardı.

 

O da yetmedi, “bir ceza avukatının anıları” notuyla topluma sunduğu “Koridor Hikayeleri” başlıklı bir anı kitabı da  yayınladı.

 

Bu sayede de pek çok genç meslektaşına rehber oldu, dokundu

 

Benim bildiğim Türkiye’de kesin seçilebileceği halde kendi arzusuyla tekrar milletvekilliğine adaylığını koymayan, topluma başka alanlarda hizmet etmek için çalışma odasına geri dönen bir tek Doktor Ceyhun İrgil var ülke siyasetinde.

 

Onlarca kitap, albüm çıkararak, müzeler açarak, onkoloji merkezleri kurarak, binlerce kanser hastasına şifa verip, ameliyatlarını yaparak “dokunmatik” mertebesine ulaşan ender insanlardan biridir Ceyhun.

 

Bu kalp O’nu unutur mu?

 

Yine Doktor Mustafa Esgin mesela…

 

Yıldırım’da arkadaşlarıyla “Doruk” adıyla başladıkları ucuz ve kaliteli sağlık hizmeti sunma yarışında, Orhaneli Yolu’nda dünya standartlarını geçen dev bir tesis kurarak açık ara ipi göğüsleyen Mustafa Esgin de “dokunma” konusunda üst mertebeye ulaşmış ender insanlardan biridir bu alemde…

 

Israrla beni yaşatmaya çalışan, yoğun bakım ünitelerinden çekip çekip çıkaran Doktor Serdar Almacıoğlu nasıl unutulabilir ki?

 

Cezaevine giriş çıkışlarınızda hiç haber vermediğiniz halde öğrenip içeri uğurlayan, sonra da kapıda bekleyen Ergün Özçelik’ten var mıdır bir tane daha?

 

Lakabı aslında artık “Demokrat Sami’den”, “Hayırsever Sami’ye” yatay geçiş yapması gereken Sami Bilge mesela…

 

Özü bir, sözü bir, meşrebi bir delikanlı bir adamdır Sami abi, orası burası oynayan sıçan suratlı sansarları hiç sevmez!

 

Sınav Okulları’nın kurucusu Gıyasettin Bingöl bu konuda herhalde “ermiş” mertebesine ulaşmış ender insanlardan biridir.

 

Anası O’nu Muş’un Varto ilçesinde “alma ağacının” değil, “verme ağacının” altında dünyaya getirdi kesin!

 

Bir yaz akşamı Antalya’da İçişleri Eski Bakanı Mehmet Gazioğlu’yla karşılaştık.

 

Misafirleriyle birlikte oturduk Akdeniz’i tepeden gören bir balık lokantasının tahta sandalyelerine…

 

Allah kahretsin, o sıralar yine işsizim!

 

Bu durum benim kaderim herhalde…

 

“Ömer’i arayayım mı” dedi Mehmet abi o güzel Türkçesi ve yumuşacık aksanıyla…

 

Ömer dediği Ömer Ersöz; Bursalı eski siyasetçi, Bursa Kültür sanat ve Turizm Vakfı Genel Sekreteri, o yıllarda da İstanbul’da Türkiye Gazete Sahipleri Birliği’nin genel sekreterlik görevini yürütüyor; Aydın Doğan’ın yakın arkadaşı.  

 

“Ara abi” dedim.

 

Rahmetli Ömer Bey’le zaten tanışıyoruz, beni çok iyi biliyor.

 

Milliyet Gazetesi’nde yazmam için o sıra gazetenin genel yayın yönetmenliğini yürüten Mehmet Yakup Yılmaz’ı arıyor Ömer Ersöz hemen.

 

Mehmet Y. Yılmaz’ın verdiği yanıt şu:

 

“Aydın Bey beni bir kere telefonla arasın, sonra kardeşimiz hemen gelsin görüşelim!..”

 

Meğerse Aydın Doğan’la, Yılmaz o sıra feci halde küsmüş.

 

Aydın doğan telefonlarına yanıt vermediği gibi, kendi de uzun süredir hiç aramıyormuş.

 

Sebebi?

 

Milliyet birinci sayfadan bir haber yapıp, kara çarşaflı bir kadının öğretmen evinden çıkarken çekilmiş bir fotoğrafını yayımlıyor.

 

Yani mevzu yine “irtica hortluyor, öğretmen evlerine kadar girdiler işte” anti propagandası.

 

Duyarlı kesimin korkutulması gerek!

 

Recep Tayyip Erdoğan bunu görünce küplere biniyor.

 

Kadının aslında öğretmenevinden değil, başka bir yerden çıktığını, haberin asparagas olduğunu ispat edip, Aydın Doğan’ın önüne atıyor!!!

 

Böyle yalan bir haberle Milliyet’in itibarının düştüğünü, hükümetle papaz olunduğunu fark eden Doğan da telefona çıkmayarak, bu işin sorumlusu Mehmet Y. Yılmaz’a aslında “sen istifa et” demek istiyor!

 

Vay be!

 

Mehmet Ali Yılmaz’a Milliyet’te yazdırmanın bedeli, Aydın Doğan’ın, genel yayın yönetmenini bir kez olsun telefonla araması oluyor!

 

Gazioğlu’ndan telefonu alıyorum, “Boş ver Ömer abi” diyorum, “Aydın Bey’i arama! Oralarda rüzgarlar farklı eser, girmeyelim araya, senin refüze edilmeni istemem, hayırlısı olsun. Çok teşekkür ederim.”!..

 

Bu kalp Mehmet Gazioğlu’nu, Ömer Ersöz’ü unutur mu?

 

Bu arada Mehmet abinin Ankara’da 5 kalp damarı değiştirildi. Aynı şekilde eşi Neşe hanımın da damarlarının tıkalı olduğu anlaşılınca geçen Çarşamba  o da By Pass oldu; her ikisinin de sağlığı gayet iyi çok şükür.

 

O sıra Başbakan henüz Abdullah Gül.

 

Avukat Ertuğrul Yalçınbayır’sa Başbakan Yardımcısı, Devlet Bakanı, Ak Parti’nin en tepedeki 3 isminden biri.

 

Başbakanlıkta odasında oturuyoruz.

 

“Arayayım mı Cavit’i” diyor.

 

Hani Olay Gazetesi’nden de kovulmuştum ya Başsavcı Emin Özler’in talimatıyla…

 

Ben daha kem küm ederken ahizeyi kaldırıp, “bana Cavit Çağlar’ı bağlayın kızım” diyor.

 

Önce dereden tepeden sohbet, sonra sıra asıl konuya geliyor.

 

Diyafondan ben de duyuyorum konuşulanları…

 

Cavit Bey diyor ki:

 

“O baş savcıyı (Emin Özler’i) görevden alın, ben de hemen Mehmet Ali’yi eski görevine getireyim!”

 

O’nun da hortumculuktan davaları var çünkü!..

 

Vay be!

 

Bu sefer de Mehmet Ali Yılmaz’ın bedeli Başsavcının görevden alınması oluyor!

 

Ne adammışım ya!

 

Adam bana o kadar kötülük yapmış, işten kovdurmuş, darmadağın etmiş hayatımı, belanın üstüne bela getirmişken ben Ertuğrul abiye doğru elimi sağdan sola doğru sallayarak “boş ver” işareti yapıyorum. Cavit Çağlar’a bir devlet adamının lafını çiğnetip, bu kadar ezdirmek bana zul geliyor!

 

“Zul” deyince de aklıma Şehzade Mustafa’yı elleriyle boğan “Zal Oğlu Rüstem”!..

 

Ertuğrul abinin yaklaşımı, “dokunuşu” yeter, gerisi boş.

 

Şimdi bu kalp O’nu unutur mu?

 

Şimdi isterseniz önceki yazının sonundan başlayıp, öyle devam edelim.

 

Bir gün evde okuyorum…

 

Telefon çaldı…

 

Ortak bir arkadaşımızın sesi, “Mehmet Ali, işin yoksa buraya kadar gelebilir misin” dedi, “bir dostum tanışmak ve birlikte öğle yemeği yemek istiyor”?

 

“Elbette” dedim, “müsaitim, yeni bir dünya tanımaktan da mutluluk duyarım”.

 

-Ee peki nerede?

 

-Sen Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’ne gel, ben tarif ederim.

 

FİSTAŞ (Fantazi İplik Sanayi ve Ticaret Anonim şirketi) isimli bir fabrikanın bahçesinden girdim içeri.

 

Bu “Fantezi” lafını duyunca aklım başka yerlere gidiyor ama o bölüm “fentazi” diye anılıyor çoğunlukla, burayı bağlamaz!

 

Toplam iki katlı binaya çelikten, Alman malı yakışıklı bir asansör koymuşlar ki, kolay kolay her yerde göremezsiniz.

 

İçeri girdim, düğmeye bastım, çalışmıyor!

 

Allah Allah!

 

Neyse, sağı solu bir daha kurcaladım, bu kez çalıştı.

 

Meğerse daha önce, beraber iş yaptıkları bir Alman şirketinin genel müdürü de kalmış içeride.

 

Üstüne bir de kadının karanlık yerde kalma korkusu yok muymuş!

 

Aynı şey yinelenir diye derhal asansörü tümden değiştirmişler.

 

Şimdi aynı şey ikinciye benimle yaşanıyor!

 

“Bela bela üstüne gelmeyen o belanın ta yedi sülalesini!.......”

 

Üst katta üzerinde salaş bir takım elbise, boynunda her gün kullanılmaktan dolayı isyan eden eprimiş bir boyun bağı, ayaklarında Tuz Pazarı’ndan satın alındığı izlenimi veren ayakkabılar ki, o pabuçların kalın tabanlı içi “üşütmeyeyim” diye kesin keçe malzemeyle sonradan kaplanmıştır…

 

Yolda görseniz, Kapalı Çarşı’nın alt katının ortasındaki tekerlekli arabalarda don fanila satan bir esnaf sanırsınız mutlaka.

 

Ve çay parasını da kesin siz ödersiniz!

 

Çinli işadamları gibi güler yüzlü, sevimli bir adam.

 

Hoş yüzünde de Orta Asya’dan izler taşımıyor değil.

 

Bu adam o sıra yaklaşık 1000 kişinin çalıştığı 4 fabrikanın 2 büyük ortağından biriymiş meğerse.

 

Himalaya marka fantezi saf yün örgü iplikleri üretip satarlarmış…

 

Dünyada  Woolmark yani saf yün ve tüm kalite standartlarını aşmış, gezegenin en kaliteli mağazalarını süsleyen tek Türk firmasıymış FİSTAŞ.

 

Himalaya’nın, ayrıca Türkiye’nin 1000 ilçesinde de bayisi varmış.

 

Üzerinde aynı kıyafet, elinde çantası her gün dünyanın her yerini dolaşıp, yeni pazarlar ararmış İlhan Sarı.

 

Bir gün bakıyorsun Londra’da, bir gün Paris’te, bir gün Tokyo’dan bulabilirmişsiniz kendisini.

 

Tanışalı 6-7 sene kadar oldu her halde…

 

Bir de kendi ürettikleri ipliklerden örülen ve genellikle İskandinav ülkelerine pazarlanan saf yün çoraplar var ki, o gün bu gündür, yaz kış ayaklarımdan çıkarmıyorum!

 

İsveç ve Norveç gibi ülkelerde özellikle kadınlar evlerinde bunlardan giyiyor, kışın soba ya da kalorifer yakmıyorlarmış, bizim evde de bu çoraplar sayesinde doğalgaz faturası düştü inan olsun!

 

Bunlar, İLHAN SARI’nın işi…

 

Bir de HOBİSİ var ki, ben böyle güzel, değişik bir adam görmedim!

 

Derdi para falan değil, çalışmak, dokunmak ama insanlık için çalışmak.

 

İklim koşulları en uygun bölge olduğu için Manisa bölgesinden araziler satın almış ve dev bir çiftlik kurmuş.

 

Ve oraya zeytin ağaçlarının dibine bir de laboratuvarla yağ işleme tesisleri.

 

“İşi ticaret ya da reklam değil” dedik ya…

 

Türkiye’de sadece organik ürün satan bir-iki mağazaya ve eczanelere ürünlerinden veriyor.

 

Ve hasadın daha 6 ayı geçmeden buralardaki koliler tükenip, süper market yöneticileri kendi evleri için rica etmeye başlıyorlar, kenarda köşede biraz kaldıysa diye!

 

Bir kere zeytinler toplanınca en geç 4 saat içinde çiftlikteki tesiste soğuk metotla sıkılıp çıkan yağ, çelik kazanlara, daha sonra şişelenmek üzere oksijensiz bir ortama yerleştiriliyor.

 

250 cc’lik ambalajla sunulan ve eczanelerde özellikle bebekler için bulundurulan 0.1 asitlik şişeler zeytin meyvesi henüz fındık kadar ve yeşilken toplanıyor!

 

Normalde 4-5 kilo zeytinden 1 litre yağ çıkarken, bu mini minnak olanların 12-15 kilosundan ancak 1 litre elde edilebiliyor!..

 

İlaç, ilaç!..

 

www.ilhansari.com İnternet adresine girip, ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.

 

Zaten bir 250 cc bir de 500 cc’lik güneş geçirmez özel cam ambalajlar kullanılıyor.

 

 

Asla ilaç, kimyasal madde, kimyasal gübre yok.

 

Başlangıçta bu işi öğrenebilmek için dünyada konuyla ilgili yol almış İtalya ve İspanya’ya gidip, zeytinciliğin profesörlerinden saatlerce Özel ders almış İlhan Sarı.

 

Şimdi bildiklerini hem Devlet’in ziraatle ilgili görevlilerine hem de etraftaki çiftçilere öğretiyor.

 

Ömrü sessiz sedasız dünyaya ve insanlara DOKUNMAKLA geçiyor!

 

İlhan Sarı’nın İnternet sitesinden de sipariş verebiliyorsunuz.

 

Ve sohbet sırasında konu döndü, dolaştı, özellikle zeytinin yapraklarında ve yağda bolca bulunan bana göre aslında bir ÖLÜMSÜZLÜK İLACI olan OLEUROPEİN isimli maddeye geldi.

 

O sıra yaprakları toplatıp, İzmir’e BAYER isimli ilaç firmasına veriyormuş İlhan Sarı.

 

Onlar da içindeki Oleuropein’i çıkarıp 20 kiloluk tabletler haline getirerek, bağışıklık güçlendirici ilaçlara eser miktarda katılması için Almanya’ya gönderiyorlarmış.

 

BAYER yöneticileri saf mı?

 

Doğa’da her yer ilaçlanmayan zeytin ağacıyla dolu…

 

Bulur 20-30 adam, İlhan Sarı’dan almak yerine kendi toplatır, kendileri kullanır.

 

Ama öyle değil işte!

 

Sarı’nın ürettiği yapraklarda ki, bunlar köklerinden dallarına, budama şekillerine kadar bilimsel özel metotlarla bakılıyor ve diğerlerinde yüzde 2-3 oranında Oleuropein bulunurken, bunlardaysa rakam yüzde 30’un üstüne çıkıyor!

 

O gün tanıştığım İlhan abi bana daha önce adını bile duymadığım Oleuropein’i anlattı.

 

İnsan sağlığı için mucizevi etkiler sunan “bu maddeyi günün birinde ben de çıkarıp, insanların hizmetine sunacağım” dedi.

 

Orada kurduğu yeni bir tesiste bunu yapmış ancak, tablet değil, bedenle daha çabuk kavuşması için sıvı halinde üretmiş.

 

www.ilhansari.com sitesinde bu yeni ürünü, V-160 markasıyla Oleuropein ekstraktını da bulabilirsiniz.

 

 

Tüm bunların her biri ayrı bir yazı konusu ama bu işin Amerika’daki uzmanlarından Dr. Morton Walker’ın kaleme aldığı kitabı Türkçe’ye çevirtip, yayınlamış İlhan Sarı.

 

Okuyun onu, dünyayı başka bir pencereden göreceksiniz.

 

Sitede 0.1 asit zeytin yağları, zeytin çayı ve ekstratla ilgili tüm bilgileri bulabilirsiniz.

 

Bu arada piyasada organik ve en iyisi diye sunulan zeytinyağlarının asit oranının en düşüğü yüzde 1 buçuk; üstünü siz düşünün gayrı.

 

Hatta Oleuropein’le ilgilenenler için hangi hastalıklara iyi geldiğine dair notları bu yazının altına koyacağım.

 

Mesela vücudunuzda kanser hücreleri çoğalıyor mu bedeninize kanser yapanlar ve Corona türevleri de dahil bir sürü virüs mü girdi, bu Oleuropein isimli mucize ilaç, bilinen 40 kimyasal maddeyle bağlantı kuruyor, virüs ve bakterilerin hücre zarlarını eritiyor. Onları daha önce tanıyıp algılayamayan alyuvarlar da işbirliği içerisinde. derhal hücum edip hepsini öldürüyor!

 

Normal tıbbi tedavinizi mutlaka görmekle birlikte alternatif yöntem olarak kanser hastaları “İlhan Sarı V-160 Oleuropein ekstraktını” da kesinlikle denesinler!

 

Ne mi olur?

 

Büyük olasılıkla ölmezler!

 

“İlhan abi” dedim o zaman, “Operatör Doktor, Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil var… Onlar meslektaşı Can Başaran’la birlikte Omena isimli kliniklerinde özellikle meme kanseri, pankreas, safra kesesi gibi organlar üzerinde çalışıyorlar. Bu senin yapraklardan onlara da verelim. Ola ki birileri alternatif tıp yöntemi olarak kullanıp, şifa bulurlar?”    

 

Biz de DOKUNMUŞ oluruz.

 

“Sevgi paylaşıldıkça çoğalır, acı paylaşıldıkça azalır” der eskiler.

 

Önerimle ilgili mutabık kalıp, epeyce de sohbet ederek mutlu bir şekilde ayrıldım yanından.

 

O gün biri daha bana DOKUNMUŞ ve hayatıma yeni bir pencere sunmuştu.

 

Aradan 3-5 zaman geçmişti ki, bir gün kendimi birden kötü hissettim.

 

Ee artık yaşlı kategorisine girmiştim, çocuklar belediye otobüslerinde “amca” diye hitap edip, acıyarak yer veriyorlardı, “andrapoz” dönemimi çoktan geçirmekle birlikte  Şendoğan Arda’nın kaleme aldığı “Boş Çerçeve” isimli şarkının “nakarat” kısımlarını mırıldanır olmuştum kendi kendime ama…

 

Bu karnımdaki ağrı da neydi böyle o gün?

 

İşkilli büzük dingilder.

 

Hanıma dedim, “hadi kalk o an en yakınımızdaki Hayat Hastanesi’ne bir gidelim bakalım”?

 

İçeri girince ben aletten alete koştuğum sırada “bu arada hazır gelmişken sen de kontrollerini yaptır” dedim hatuna.

 

Buluşma noktasına gelince yüzü karmakarışık bir şekilde “Ya dedi ben anlamadım, radyolog kitle var dedi, ikinci evreymiş, koltuk altına dek yayılmış, hemen biyopsi yapılması, tedaviye başlanması gerekiyormuş”!!!

 

O ana dek dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanırdım, anladım ki bizim etrafımızda da dönüyor!

 

Hem de fıldır fıldır!

 

Gündüz karardı gece oldu, sözler bitti hece oldu, o gün bizim halimiz, psikolojimiz nice oldu biliyor musunuz?

 

Anlatmak için kelimeler yetmez.

 

Daha önce binlerce çaresiz, henüz bu konuda hiçbir şey bilmeyen sayısız insanın yaptığı gibi elim telefona, sesim Ceyhun İrgil’e gitti.

 

“Şehir dışındayım, ben hemen Can’ı (Başaran) arıyorum, yarın en erken zamanda gidin, randevu saatini bildireceğim.”

 

Eve kadar yolun çoğunda sustuk.

 

Böyle bir durumda teselli olmak mı çok zor yoksa, teselli etmek mi?!.

 

Şu ironik duruma bakın ki bundan kısa bir süre önce başka kanser hastaları için çözüm üretmeye çalışırken şimdi biz bu dertten muzdarip olduğumuzu öğreniyoruz.

 

Devamında araştırdığım tamamlayıcı Oleuropein ilacı Avrupa dahil dünyanın hiçbir yerinde yok; sadece Amerika üretiyor…

 

Hoş, şimdi bile yok, sağda solda ne olduğu, menşei belli olmayan bir şeyler var ama tam organik olduğuna ve içindeki etken madde miktarına güvenmek mümkün değil!

 

“Ben” dedi İlhan Sarı, “Amerika’daki merkezimizi arıyorum hemen, hızlı kargoyla derhal göndersinler”.

 

Düşünebiliyor musunuz, durup dururken bir arkadaşınız size  “bir arkadaşımla tanıştıracağım gel” diyor; o arkadaşı meğerse “kanser savar” Oleuropein maddesi üzerinde çalışıyor ve kısa bir süre sonra da sizin eşiniz kanser oluyor!

 

Sanırım bin yıllardan beri aşağıda veya yukarıda aradığımız ve aslında bize “şah damarımızdan” daha yakın olan “biri” o kadar işi gücü arasında bize de DOKUNMAYI hiç ihmal etmiyor!

 

Ama başka insanları görevlendirerek elbette!

 

Ve işte tam da bu noktada hayatımdaki en büyük DOKUNUŞLARDAN birini yaşıyorum.

 

Sonuçta tıbbi tedavileri de uygulayarak İlhan Sarı’nın aradan geçen 6 yılın ardından Amerika’dan (hala) getirttiği Oleuropein haplarını kullanmayı sürdürüyoruz.

 

CHP eski İlçe Başkanlarından Sevgili Gündüz Gürler’in eşi, Solmaz Gürler de dahil olmak üzere o dönem normal tıbbi tedavi gören bütün insanlar ölüyor, bizimkisi maşallah dipçik gibi karşımda.

 

Ve tüm kadınlar gibi insanın kanını hala 3 saniyede tepesine çıkarmakta mahir!

 

Her ne kadar kendisi “aramızda kalsın” dediyse de bu konuyla ilgili bir-iki dokunuşu daha sizinle paylaşmam lazım.

 

Can ertesi gün hemen biyopsi yaptı, çok kısa sürede sonuçları getirtip net teşhisi koydu ve bizi ameliyatlardan önce son olarak bir radyoloji merkezine gönderdi.

 

Doktorların tamamına yakını “paragözdür” hastane otoparklarında pek çoğunun ultra lüks araçları vardır, zamansızlıktan ötürü binemezler, yaşamları boyunca da ele gün içine çıkmayı başaramadan zavallı hemşirelerin tepesinden inemezler!

 

Komisyonlarını ameliyatlardan, hastanelerden alırlar, reçetelere ürünlerini döktürdükleri ilaç ve sarf malzemeleri satanlardan alırlar, radyolojik tanı merkezlerinden alırlar, bu firmalar sayesinde “kongre” adı altında dünyanın dört bir yanını gezip, dönüşte aldıkları “zamparalık” sertifikalarını üstüne bir de oturdukları koltuğun arkasındaki duvara mal gibi bir güzel asarlar!..

 

Efendim, saçı dökük olanlara çok zampara, hala yerlerini koruyorlarsa eğer, “kılıbık” gözüyle bakabilirsiniz.

 

Peki, ektirenlere ne diyeceksiniz?

 

“Geç andrapoz!..”

 

Gittik radyoloji tanı merkezine…

 

Kayıt masasındaki kız otomatik olarak “hangi doktorun hastası olduğumuzu sordu”; alınacak paradan O’na da  komisyon yazılacak çünkü!

 

“Can Başaran” dedik…

 

“Ha o zaman indirim yapıyoruz” yanıtını verdi kısa, yırtmaç etekli, frikiği bol kukucan kızımız!

 

Ve hayatımda ilk defa komisyonunu almayıp, bunu hasta lehine kullandıran bir doktor görüyordum şaşkınlıkla.

 

Meğerse bu uygulamayı ilk kez daha sonra kemoterapi tedavimizi yapacak olan Tıbbi Onkolog Profesör Ender Kurt başlatmış.

 

Paragöz olmayan ahlaklı birkaç meslektaşı da O’nu rehber edinmişler kendilerine.

 

Ardından gelsin sıra sıra ameliyatlar…

 

Ve dahi hastane günleri…

 

Can Başaran’ın da DOKUNUŞLARI unutulur mu hiç?

 

Peki ya Profesör Ender Kurt’un?

 

Adı gibi ender ama soyadı gibi kurt değil.

 

Sakin, mülayim, espri sever, kısa boylu, yolda görseniz çıkarıp para vereceğiniz bir insan!

 

ET’ye benzetiyorum ben O’nu, bir de sevimli ki sormayın!

 

Moral buluyor hastaları Ender Hoca konuşunca.

 

Nasıl işlermiş bu işler?

 

Sadece Amerika’nın bilmem ne ormanlarında yetişen bir cins çam ağacının yapraklarından alınan etken madde kanser hastaları için kemoterapi maksatlı kullanılıyormuş.

 

Bu arada arama motoruna “Google Akademik” yazın, çıkan sayfada dünyanın her yanında Oleuropein’le ilgili yazılmış binlerce bilimsel makale ve araştırma göreceksiniz.

 

Bu arada Plastik Cerrahi Uzmanı Dr. Abdullah Etöz’e de teşekkür etmeden geçemeyeceğim, o hassas elleriyle yaptığı DOKUNUŞLAR için.

 

Ya o kadar tatlı, o kadar güzel DOKUNUŞLAR var ki insan hayatında…

 

Yaşam sanki onların sayesinde akıp gidiyor.

 

Sanki insan suretinde yeryüzünde görevli birer melek hepsi.

 

Mesela giydiğiniz el ürünü, kaliteli kumaş pantolonlarınızın göbeğinizin altından aşağı doğru düşmemesi, iç donunuzun görünmemesi, bu arada gömleğinizin iki düğmesi aralığından Osiris’in gözleri misali  göbek deliğinizin ortaya çıkmaması için bir yöntem varmış, bilir miydiniz?

 

İşte onu da Maliye Profesörü, Eski Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu’ndan öğrenmiştim.

 

Çok önemli bir dokunuştu bana göre!

 

Ve en kısa zamanda Mudanya’da butik otel işleten Demokrat Parti Bursa belediye başkan adayı Yusuf Öz’e de öğretmem lazım!

 

Eski terziler fermuarın kapandığı noktaya düğme deliği gibi uzun bir mütemmim cüz eklerler.

 

Pantolonu giyip kemerinizi takarken tokanın oynak ucunu oradan geçirip, öyle sıkarsınız….

 

Ve böylece göbek ne kadar çok olursa olsun normal koşullarda donunuz düşmez!

 

İşin şakası bir yana, İsmail Tatlıoğlu da bu dünyada pek çok hastaya, ihtiyaç sahibine ve donu düşüklere DOKUNMUŞ biridir!..

 

İşadamı, İnoksan’ın sahibi Vehbi Varlık’ın şirketin kredi kartları haricinde hiçbir şeye dokunduğunu görmedim mesela!

 

“Yazılım Uzmanı” deyince Bursa’dan tüm dünyayı saran Pen DC’nin kurucusu Murat Ünal gelir aklıma.

 

BTSO Başkanı “İbrahim Burkay” denilince de teknolojinin üretilip kullanıldığı özel sanayi bölgeleri, ileride Türkiye’yi uzaya taşıyacak GUHEM gelir mesela.

 

Osmangazi Belediye Eski Başkanı Hilmi Şensoy, Bursa’nın tarihten gelen ziynetlerine ilk ciddi dokunuşu başlatmış insandır. Karabaş-i Veli Tekkesi’nin ayağa kaldırılması, tarihi surların rölöve planlarının çıkarılması, Belediye altyapısının tümden yenilenmesi hep O’nun dönemine rastlar.

 

Büyükşehir Eski Belediye Başkanı Ali Nur Aktaş’ın DOKUNUŞLARI saymakla bitmez, Bursa’nın pek çok şeyidir.

 

Bursa’nın son Valisi Erol Ayyıldız’la tanıştık geçen gün…

 

Hayli de sohbet ettik.

 

Son zamanlarda kentimize gönderilen Valiler bana göre “koruma müdürlüğü” bile yapmayacak türden insanlardı.

 

Fakat Vali Paşa’mız Erol Bey gerek mesleki tecrübe ve birikimiyle, gerekse yüklendiği görevler itibarıyla tam bir devlet adamı.

 

Bilgili, ilgili, fedakar, mütevazı ve sıcak…

 

Yerel yöneticilerimiz kıymetini bilmeli ve ortak projelere imza atarak olabildiğince yararlanmalı kendisinden.

 

Ali Nur Aktaş’ın kendisine tahsis edilen evini vermesi ve oraya Mevlit yazarı Süleyman Çelebi adına bir külliye yaptırmasını çok olumlu buluyor.

 

Kendisine tahsis edilen binayı da kamu yararına bağışlamasını teklif ettim; “Bir benzerini yaptım zaten” dedi…

 

“Çarşamba Pazarı’ndaki binayı Bursa Büyükşehir belediyesine örneğin müze yapılması için teklif ettim ama şu ana kadar ses çıkmadı.”  

 

Orada belki müze olmaz ama bölgedeki özellikle Suriyeli çocukların topluma kazandırılması için yeni bir rehabilitasyon merkezi ya da kadın sığınma evi kurulabilir pekala.

 

Hiçbir eylem asla küçük değildir.

 

Birinin hayatına dokunduğun zaman sadece onun hayatına dokunmakla sınırlı kalmazsın.

 

Tüm yaşamın boyunca bundan etkilenen herkesi etkilersin.

 

Tesadüf o ya…

 

Ulucami’nin mahyasına bu sene,  “Allah iyilik yapanları sever” yazmışlar.

 

Ne diyordu Deniz Gezmiş son mektubunda?

 

“Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığın hayatta dünyaya birçok şey katmaktır.”

 

Yalova’nın Ahmediye Köyü’nde, 82 yaşındaki yapayalnız bir ninenin yaklaşık 10 sene daha yaşamasına vesile olan, O’na buradan buzdolabı, erzak gönderen Necati Şahin, kışın soğuktan donmaması için odun kömür yollayan Fatma Belgin Gökçe’nin DOKUNUŞLARI nasıl unutulabilir ki?

 

Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nda yöneticilik yapan Fehim Ferik mesela…

 

O’nun daha etkin görev yaptığı sıralarda iki Roman vatandaşın hanesine iki ramazan kolisi yollamasını rica etmiştim.

 

Hiç unutmam, biri ritim saz üstadı Selahattin Arıboğa, diğeri Deli Ayten’in birinci kuşaktan akrabası, keman ustası Abdi Şenaşık…

 

Selahattin almış koliyi, Abdi abi de adres soranlara “Ben şimdi Polat Alemdar’ı seyrediyorum, rahatsız etmeyin” diyerek “şak” kapatmış telefonu!

 

İlle de Roman olsun, ister çamurdan olsun!

 

İçişleri Bakanlığı zamanındaki, bana göre Türkiye’nin en iyi, en çalışkan kabine üyelerinden biridir, Süleyman Soylu’nun devrinde, yürüttüğü müşavirlik görevi sırasında nüfus cüzdanında da kalbinde de “Türk” yazan yüzlerce vatan evladının polis, astsubay ya da bekçi olmasına vesile olan Harun Akın’ı bu millet unutur mu hiç?

 

Hadi biraz “haraşo” modeliyle yani bir sıra ters, bir sıra düz desenli devam edelim bu gün örgüye:

 

Vedat Kantar diye biri var bu şehirde…

 

Asıl “boyacı” olduğu halde kendini sanayici sanıyor.

 

Öyle eli sıkı, öyle eli sıkı ki bu adamın, muhtemelen yatağının bazası para destesi dolu!

 

Bizim Vedat Kantar arkadaşlarıyla yemeğe gittiği zaman bile eğer kendisi 2 bira içtiyse, hesap geldiğinde sadece kendisinin tükettiklerini öder!

 

Yelkenli tekne alır bu, boşuna masraf olmasın diye kendi tatile gitmez, sezonunda kayığını başkalarına kiraya verir!

 

Paraya bir türlü kıyamaz…

 

Kullandığı araç az yaksın diye önce dizel, sonra hibrit, ardından elektrikli, en son da “tüplü” araba satın alır kendine!

 

“Az saman tüketir, evden işe ucuza gideriz“ diye ortağı Avukat Hakan Dinçtürk’le birlikte birer at almışlar bunlar kendilerine!

 

Hakan Dinçtürk Zonguldaklı ama sözde Bursasporlu…

 

Lakin, orada bir ara yönetim kurulu üyeliği de yapmış olmasına rağmen tarihinde ilk kez Bursaspor’a haciz getiren tek avukat!

 

İşte pek çokları gibi kendine “Bursaspor” üzerinden “kimlik”, milletin gırtlağına basa basa icrayla topladığı paralar sayesinde “asalet” arıyor!

 

Vedat’la birlikte Edi’yle, Büdü gibi iki tip bunlar!

 

Bursaspor ne zaman ki gıpraşmaya yol almaya başladı, paracıklarımız gidecek diye ortalıktan toz oldular!

 

Vedat Kantar’ın biraz elini açmasını ben sağladım geçmişte…

 

Sonra bozulmuş, bozmuşlar bunu!

 

Hayatta yaptığı en büyük DOKUNUŞ, işyerinin önünden üç tekerlekli arabasıyla geçen “bici bici muhallebiciden” kaselere doldurttuğu tatlıları işçilerine dağıtmak oldu!

 

Bunu da her yerde anlatır yıllardır.

 

Elli lira zam yapaydı adamlar daha çok memnun olacaktı ama “Buna da şükür, Varyemez Vedat ömründe bir kez olsun kendinden bize bir şey verdi” diye bayram ettiler!

 

Vakt-i zamanında daha pek çok insan gibi masaj salonlarından çıkmayan Vedat Kantar “FETÖ” yani “PARA” kokusu alınca yönünü oraya çevirdi geçmişte ve milletin gözünün içine soka soka ofisine serdiği seccadenin üzerinde namaz kılmaya başladı.

 

Sor, Ramazan ayının 15'inden sonra sabah namazında okunmasının yanı sıra vitir namazının son rekâtında da okunması sünnet olan, Kunut dualarını bilsin, yüksek sesle okusun, dişimi kırarım!

 

Adam paraya o kadar endeksli ki, güzel kızı yüzme branşında Türkiye elemelerine girecek, “pahalı” diye hafif özel mayo almıyor, düşünebiliyor musunuz?

 

Bir ara ben bunu antika ve resim sanatına bulaştırdım, gitti İstanbul’a, ünlü tefeci Nesim Malki’nin kullandığı orijinal masayı satın aldı.

 

Masanın dört bir yanından çıkan aparatlar, tefeye gelen müşterilerin çek imzalaması için özel olarak yapılmış!

 

Çekiyorsun geliyor.

 

Para, para, para…

 

Varlığı bir dert, yokluğu yara…

 

Bu Vedat Kantar “Bursa’da Fetö’nün biti kanlanınca rotayı oraya çevirdi” demiştik ya…

 

Bursa’nın Fethullah Terör Örgütü’nün ağa babalarından biri de Sunteks’in sahibi Feridun Kahraman’dı.

 

Tekstil alanında çalışanlar özellikle Çin’den filan “ihraç şartıyla” vergi ödemeden ham kumaş getiriyorlar, sonra bunları iç piyasaya satıp hem haksız rekabet hem de vergi kaçakçılığı yapıyorlardı.

 

Tabi, FETÖ’nün Bursa’daki ağa babaları yol veriyordu bunlara…

 

Tabii, onlar da FETÖ’yü görüyor, konteynırlar dolusu dolar destelerini yağdırıyorlardı örgütün kasalarına…

 

Sunteks Feridun da işi bilen birkaç gençle kurdukları ortak bir şirket marifetiyle ülkeye ham kumaş getirip satıyor, daha sonra “aileye” alınıp, FETÖ’nün kasası olarak kullanılıyordu.

 

Vedat Kantar mı?

 

Kambersiz düğün olur mu hiç?

 

En yakın arkadaşı Feridun Kahraman’dı.

 

Feridun, babasının adını taşıyan okullar yaptırıp örgüte armağan ediyor, himmet çuvallarını kapan soluğu O’nun fabrikasında alıyordu.

 

Toplanan paralar o kadar çok o kadar çoktu ki, aklanana kadar konteynırların içinde zeytin bahçelerine, çiftliklere gömülüyor, sonra oralardan çıkarılıp ham yapılıyordu!

 

Bu gün hala geriye kalan gömülü paraların yerleri ve kimler tarafından gömüldükleri konuşuluyor.

 

Pablo Escobar’ın gömdükleri gibi oldu hepsi, gömenler de yerlerini bulamıyor artık!

 

Devamında Ferudun Kahraman FETÖ’den tutuklandı, uzun süre hapis yatıp yargılandı…

 

En sonunda da soruşturmaları yürüten savcı İbrahim Karakaş emekli oldu ve İzmir Yolu’ndaki lüks bir rezidansta yaşamaya başladı.

 

Yakın aile fertleri olağanüstü zenginleşti.

 

İfadelerin içinde Vedat Kantar’ın adı da geçiyordu.

 

Kendisi çok iyi bilir, “birinin” DOKUNUŞU SAYESİNDE tutuklanmaktan ve iflastan kurtuldu!

 

Sonra bizim aramızdaki diyalog sona erince bana davalar açmaya başladı!

 

“Bela bela üstüne gelmeyen belanın ta anasını avradını…..”

 

Yalnız her sene kurban bayramlarında FETÖ’ye hediye ettiği onlarca düve O’nu Sırat Köprüsü’nden geçirmek yerine, para desteleri üzerinde kovalayıp, kaba etlerinden süsecekler öbür dünyada!

 

Bir isimden daha söz edeceğim size:

 

Dünyaya sol pencereden bakan, mert, yiğit, bilgili ve donanımlı bir insandan, o sıra Feridun Kahraman’ın Sunteks’inde Genel Müdürlük yapan birinden, Makine Yüksek Mühendisi Merhum Ahmet Atalay’dan…

 

Bu gün sağ olsaydı, “şuraya bir fabrika kur” deseydiniz, inşaatından, teknik ekipmanına, personelinden, üretimine, tasarımından satışına dek tek başına kurar yönetirdi; çok birikimliydi yani.

 

İçerdi, içtiğini de herkes bilirdi.

 

Ama asla işini aksatmaz, yüksek dağın karı çok olduğu için bu ağırlığı taşımak adına evde akşamları birkaç kadeh götürürdü işte; kime ne?

 

Feridun Kahraman da muhafazakar çevrelerin içinde bulunmasına rağmen bunu bilir, asla ses etmezdi.

 

Ahmet bir gün artık çakırkeyf mi oluyor ne?

 

Kalabalık bir aile ortamında Pandora’nın kutusunu açıp, asıl gerçeği ağzından kaçırıveriyor!

 

“Sunteks Fabrikası’ndaki iki adam boyundaki çelik dolapların ağzına kadar dolar desteleriyle dolu olduğunu, bunları kendi gözleriyle defalarca gördüğünü, bu hazinelerin FETÖ’nün Bursalı işadamlarından zorla ya da işbirliği metoduyla toplandığını, gelenin gittiğini, gelenin gittiğini” anlatıyor!

 

O tarihlerde hapiste bulunan işadamlarının dışarı çıkarılabilmesi için 170 milyon doların paylaştırıldığı,  birilerinin fena halde zenginleştiği konuşulmuştu!  

 

“İki kişi arasında konuşulan hiçbir şey sır kalmaz” derler…

 

Feridun Kahraman bunu duyuyor tabii ki…

 

Ve Ahmet Atalay’ı derhal işten çıkarıyor!

 

İşte Atalay için son o gün başlıyor.

 

Yaşam standardına uygun şekilde oturduğu müstakil evi boşaltıp, başka yere taşınıyor önce…

 

Eskiden kendisini kapabilmek için teklif üstüne teklif yapan diğer işletmeler kapı duvar oluyor!

 

Herkes Fetöcüler’den korkuyor çünkü…

 

Valisi, Emniyet Müdürü, Vergi Daireleri Başkanı, Başsavcısı  ve hatta İl Milli Eğitim Müdürüne dek herkes Fetöcü çıkıyor daha sonra.

 

Devamında ailesi ve kendisinin yaşamını sürdürebilmek için arabasını da satmak zorunda kalıyor Ahmet Atalay.

 

İçine düştüğü bunalımlı, çaresiz yol O’nu hasta ediyor, “kanser tedavisi” görmeye başlıyor ama çok yayılmış!

 

En son, Bursa’nın hatta, Türkiye’nin en başarılı sanayicilerinden biriyle görüşüyor Ahmet…

 

Tüm koşullarda anlaşıyorlar.

 

İçine yeniden umut doğuyor.

 

Arkadan bu sanayicinin yanına kim gidiyor biliyor musunuz?

 

“Vedat Kantar”!..

 

“Cemaat” diyor, “Ahmet’in burada çalışmasını istemiyor”!..

 

Bazı DOKUNUŞLAR acı, bazıları da tatlı olur.

 

Hızır’la, Musa’nın kıssasındaki gibi kötü DOKUNUŞLARDA” da bir hayır vardır mutlaka.

 

Uzunca bir tedavi sürecinin ardından hastanede, karısı Hülya camın öte yanında, yoğun bakım ünitesinde elini tutabilen biri olmaksızın tek başına bu yaşamdan ayrılıp gidiyor Ahmet Atalay.  

 

Ahmet Atalay’ın anısına şu metni paylaşmak geldi içimden nedense:

 

“16 Nisan referandumu gecesi EVET Çıkarsa, Anıt Kabir'i yıkacaklar” diye propaganda yapıp paylaşımlarda bulunan İttihat Teraki’nin devamı olan T.C. Kimlikli olup da Türk olmayan nankör azgın azınlığa demiştim ki: Anıt kabir yıkılmaz, yıkılacak olan, sizsiniz..!

Siz kim misiniz?..

Siz, sultan Abdülaziz’in bileğini kesip intihar süsü verenlersiniz...

Siz, Sultan Abdül Hamit’i türlü iftira entrikalarla tahtan indiren, Osmanlıyı parçalayıp, İsrail'i kuranlarsınız...

Siz, Milli İradenin seçtiği Başbakana darbe yapıp, bakanları ile asanlarsınız...

Siz, Milletimizin masum evlatlarını sağ, sol diye ayırıp, her iki tarafa da silah verip bir birlerini kırdıransınız..

Siz, ABD'nin oluru ile 12 Eylül Darbesini yapıp, “denge olması için milletimizin masum evlatlarını bir sağdan, bir soldan astık diyen, ABD’nin çocuklarısınız."

Siz, Cumhurbaşkanı merhum,Turgut Özal’ı  zehirleyensiniz..

Siz,  Jandarma genel komutanı Orgeneral Eşref Bitlis paşayı, Ekibinden Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ı, Albay Rıdvan Özden'i, Cumhurbaşkanı danışmanı Adnan Kahveciyi, MHP milletvekili eski gümrük ve tekel bakanı Gün Sazak'ı, RP milletvekili Bedri İncetahtacı'yı, Diyarbakır Emniyet Müdürü, Gaffar Okan'ı, Gazeteci Uğur Mumcu’yu, Malatya Belediye başkanı Hamid Fendoğlu’nu (Hamido)…

Akademisyen yazar Necip Hablemitoğlu'nu, Prof. Dr. Muammer Aksoy'u, BBP genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nu, Eski Erzincan valimiz Recep Yazıcıoğlu'nu, Aselsan da ki mühendislerimizi ve Daha nice yiğitlerimizi, faili meçhul edenlersiniz..

Siz Havuz sistemini kurup denk bütçe yapan (hortumlarınızı kestiği için) Merhum Erbakan hükümetin yıkanlarsınız…

Siz, Gazetenizin, sol üst kösesine “Türkiye Türklerindir.” diyen, ama halkı, %98 Müslüman olan bir ülkede, inançlarından dolayı örtünen, kızlarımızı eğitim ve öğretim hakkından mahrum edilemez, bu bir zulümdür, diyen..

Milli iradenin 411 Ak parti ve MHP, milletvekilinin oyları ile çıkardığı yasaya, bir gün sonra “411 el kaosa kalktı”  diye manşet atansınız..

Siz, Ülkenin tüm nimetlerini, yiyen içen, Boğaza nazır Villalarda oturan, Ordu evlerinde beleşe kalan, Cuma geceleri geceler tertipleyip göbek atıp, klozetlere cenin atanlarsınız..

Siz, “sen namaz kıldın da namaz kılma diyen mi oldu” dediniz (!) Namaz kılan Türk, subaylarını yargılamadan, sorgusuz sualsiz ordudan atanlarsınız.

Siz, Ajda'yı, Selda'yı, TV de alkışlattınız, baş örtülü kızlarımızı Ayşe’yi, Fatma’yı aşağılayıp ağlatansınız,

Siz, Baş örtüler, Suudi Arabistan’a gitsin diyen ve Üniversitelerden, Atansınız..

Siz, gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonu ile ülkenin ekonomisini hançerleyenlersiniz..

Siz, en son 15 Temmuzda, ABD ve Avrupa’nın (NATO’nun) yardımı ile yüzlerce milletimizin yiğit evlatlarını şehit eden, binlercesini de yaralayan, sakat bırakan alçaklarsınız..

Siz, bu darbe işgal girişimi ile ülkeye onarılması güç olan yaralar açan, ABD ve AB'nin maşası hainlersiniz..

Siz Türkiye Cumhurbaşkanının karşısında bacak bacak üstüne atan, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanına İslamcı Faşist diktatör (!) diyen, ( !) Alman Cumhurbaşkanının yanında ise ceketini ilikleyen aşağılık soysuzlarsınız!..

Mevlüt Yaman, İlyas Karaş’tan alıntıdır.”

 

 

İşçilerine muhallebi dağıtan Vedat Kantar, Ahmet için adeta bir cellat görevi üstleniyordu bu alemde.

 

Vebali herkesin boynuna!

 

Son görüşmemizde Feridun Kahraman, Vedat Kantar’ın odasında Nesim Malki’nin “tefe” masasının karşısına oturmuş neşeyle gülüyordu.

 

“İçeriden çıkmak için para ödediniz mi” diye sordum sanki doğruyu söyleyecekmiş gibi…

 

“İşin orasını karıştırma” dedi…

 

Gelişen olaylar silsilesinde bir de Vedat Kantar’ın ilişkide bulunduğu, Malki’nin boşluğunu doldurmuş, İstanbul’da ikamet eden TAFKO Mustafa ve fotoğrafın arkasındaki Yahudi iş ortakları meselesi var!

 

Bu kutuyu azıcık zamana bırakıyorum, büyüyüp palazlansın biraz!

 

Hadi biraz havayı değiştirelim mi?

 

Dünyanın en sağlıklı ve hormonsuz eti keçiden çıkar.

 

Çünkü küspe ya da ne olduğu belirsiz yemlerle beslenmez; doğaya yayılır büyümek için, en şifalı bitkileri en körpe yerlerini seçip de öyle yer.

 

İnsan doğasına en yakın canlılardan biridir.

 

Hele “sütü” bir şifa iksiridir.

 

Sütünden yapılan peynir ve diğer ürünler aramakla bulunmaz.

 

Aynen İlhan Sarı gibi Bursalı İşadamı Mehmet Gülseçen de insanlara DOKUNDU ve hobi olarak “Seçen” markası altında bir keçi çiftliğiyle, süt işleme fabrikası kurdu.

 

Şimdi ayranından, kefirine, peynir çeşitlerine dek “Seçen” markalı ürünler market raflarını süslüyor.

 

Yanaklarından öperim Mehmet abi, hürmet ederim.

 

Ailece yararlanıyoruz senin Bursalılara yaptığın bu şifalı DOKUNUŞTAN.

 

Bir zamanlar bu topraklarda güzel mi güzel, sözü sohbeti dinlenen, ağzından çıkan bir tek laf emir sayılan koca yürekli bir adam yaşadı.

 

Toplumun “Kürt Memedali” diye andığı, Mehmet Ali Dersimli 1974 yılında Adalet Partisi’nin kalesi sayılan Kestel’de, 4 bin 500 oyun 3 binini alarak gencecik yaşta belediye başkanı seçildi.

 

Şimdilerde nesli tükenen tam bir kabadayıydı aynı zamanda.

 

Ve gönlünü ilçede eczacılık yapan dünya güzeli genç bir kıza, Perihan Hanım’a kaptırdı.

 

Perihan hanım daha O’nu gördüğü ilk saniye anlayacaktı bu adamı aslında kalu Beladan bu yana sevip, aşık olduğunu.

 

 

 

 

 

Aradaki -bence anlamsız- şekilde mezhep farkı nedeniyle önce ailesi karşı çıktı bu izdivaca!

 

Onlara cevap olarak dedi ki Mehmet Ali Dersimli, “Ne yapabilirim ki? O’nu ben değil, O beni kaçırdı sonuçta. Gönlümün sesinden başka işitecek hiçbir şey yoktu şu koca dünyada”!..

 

Bu izdivaçtan Elif ve Fırat’ın suları kadar serin, babası kadar derin Fırat isimli evlatları dünyaya geldi sırasıyla.

 

Kestel’de “fidancılık” işinin yürümesi sonucu bu sektöre girdiler.

 

Sırameşeler’den, Paşa Çiftliğinin yanından geçerken dimdik uzayan bakımlı ve bilimsel metotlarla üretildikleri her hallerinden belli olan fidanları görürsünüz.

 

Orayla birlikte 530 dönüm arazide sertifikalı yüzbinlerce yeşil yapraklı çevre bitkisi ve meyve fidanı üretiyor Fırat Dersimli.

 

Ve her gün dünyanın bütün memleketlerine ulaşmak üzere içi bizim insanımızın ürettiği katma değerle dolu TIR’lar yola çıkıyor.

 

Bu alanda İsrail ve Hollanda her zaman başı çeker, bu ülkelere bile fidan ihraç ediyor Fırat, düşünebiliyor musunuz?

 

Fidan üretimi öyle ilginç bir şeydir ki, ilk sene bir karış olan bir çevre bitkisinin fiyatı 100 lirayken önümüzdeki yıl biraz daha büyüyünce 300 lira, sırasıyla 900, 2 bin 700 gibi üçer üçer katlar.

 

Tabi bu işin bilimine hakim olmak şartıyla.

 

Fırat da İlhan Sarı gibi elinde çantasıyla sürekli dünyayı dolaşıyor.

 

Öyle güzel bir DOKUNUŞ yapmış ki ülke ekonomisi ve insanlarımıza, babasını yattığı yerden gururlandırıp, “Kürt Memedali’nin” oğlu olduğunu her haliyle ispat ediyor.

 

Ciddi, misafirperver, babası gibi siyaset ve bürokraside dahası gönüllerde ağırlığı olan bir delikanlı Fırat.

 

“Siyaset” dedim ama herkese yakın ve sevgili, siyaset üstü bir portre çiziyor aslında.

 

Ben olsam hemen Tarım Bakanı yaparım, ortalıkta sümsük sümsük “armut” gibi dolaşıp, kendi sesine aşık hiçbir işe yaramayanlar toz olur hiç olmazsa.

 

Fırat’ı, Rafet Alan sayesinde tanıdım.

 

Çiftlikte dostlarına verdiği yemekte Eski Emniyet Müdürlerinden İbrahim İtem, Reşat Altay, İsmail Özdemir, Bursa Eski Milletvekili Kemal Ekinci ve Eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır’a dek pek çok tanıdık sima vardı.

 

Son anda gelişen “Anadolu Fidancılık’ın” bu davetine kısa sürede haber verilebilen herkes koşup gelmişti.

 

Anneleri Eczacı Perihan Hanım’a bayıldım, bayıldım…

 

Öylesine gün görmüş, güzel, zarif ve görgülü bir insan ki, rahmetli Dersimli’nin ardından gitmesine hiç şaşmamak gerek!

 

Konukseverlikleri için sevgili Fırat’a ve yeğeni Mert’e tekrar teşekkür ederim.

 

Bende anı çok…

 

Hiç susmadan en az bir ay daha devam edebilirim konuşmaya ama içimde eksik kalan bir şeyler daha var.

 

Bir akşam üstü Cuma günü saat beşe az bir vakit kala yani, zaman mesai bitimine doğru hızla ilerlerken Bursa Emniyet Müdürlüğü’nden bir polis aradı.

 

Bir yazım nedeniyle ifadeye gitmem gerekiyormuş!

 

O daha portakal kabuğunda bir hücreyken biz rakı şişesinde kırmızı bir balık olarak fink atıyorduk bu dünyada!

 

Ne yapılmak istendiğini hemen anladım, hafta sonunda beni Emniyet Müdürlüğü’nün sidikli nezarethanesinde mahpus tutacaklar.

 

“Konu ne” diye sordum; biliyorum aslında kabinenin başbakan yardımcısı için “pabucumun bakanı” diye yazmıştım!

 

Suç değil aslında, hele hele gözaltına alınmamı gerektirecek bir suç hiç değil!

 

Fakat Dönemin Bursa Adliyesi Başsavcısı Uğurhan Kuş, Ankara’ya yaranma peşinde!

 

“Hafta başında gelirim” dedim.

 

Polis çocuk anladığımı anladı!

 

“Bizi polisiye önlemlere başvurmaya mecbur etmeyin Mehmet Ali Bey” diye yanıtladı!

 

Ee n’lucak, telefonumdan, yakınlarımın telefonlarından takip edeceksin, ben de bunu yutacağım!

 

İstersen uzaydan takip et, ben istemedikten sonra, kaçmaya niyet ettiğim takdirde o gün zor bulursun!

 

O sıra Hakan Dinçtürk’te de vekaletim var.

 

Allah’ı var, on numara hareket etti, hem akşam hem de sabah yanımdan ayrılmadı çocuk.

 

Cesur bir şekilde hukuki süreci takip etti.

 

Hem zaten Bakan da şikayetçi olmadığına dair dosyaya dilekçe koydu sağolsun.

 

Sidikli bölümde tutamadılar, yemedi ama Başsavcı Uğurhan Kuşun emriyle, bir geceyi Emniyet Müdürlüğü’nün üst katında müdürlerden birinin odasında geçirttiler bana…

 

Olsun, deneyim deneyimdir!

 

Daha önce DOKUNDUKLARIMDAN iki memur gördü beni.

 

Gelip bir ihtiyacım olup olmadığını sordular?

 

“Siz şimdi dışarı çıkın iki meyve suyuyla bir “Ateş Suyu” markalı içecekten alın önce, sonra nektarları yarıya kadar boşaltın, üstüne de ateş suyu doldurup nizamiyeden geçerek getirin bana.”

 

Her halde Bursa Emniyet Müdürlüğünde bacaklarını uzatıp, sabaha kadar ateş suyu içen benden başka kimse yoktur tarihte!

 

Sabah da müracat savcısına çıkarıp serbest bıraktılar zaten.

 

Sonra mı?

 

Uğurhan Kuş Adalet Bakan Yardımcısı oldu adalet dağıtabilmek için!

 

Şimdi mi?

 

Hiiç, öyle boş boş geziyor Emin Özler gibi!

 

Şu yüreğimde eksik kalan lafları tamamlayayım önce:

 

BURSA’NIN ŞİMDİKİ CUMHURİYET BAŞSAVCISI SAYIN RAMAZAN SOLMAZ…

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasal bir hukuk devletidir.

 

Ve Türk halkının ortak mutabakat metni olan Anayasal kurallara göre yönetilir.

 

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.

 

Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı konusu Anayasa Hukuku okumuş herkesin malumudur.

 

Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

 

Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu; Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organların eliyle kullanıldığı da malumunuzdur.

 

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

 

Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

 

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.

 

SAYIN BAŞSAVCI

 

Anayasal bir Hukuk devletinde, sizin ne hakkınız var Aysın Komitgan’ı mevcutlu olarak göz altına aldırmaya?

 

Aysın’a isnat edilen suç “katalog” suçlardan mıdır ki, geceyi Emniyet’te geçirmesini emredebiliyorsunuz?

 

“Kaç” desen topuklu ayakkabılarından dolayı zaten 50 metre kaçamaz.

 

“FETÖCÜ” desen, diyemezsin çünkü, küçük bir istihbarat bilgisi isteseniz gerçek önünüze “şak” diye çıkacaktır.

 

Bana göre asıl manasıyla gazeteci filan da değildir, mazisi kötü bir magazin muhabirliğidir, buraya şeyiyle, yani tırnaklarıyla kazıyarak gelmiştir.

 

Ne olmuş?

 

Bir canlı TV yayınında artık hesap vermeye çekilen Fethullah Gülen için “Mekanı Cennet olsun” mu demiş ne demiş?

 

Her halde Allah’ın bu talebini son sıraya atacağı yegane insanoğludur Aysın Komikkan!

 

O “cennete gitsin” dediği zaman cennete mi gidecek Fetö?!.

 

Eylem gerçekleşmiş midir, Komikkan sayesinde Fetö cennete gitmiş midir, gittiğine dair elinizde delil var mıdır da kadını göz altına alıp, Anayasa’dan kaynaklanan fikir ve düşünce özgürlüğünün önüne geçiyorsunuz?

 

Fikir ve yorum da içeren basın özgürlüğünü iğdiş ediyorsunuz?

 

Ertesi gün savcıya gidip ifadesini verirdi herhalde!

 

Mesela İsa’ya “Allah belasını versin” demek suç mudur?

 

İnsanlar her gün 5 vakit “Ebu Leheb’in elleri kurusun” diye namaz kılıp dua ediyorlar.

 

Kurudu mu Arap’ın elleri?

 

Bir Bursa Milletvekili, armut tüccarı Orhan Sarıbal geçmişte Devlet sınırlarını en yüksek seviyeye çıkaran Yavuz Sultan Selim’in adı boğaz köprüsüne verileceği zaman “Katil Sultan Selim” diye açıklama yapıyor…

 

Kendisine yüklenen 1.500 senelik öfke ve kini bu güne taşıyor, halkı kin ve tahrike, ayrımcılığa sürüklüyor…

 

Hazırlatsanıza O’nun için de bir dosya?

 

Bir hakime “Allah senin belanı versin” diyen bir sanığın bu sözleri bile suç kabul edilmemiş, Yargıtay İçtihadı olarak yerini almıştır kanunlarımızda.

 

Bir kere, gerçekleşmemiş bir durumdur.

 

Allah’ın sanıkla iş birliği içinde olması, O’nun bir lafıyla hakimin belasını vermesi gerekir ki, sıkıysa bir Allah’ın kulu bu konuyla ilgili iddianame hazırlasın.

 

Şimdi zaten gölgesinden bile korkan Aysın Komitkan sayenizde bundan sonra bir kez olsun gerçek gazetecilik yapamayacak, belki de çarşıda nohutlu pilav satmaya başlayacaktır.

 

Nedir bu birilerine “yaranma” içgüdüsü kuzum?

 

Bu kötü DOKUNUŞ niye?

 

Devletin yumuşak, kadife eldivenli yanını göstermek varken böylesi küçük işlerle uğraşmak niye?

 

 

DİP NOT: Meraklıları için, İlhan Sarı ürünlerinde bolca bulunan oleuropein maddesiyle ilgili bilgiler. Yeni ürün V-160 Zeytin Yaprağı Ekstraktıyla ilgili araştırmalar. Doktor Morton Walker’ın  kitabından konuyla ilgili alıntılar.

 

www.ilhansari.com

 

Kanser, osteoporoz ve bilişsel gerileme gibi problemlere karşı koruyucu görevi bulunur. Zeytin yaprağında bulunan güçlü bir polifenol olan oleuropein bileşeni, antiviral, antimikrobiyal ve antiinflamatuar etkilere sahiptir.

 

Oleuropein yağı ne işe yarar?

Oleuropein, 30 farklı fenolik bileşen barındıran natürel sızma zeytinyağının mucizelerinden biri. Güçlü bir antioksidan. Kanserli hücreyi yok ettiğine, hücre hasarını önlediğine ve vücuttaki iltihabı azalttığına yönelik birçok çalışma mevcut.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktının Anti Mikrobiyal Ajan Olarak Etkili Olduğu Bulaşıcı Hastalıkların Listesi:

 

AIDS (Edinsel Bağışıklık Yetmezlik Sendromu)

Amebiyazis (Bir Kalın Bağırsak Hastalığı)

Şarbon Hastalığı (Anthrax)

Ayak Mantarı (Tinea Pedis)

İdrar Yolu Enfeksiyonu

Botulizm (Bir Tür Gıda Zehirlenmesi)

Kaliforniya Ensefaliti (California Encephalitis, CE)

Kampilobakter (Enfeksiyona Neden Olan Çubuk Şeklinde Bir Bakteri)

Kedi Tırmığı Hastalığı (Cat-Scratch Disease)

Şankroid (Chancroid)

Su Çiçeği (Varicella)

Klamidya (Chlamydia)

Klamidyal Pnömoni (Chlamydial Pneumonia)

Kolera

Clostridium Perfringens Enfeksiyonu

Soğuk Algınlığı

Uçuk (Herpes Simplex I)

Konjonktivit (Göz Nezlesi, Pink Eye)

Kasık Biti (Pediculosis Pubis)

Kuş Palazı Hastalığı

Kriptosporidyoz

Sitomegalovirüs (CMV)

İshal Hastalıkları

Difteri

Kulak Enfeksiyonları (Otitis Media)

Doğu At Ensefaliti (Eastern Equine Encephalitis, EEE)

Ebola Sudan Virüs Enfeksiyonu

Ebola Zaire Virüs Enfeksiyonu

Koli Basili 0157:H7 (Eschericha coli Hemorrhagic Colitis 0157:H7)

Ensefalit

Epstein-Barr Virüs (EBV) Enfeksiyonu

Beşinci Hastalık (Parvovirüs B19'un yol açtığı çocuk hastalığı; Erythema Infectiosum)

Enflüanza

Gıda Kaynaklı Hastalıklar (Gıda Zehirlenmeleri)

Mide Ülserleri (Helikobakter Pilori)

Gastroenterit (Mide ve Bağırsak İltihabı)

Genital Uçuk (Herpes Simplex II)

Genital Siğiller (HPV, İnsan Papillom Virüsü)

Kızamıkçık (Rubella)

Giyardiya (Giardiasis)

Bel Soğukluğu (Gonorrhea)

Grup B Streptokok (GBS) Hastalığı

El, Ayak ve Ağız Hastalığı

Hantavirus Pulmoner Sendromu (HPS)

Saç Biti

Hepatit

Hepatit A

Hepatit B

Hepatit C

Herpes Zoster (Şinglez)

Haemophilus Enflüenza Enfeksiyonu veya Hib (Haemophilus Enflüenza Menejiti)

İmpetigo

Yenidoğan Botulizmi

Japon Ensefaliti  (Japanese Encephalitis JE)

Kasık Mantarı (Tinea Cruris)

Lejyoner Hastalığı

Cüzzam (Hansen Hastalığı)

Leptospiroz (Sıtma)

Listeriya (Listeriosis)

Kazıklıhumma (Tetanoz)

Lyme Hastalığı

Akut Lösemi / Lenfoma Virüsüne Bağlı Lenfositik Lösemi

Sıtma

Marburg (Maymun) Virüsü [Rhabdovirus simiae]

Kızamık (Rubeola)

Bakteriyel Menenjit

Viral Menenjit

Meningokoksik Menenjit

Beze Humması (Mono, Enfeksiyöz Mononükleozis)

Kabakulak

Mikoplasma Pnömonisi

Newcastle Hastalığı

Norwalk Virüsü (Norovirüs)

Papağan Hastalığı (Psittakoz)

Pastörella (Pasteurellosis)

PID (Pelvik Enflamasyon Hastalığı)

Pink Eye (Konjonktivit, Göz Nezlesi)

Kılkurdu (Pinworm)

Veba

Pnömokoksal Menenjit

Bronşal, Lobal, Segmental Pnömoni

Bakteriyel Pnömoni

Klamidyal Pnömoni

Mikoplasma Pnömonisi

Viral Pnömoni

Çocuk Felci (Poliomyelitis)

Domuz Tenyası

Balkan Gribi (Query Fever)

Kuduz

Sıçan Humması Ateşi

Ateşli Römatizma

Saçkıran Mantar Enfeksiyonu (Tinea Capitis), (Tinea Corporis)

Kayalık Dağlar Benekli Humması

İsilik (Exanthem Subitem)

Retrovirüs Enfeksiyonları

Rotavirüs İshali

Yuvarlak Solucan (Toxocariasis)

RSV (Respiratuvar Sinsitiyal Virüs)

St. Louis Ensefaliti  (St. Louis Encephalitis, SLE)

Salmonella (Salmonellosis)

Uyuz

Kızıl Hastalığı (Scarlatina)

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar

Şigella (Shigellosis)

Şinglez (Herpes Zoster)

Çiçek Hastalığı (Variola)

Stafilokokkal Gıda Zehirlenmesi

Strepkokokal Boğaz Ağrısı

Sifilis

Tüberküloz (TB)

Pamukçuk (Oral Kandida)

Toksik Şok Sendromu (TSS)

Toksoplazmoz

Triş (Trichmoniasis)

Trişinoz (Trichinellosis, Bağırsak Kurdu Hastalığı)

TB (Tüberküloz)

Karahumma (Tifo Ateşi)

İdrar Yolları Enfeksiyonu

Vajinal Maya Enfeksiyonu (Vajinal Kandida Mantarı)

Vajinit (Vaginosis, Dölyolu Yangısı)

Vinsan Anjini

Siğil

Boğmaca (Pertussis)

Maya Sendromu (Polisistemik Kronik Kandida)

Sarıhumma

Yersinia (Yersiniosis)

Kaynak: bkz. kitabın sonunda bulunan Kaynakça’da Bölüm 4, dipnot 5.

 

TABLO 2 (sayfa72)

 

Virüs, Bakteri ve Mantar gibi Patalojik Organizmalara Karşı Uygulanan Zeytin Yaprağı Ekstraktı Tedavisinin Sonuçları

 

Solunum yolu hastalıkları (bademcik iltihabı, farenjit, soluk borusu iltihabı, vb.)

 

Hasta Sayısı : 119 Tam İyileşen : 115 İyileşen: 4 

 

Akciğer hastalıkları (pnömoni, bronşit, vb.)

 

Hasta Sayısı : 45 Tam İyileşen : 42 İyileşen: 3

 

Diş hastalıkları (pulpit, lökoplazi, ağız iltihabı, vb.)

 

Hasta Sayısı : 67 Tam İyileşen : 60 İyileşen: 5 Stabil Kalan: 2 

 

Cilt hastalıkları (herpes ve diğer viral cilt problemleri)

 

Hasta Sayısı : 172 Tam İyileşen : 120 İyileşen: 52 

 

Bakteriyel cilt enfeksiyonları (piyoderma, yaralanmalar)

 

Hasta Sayısı : 37 Tam İyileşen : 30 İyileşen: 7

 

Ülser hastalıkları (Helikobakter pilori enfeksiyonuna bağlı olanlar)

 

Hasta Sayısı : 17 İyileşen: 17 

 

Bağışıklığın kuvvetlenmesi

 

Hasta Sayısı : 43 Tam İyileşen : Uygulanmaz İyileşen: 40 Stabil Kalan: 3   

 

Yukarıdaki tabloya göre kliniğin çıkarımları şöyledir:

 

  1. Tüm bakteriyel ve viral enfeksiyonlarda iyileşme ve gelişme yaklaşık yüzde 98 oranında sağlanmıştır.

 

  1. Bu klinik çalışmada yer alan tüm hastaların bağışıklık direnci kuvvetlenmiştir.

 

  1. Çocuklar ve ergenler de dahil, test edilen hastalar arasında olumsuz yan etki gözlemlenmemiştir.

 

Araştırma kapsamında yer alan hastaların özellikleri:

 

Cinsiyet : %58 kadın         %48 erkek

 

Yaş: 10 – 20 yaş arası:    12                           30 – 40 yaş arası: 143

 

        20 – 30 yaş arası:    117                        40 – 50 yaş arası: 181

 

                                                                               50 ve üzeri yaş:    47      

 

                                                                               Hasta sayısı:          500

 

Kaynak: Budapeşte, Macaristan’daki The Robert Lyons Clinic tarafından gerçekleştirilen Klinik Çalışma – Araştırmayı yürüten: Robert Lyons, O.M.D., M.S.

 

TABLO 3 (sayfa87)

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktı Tableti İçeriğinde Bulunan Bileşenler

 

Zeytin yaprağı ekstraktı tabletlerinde bulunan bileşen ve eksipiyanların formülü aşağıda belirtilmiştir.

 

Zeytin Yaprağı Granülasyonu

 

505 mg

 

Selüloz

 

50 mg

 

Stearik Asit (Bitkisel)

 

13 mg

 

Kroskarmelloz Sodyum

 

13 mg

 

Silikon Dioksit

 

8 mg

 

Magnezyum Stearat (Bitkisel)

 

7 mg

 

Maltodextrin 10 DE

 

4 mg

 

Toplam

 

600 mg

 

TABLO 4 (sayfa95)

 

Tedavi / Önleyici Tedbir Olarak Zeytin Yaprağı Ekstraktı Kullanımına Karşı Duyarlı Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar (STD)

 

Semptomların Başlıca Etkili Olduğu Lezyon veya Dokuların Konumuna Göre Hastalıkların Listesi

 

ÜLSERATİF GENİTAL HASTALIKLAR

 

Frengi

 

Frengi ve HIV

 

Şankroid

 

Granüloma Inguinale

 

Genital Herpes

 

Herpes ve HIV

 

GENİTAL MUKOZAL HASTALIKLAR

 

Belsoğukluğu

 

Klamidya

 

Mikoplazma

 

EPİDERMAL HASTALIKLAR

 

     İnsan Papillom Virüsü (HPV)

 

     Molluskum Kontagiozum

 

     Ektoparazitik Hastalıklar

 

            Bit

 

            Uyuz

 

ENTERİT / İSHAL SENDROMLARI

 

VAJİNAL HASTALIKLAR

 

     Vulva vajinal Kandida

 

     Trikomoniyaz

 

     Bakteriyel Vajinoz

 

STD ile enfekte olan milyonlarca insan uzun süreler asemptomatik kalabilir, tanı alamayabilir ve enfeksiyonu yaymaya devam edebilir. Birden fazla enfeksiyon eşzamanlı olarak meydana gelebilir. Chlamydia trachomatis, Birleşik Devletler ve pek çok Batılı gelişmiş ülkede en yaygın olarak görülen STD’dir.

 

Kaynak: F. J. Palella and R. L. Murphy, “Sexually transmitted diseases.” In The Biologic and Clinical Basis of Infectious Diseases, 5th edition. Editors S. T. Shulman, J.P. Phair, L. R. Peterson, and J. R. Warren (Philadelphia: W. B. Saunders Co., 1997), p. 208; M. Walker. “Olive leaf extract: The new oral treatment to counteract most types of pathological organisms.” Explore! ort he Professional 7(4):31-37, Oct. 1996.

 

TABLO 5 (sayfa108)

 

Kronik Yorgunluk Sendromu, Kronik Yorgunluk ve İmmün Yetmezlik Sendromu, Kronik Epstein-Barr Virüs Sendromu ve Kronik Mononükloz Benzeri Hastalıklarda Semptom Kompleks Olarak Elde Edilen Klinik Bulgular

 

(benzer belirti ve semptomlar aynı tanımlayıcı etiket altında gruplanmıştır)

 

  1. YORGUNLUK

 

  1. En yaygın şikâyet, en kötü ihtimalle hastanın tamamen yatağa bağlı kalmasına neden             olan, engelleyici yorgunluktur.

 

  1. Yatağa bağlı kalan hasta neredeyse hiçbir şey yapamaz, tuvalete bile gidemez.

 

  1. Eve kapanan hasta, hafif ev işlerini dahi yapamaz.

 

  1. Ev dışındaki hasta genellikle ev ve iş için gerekli olan her şeyi yapabilir, ancak daha kolay yorulur; başka hiçbir şey için enerjisi kalmaz.

 

  1. Yorgunluğun sıklığı:

 

  1. Süreklidir ve değişmez.

 

  1. Bazen iyi olabilen yorgunluk hissi asla tamamen ortadan kalkmaz.

 

  1. Normal hissetme ile yorgun hissetme arasında değişir.

 

  1. FARENJİT (boğaz ağrısı) – nükseden

 

  1. KAS AĞRILARI (Miyalji) – nükseden

 

  1. Hastanın tüm normal aktiviteleri durdurması ve istirahat etmesi gerekir.

 

  1. Hasta normal aktivitelerine devam edebilir ancak kas ağrıları işini zorlaştırır.

 

  1. Hasta normal aktivite sırasında kas ağrısını fark etmez, ancak istirahat sırasında ağrı hisseder.

 

  1. BAŞ AĞRILARI – nükseden

 

  1. Hastanın tüm normal aktiviteleri durdurması ve istirahat etmesi gerekir

 

  1. Hasta normal aktivitelerine devam edebilir ancak baş ağrıları işini zorlaştırır

 

  1. Hasta normal aktivite sırasında baş ağrısını fark etmez, ancak istirahat sırasında ağrı hisseder.

 

  1. DEPRESYON veya sık mod değişimleri

 

  1. UYKUSUZLUK (insomniya)

 

  1. KONSANTRASYON EKSİKLİĞİ

 

  1. ANKSİYETE

 

  1. MİDE BULANTISI

 

  1. LENF NODLARININ ŞİŞMESİ (lenfadenopati)

 

  1. KARIN AĞRISI (gastrointestinal rahatsızlık)

 

  1. İSHAL

 

  1. ÖKSÜRÜK

 

  1. KAŞINTI

 

  1. CİLT HASSASİYETİ

 

  1. İŞTAH KAYBI

 

  1. EKLEM AĞRILARI (artralji)

 

  1. KUSMA

 

  1. TEKRAR EDEN YÜKSEK ATEŞ (37,5°C ve üzeri)

 

  1. PARMAKLARIN ARALIKLARLA ŞİŞMESİ

 

  1. KİLO KAYBI

 

  1. KİLO ALMA

 

  1. EV VE İŞTE STRES

 

  1. BU PROBLEMLER İÇİN HEKİME BAŞVURMA

 

  1. SEMPTOMLARIN KENDİ KURUNTUSU OLDUĞUNU DÜŞÜNME

 

  1. ÖYKÜSÜ

 

  1. Mononükloz

 

  1. Oral herpes

 

  1. Genital herpes

 

  1. Herpes zoster (Şinglez)

 

  1. Gıda ya da ilaç alerjisi veya saman nezlesi

 

Kaynak: P. I. Yutsis, and M. Walker. The Downhill Syndrome: Doctor, Why Am I So Tired and Suffer with So Many Symptoms? (Garden City Park, NY: Avery Publishing Group, Inc., 1997).

 

Maruz Kaldığımız Enfeksiyon Türleri (sayfa30)

 

Latent (gizli) enfeksiyon, bir mikro organizmanın konak bünyesinde uyku halinde olması durumunu ifade eder. Bazı vakalarda bu uyku hali yıllar boyunca sürebilmektedir. Endodontistler (kanal tedavisi uzmanları) tarafından gerçekleştirilen kanal tedavileri, bu duruma sık rastlanan bir örnek olarak gösterilebilir. Müdahale ile muhafaza edilen ve canlı kökü bulunmayan bir diş tabanının, müdahale sırasında derinlemesine temizlenmemesi ve dezenfekte edilmemesi sonucunda, operasyondan yıllar sonra hastanın çene kemiklerinde osteit (kemik iltihabı) gelişebilmektedir.

 

Dış kökenli (exogeneus) enfeksiyonlar, çevresel patojenlerden; iç kaynaklı (endojenöz) enfeksiyonlar ise genellikle zararsızca konak bünyesinde kalıcı olarak ikamet eden organizmalara, yani floralara bağlı olarak ortaya çıkar6. 1997 yılının ocak ayının sonlarına doğru, yedi aylık bir kız çocuğunun iç kaynaklı enfeksiyona yakalandığını haber aldım. Çocuk, Escherichia coli (koli basili) bakteri enfeksiyonunu kendi kalınbağırsağından kapmıştı. Bağırsaklarda meydana gelen tıkanma nedeniyle, koli basili mikrobu kolondaki tipik yerinden ayrılmış ve idrar yolu duvarlarında sızıntıya neden olmaya başlamıştı. Bunun sonucunda çocuğun ateşi yükselmiş ve durumu bir süre ciddiyetini korumuştu. Hastaneye kaldırılan çocuğa koli basiline karşı halen etkinliğini sürdüren tek antibiyotik olan Vancomycin tedavisi uygulanmış ve iç kaynaklı enfeksiyonun üstesinden gelmek ancak bu şekilde mümkün olabilmişti.

 

İnsanlara Hastalık Bulaştıran Mikroplar(sayfa31)

 

Bakteriler, hücre çeperleri bulunan ve diğer hücrelerden bağımsız olarak artifisiyel (suni) ortamlarda tek başına üreme kapasitesine sahip olan tek hücreli mikro organizmalardır. Zayıf hijyenik koşulların enfeksiyon riskini arttırdığı gelişmekte olan ülkelerde, bakteri kaynaklı hastalıklar, sıklıkla ölüm ve malûliyet (kalıcı yeti kaybı) durumlarına yol açabilmektedir. Sanayileşmiş ülkelerde görülen en yaygın bulaşıcı ve ölümcül hastalıkların kaynağı da yine bakterilerdir.

 

Bakteriler şekillerine göre sınıflandırılabilir. Sferik (yuvarlak) şekle sahip bakteri hücreleri cocci (koksi), çubuk şeklindekiler bacilli (basil), spiral şeklindekiler ise spirilla (sarmal) bakteriler olarak adlandırılır. Bununla birlikte, bakterileri dört farklı biçimde de sınıflandırmak mümkündür:

 

(1)boyaya olan tepkilerine göre (gram-pozitif, gram-negatif ve aside dayanıklı bakteriler),

 

(2)kendiliğinden hareket edebilme, mobilite becerilerine göre (hareketli ve hareketsiz bakteriler),

 

(3)kendilerini membran (zarlı) kapsüllerle kaplama eğilimlerine göre (enkapsüle ve nonenkapsüle bakteriler),

 

(4)oksijen ihtiyaçlarına göre (aerobik bakteriler büyümek için oksijene ihtiyaç duyarken, anaerobik bakteriler oksijensiz de yaşayabilir).  

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktı: Virüs, Bakteri, Mantar ve Parazitleri Öldürür(sayfa36)

 

İnsan hücrelerine zarar vermemek koşuluyla; hepatit, herpes simplex, grip, Epstein-Barr ve bulaşıcı soğuk algınlığı gibi viral hastalıklara sebep olan patojenik organizmalara karşı virüsle mücadele ilacı olarak kullanılabilecek, doğal ve kolay ulaşılabilen antiviral ilaçlara ihtiyacımız var. Bu ilaç, hali hazırda zeytin ağaçlarında yaklaşık dört - altı bin yıldır yetişmekte olmasına rağmen, Batı Tıbbı tarafından büyük ölçüde görmezden gelinmiştir. Toz haline getirilen zeytin yaprağı ekstraktı, yalnızca virüsleri değil, aynı zamanda hastalıklara sebep olan diğer mikro organizmaların neredeyse tamamını öldürebilmektedir.

 

Zeytin yaprağı ekstraktı, mantar karşıtı özellikler de taşıyan bir etken maddedir. Ayak mantarı, saçkıran, pamukçuk, vajinal mantar enfeksiyonları gibi mantar, maya ve küf istilalarını ve mikroskobik bitki istilacılarının sebep olduğu pek çok hastalığı yok eder.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktının Mikroplarla Mücadelesi (sayfa 41)

 

Zeytin bitkisinin sulu ekstraktının, hafif asitli hidrolize tabi tutulması sonucunda saf kalsiyum elenolat elde edilir. Kalsiyum tuzu, sulu ayrıştırma ürünü olarak hidroliz sonucunda ortaya çıkar5. Kristal formundaki bu madde, toz haline getirilir, tablet veya kapsüllere doldurularak sağlık uzmanları tarafından hastalara verilmek üzere antiviral beslenme takviyesi halini alır.

 

Covina, California’dan, Dr. James R. Privitera bu sürecinin işleyişini açıklamak adına kaleme aldığı yazıda, zeytin yaprağı ekstraktının;

 

Belirli virüs, bakteri ve mikroplar açısından hayati önem teşkil eden bazı amino asitlerin üretim süreçlerine kritik müdahale ettiğini,

Virüslerin hücre zarından geçişini, hücre zarında çoğalmasını ve barınmasını engelleyerek viral enfeksiyon ve/veya inaktif virüslerin yayılımına müdahale ettiğini,

Enfekte olan konak hücrelere doğrudan penetre ederek, mikropların çoğalmasını kalıcı olarak engellediğini,

AIDS hastalığına yol açan HIV gibi retrovirüslerin sağlıklı bir hücrenin RNA’sını değiştirebilmesi için kritik önem taşıyan ters transkriptaz (reverse transcriptase) ve protaz enzimlerinin üretimini etkisiz hale getirdiğini,

Her türlü mikroba karşı bağışıklık sistemi tepkisi olarak fagositozu doğrudan tetiklediğini belirtmiştir.

Zeytin Yaprağı Ekstraktı Kullanımına Bağlı Detoksifikasyon Etkisi (sayfa42)

 

Zeytin yaprağı ekstraktı kullanımının bilinen sadece bir tane yan etkisi bulunur: Herxheimer reaksiyonu. Adını Alman hekim Dr. Karl Herxheimer’den alan bu reaksiyon, hastalığa neden olan patolojik organizmaların vücuttan atılması sırasında meydana gelen detoksifikasyon etkisidir. Tehlikeli mikroplar canlıyken bir dereceye kadar bağışıklık sistemini atlatabilmektedir. Ancak, zeytin yaprağı ekstraktının şifalı bileşenleri tarafından öldürülen mikropların hücre duvarlarında bulunan proteinler, zayıflayan mukoza zarı ile emilir ve hastada alerjik reaksiyon görülmesine neden olur. Ölen organizmaların yarattığı enfeksiyonlara bağlı olarak tetiklenen antikorlar, enfeksiyonun bulunduğu doku bölgelerinde reaksiyon oluşturur.

 

Dolasıyla, tıp literatüründe Herxheimer reaksiyonu olarak bilinen fenomen, çok sayıda tehlikeli mikrobun zeytin yaprağı bileşeni ile nispeten hızlı bir şekilde öldürülmesi sonucunda gerçekleşir. Ardından, hastanın hücre zarları ölü mikro organizmaların zehirli kalıntılarını emer. Yüksek miktarda yabancı antijenin hücrelere nüfuz etmesi sonucunda bağışıklık sistemi reaksiyonu tetiklenir, normal biyokimyasal süreçler etkilenir ve bağışıklık sistemi reaksiyonları kısa bir süre hastanın semptomlarını kötüleştirebilir. Zeytin yaprağı ekstraktını kullanan hekimler, detoksifikasyon etkisini tedavinin işe yaradığını gösteren bir belirti olarak kabul eder. Bu nedenle, detoksifikasyon etkisinin meydana gelmesi, uygun şekilde tasarlanan bir tedavi programına hastanın kusursuz bir şekilde reaksiyon verdiğini gösterir6.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktı Tüketiminin Faydaları (sayfa44)

 

Öncelikle, dilerseniz zeytin yaprağı ekstraktı tüketiminin şifalı faydalarını listeleyelim:

 

Virüs, retrovirüs, bakteri, spiroket, riketsiya, klamidya, fungus, maya, küf, protozoo, helmint ve diğer parazitler de dahil, her türlü patolojik mikro organizmaya karşı genel kapsamlı mücadele,

Kireçlenme ve romatizma da dahil, eklem iltihaplarının tedavisi,

İnsülin dozlarının azaltılmasıyla, bulgusal (semptomatik) diyabet hastalığıyla bağlantılı risklerin yönetimi,

Semptomlarıyla birlikte kronik yorgunluk sendromunun ortadan kaldırılması,

Bağışıklık direncinin arttırılması ve enerjik kalma süresinin uzatılması,

Kalp ritmi anomalilerin (aritmi) normalleştirilmesi,

Kardiyovasküler ve/veya periferal vasküler hastalıklardan kaynaklanan kan dolaşımı sorunlarının düzeltilmesi,

Hemeroid ağrılarının azaltılması,

Diş ağrılarının dindirilmesi,

Serbest radikal patolojiler üzerinde anti oksidan etkisi,

Protozoo kaynaklı sıtma hastalığı, virüs kaynaklı dengue ateşi ve birincil semptom olarak ateşe neden olan diğer egzotik ve ölümcül tropik hastalıkların kalıcı tedavisi,

Epstein-Barr virüsü, sitomegalovirus, enflüanza virüsleri, soğuk algınlığı virüsleri ve HIV virüsü de dahil her türlü viral hastalığın önlenmesi ve etkin tedavisi,

Candida albicans ve diğer maya sendromlarına neden olan organizmalara bağlı neredeyse tüm semptomların ortadan kaldırılması,

Mikroskobik protozoo ve makroskobik helmint solucanları da dahil, muhtelif parazitlerin öldürülmesi ve vücuttan dışarı atılması8.

Zeytin Yaprağı Ekstraktı İçerisindeki Bileşenlerinin Güvenliği (sayfa54)

 

Oleuropein’in toksisite seviyesinin kontrol edilmesi amacıyla fareler üzerinde gerçekleştirilen deneylerde, 7 gün boyunca kobayın vücut ağırlığının her 1 kilogramına 1 gram (1 gr/kg) düşen yüksek dozlar kullanılmıştır. Bu kadar yüksek dozlarda dahi toksik yan etki gözlenmemiştir. Zeytin yaprağı ekstraktının oleuropein bileşeninin toksisite düzeyi o kadar düşüktür ki araştırmacılar öldürücü doz 50’yi (LD50) ve toksik dozu tespit edememiştir. LD50 herhangi bir kimyasala maruz kalan hayvan popülasyonunun yüzde 50’sinin itlafına neden olması öngörülen dozaj için kullanılan bilimsel bir terimdir5.

 

Hastalıklara neden olan bazı nadir organizmaların (örn. Bacilluls cereus T spores9) yanı sıra, mikrofunguslara, virüslere, bakterilere, hastane kaynaklı (nozokomiyal) enfeksiyonların neredeyse tamamından sorumlu olan Stafilokok aureus tarafından salgılanan patolojik proteinlere karşı yürütülen mücadelede, elenolik asit veya elenolik asitten türetilen kalsiyum tuzunun tedavi araçlarımız arasına eklenmesi, istilacıların ilerleyişine engel olacaktır.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktı Dünya’nın Her Yerinde Hastalıklara Şifa Oluyor (sayfa68)

 

Budapeşte, Macaristan’dan benimle iletişime geçen The Robert Lyons Clinic’in Medikal Direktörü, Doğu Tıbbı Doktoru, M.S. Robert Lyons, hastaları sağlığına kavuşturmak için akupunktur ve bitkisel tedaviler uyguluyor. Dr. Lyons ile çalışan 40 ABD’li holistik (bütüncül) sağlık uzmanı bulunuyor. Macaristan kökenli gönüllülerden oluşan ve aralarında, gerek geleneksel eğitimden geçen tıp doktorları, gerek diğer sağlık alanlarının uzmanları (kiropraktörler, natüropatlar, homeopatlar, pratisyen hemşireler, akupunktur uzmanları, ayak hastalıkları uzmanları, diş hekimleri, kraniyologlar, bitki uzmanları vb.) bulunan bu ekip, tıp hizmetlerini geliştirmek amacıyla Macaristan’a geri dönmüş. Aynı zamanda, sentetik ilaçlar kullanmak yerine, doğanın şifalı unsurları hakkında araştırma yürütüyorlar. The Robert Lyons Clinic’te Orta Avrupa’nın tamamen yabancı olduğu yenilikçi tedaviler sunuluyor.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktının Koroner Genişletici Etkisi (sayfa77)

 

1997 yılında Bulgaristan’ın Sofya kentinde bulunan Bulgaristan Bilim Akademisi’nin Fizyoloji Enstitüsü’nde, koroner genişletici ve anti aritmetik etkileri açısından bazı bitki maddelerinin farmalojik etkilerini belirlemeye yönelik laboratuvar çalışmaları yapılmıştır. Araştırma kapsamında bu amaca yönelik olarak yetiştirilen laboratuvar tavşanları kobay olmuştur. Çalışmalarda kediotu köklerinden elde edilen maddeler (Valeriana officinalis), alıç meyvelerinden elde edilen crataemon ve hypero-side flavonoidler (Crataegus monogina) ve zeytin yapraklarından elde edilen iridoid oleuropein (Olea europaea) kullanılmıştır Araştırmacılar, oleuropein’in koroner genişletici etkisini açıkça göstermeyi başarmıştır.

 

Zeytin Yaprak Ekstraktı Bileşenleri Yüksek Tansiyona İyi Gelir (sayfa78)

 

Morris Corrs’un çok güvendiği Santa Barbara, Kaliforniya’daki natüropat ve kolon hidroterapisti Dr. Isaac David Freez, konu ile ilgili şöyle konuştu, “Zeytin yaprağı ekstraktını abartmaya çalışmıyorum, fakat mevcut durumda pek çok sağlık probleminin tedavisinde bir seçenek olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Soğuk algınlığı, grip ve seyahat ishali de dahil diğer enfeksiyonlara karşı etkili olduğu kesin. Ben zeytin yaprağı ekstraktının hipertansiyona da iyi geldiğini düşünüyorum. Bu sebeple, yüksek tansiyonlu hastalarıma ek tedavi olarak Akdeniz diyetiyle beslenmekle birlikte zeytin yaprağı ekstraktı kullanmalarını tavsiye ediyorum.”

 

Peptik Ülser ve Hiyatüs Hernisi için Zeytin Yaprağı Tedavisi (sayfa82)

 

Peptik ülser, sindirim sistemi genelinde mukoz duvarlarında meydana gelen yaraların, iyileşmemesi sonucunda ortaya çıkar ve genellikle iltihapla birlikte görülür. Olağandışı yüksek konsantrasyonlarda bulunan pepsin ve asit enzimleri tarafından mukoza sürekli olarak sindirilir. Sayın Chisholm’un, hiyatüs hernisi kaynaklı gastroözofageal reflü ya da refluks özofajit (ciddi mide yanmasına neden olan reflü tipleri) ile bağlantılı olarak özofagusunda (yemek borusunda), özofajiyal ülsere (yemek borusunda ağrıya) neden olan peptik asit bulunuyordu.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktının Sedef Hastalığına Etkisi (sayfa83)

 

“Sedef hastalığı için zeytin yaprağı ekstraktı tedavisinin olumlu sonuçlarına ek olarak, fibromiyalji sendromunun tedavisinde de hastalardan kusursuz geri dönüşler aldığımızı belirtmek istiyorum. Zeytin yaprağı ekstraktının şifalı özelliklerini duyurmayı dört gözle bekliyorum.” diyerek sözlerini tamamlıyor Dr. Joseph Territo.

 

Zeytin Yaprağı Ekstraktı Fibromiyaljiye İyi Geliyor (sayfa84)

 

“Genel sağlığımda ciddi bir düzelme oluştu. Kendimi çok iyi hissediyorum. Kas spazmları ve sertliklerini artık hissetmiyorum. Zeytin yaprağı ekstraktı enerji seviyemi arttırdı ve ağrı hissetmediğim için mizacımı da geliştirdi.”

 

“Bunlarla birlikte, tırnaklarımda on yıldır mantar enfeksiyonu nedeniyle delik deşik oluyor, kırılıyor, rengi atıyor, döküntü yapıyor ve genel olarak korkunç görünüyordu. Fibromiyalji tedavisi için kullandığım zeytin yaprağı ekstraktı sayesinde tırnaklarım normal görünümüne kavuştu. Renk ve şekilleri normale döndü. Tırnak mantarım iyileşti.” diyerek sözlerini bitiriyor.

 

Tavsiye Edilen Zeytin Yaprağı Ekstraktı Dozu (sayfa85)

 

Ben, zeytin yaprağı ekstraktını her türlü enfeksiyona karşı tedbir niteliğinde uyguladığım bir program çerçevesinde her gün düzenli olarak alıyorum. Normal stres durumlarında, günlük dozum iki kapsül. Uyandıktan sonra (sabah 7:00 sularında) aç karnına birinci kapsülü, öğle yemeğinden yaklaşık iki buçuk saat sonra (15.30 sularında) ikinci kapsülü yutuyorum. Yurtdışı ve yurtiçi seyahatlerinde ya da yayıncılarla görüşmek için New York City’ye gittiğimde, dozumu yüzde elli oranında arttırarak günde üç kapsüle çıkarıyorum. Kendi adıma konuşmak gerekirse, seyahat stresine ve büyük şehirlerdeki hava kirliliğine bağlı yoğun mikrop istilasına karşı zeytin yaprağı ekstraktı, ihtiyaç duyduğum ekstra enerjiyi sağlıyor.

 

HIV ve Diğer Gen İstilacısı Virüslerin Durdurulması (sayfa96)

 

Örneğin, insan immün yetmezlik virüsü (HIV) vücuda girdiğinde muhtemelen kişinin ömrünün sonuna kadar orada kalmaya devam eder. Hücrelere HIV virüsünü öldürme potansiyeli taşıyan herhangi bir antiviral ajan giriş yapmadığı taktirde, virüs, kişinin vücudunda yaşamaya büyük olasılıkla devam eder (bkz. 8. Bölüm). Zeytin ağacı yapraklarında, kalsiyum elenolat olarak adlandırılan kimyasal bir bileşen (yaprağın hidroliz sonucu ortaya çıkan tuzu) bulunur. Kalsiyum elenolat, virüse karşı gereken anti viral özellikleri taşır. Dokularınızda kalsiyum elenolat emilimi gerçekleşmişse, anti viral maddenin varlığı nedeniyle virüs, hücrelerinizi istila edemez.

 

Herpes Virüslerinin Neden Olduğu Kanser Türleri (sayfa97)

 

Tıp bilimine göre kanserlerin yaklaşık yüzde 30’u virüslerden kaynaklanmaktadır. Tüm kanserlerin yaklaşık yüzde 20’sinin kanser hastalarında yeni keşfedilen elli farklı onkojenlerden (özel hücresel gen) kaynaklandığı da bilinmektedir. Bu gen parçaları, çoğu insanın kromozomlarının parçası haline gelmiş olup, kanserin oluşma sürecini hızlandırmaktadır. Radyasyon, kanserojen kimyasallar ve virüsler (örn. herpes virüs ailesi: Epstein-Barr, retrovirüs, sitomegalovirüs, genital herpes, zona, HHV -6 ve HHV -7) gibi belirli “aktifleştirici faktörler” onkojenleri etkinleştirir ve normal hücrelerin kanserli hale gelmesine yol açan belirli proteinlerin üretimini başlatır.

 

Bilinen Yedi Herpes Virüsü Türü (sayfa98)

 

Herpes simpleks virüsü (HSY), dudak veya göz hastalıklarıyla bağlantılı herpes simplex virüs tip I (HSY-1) ve genital herpese neden olan herpes simpleks virüs tip II (HSY-2) olmak üzere iki tip olarak sınıflandırılır. Her ikisi de enfekte kişide bulunan bir yaraya doğrudan fiziksel temas yoluyla bulaşır.

 

Sitomegalovirüs (CMV), çok şiddetli semptomları olmayan bir herpes enfeksiyonudur. CMV, Epstein-Barr virüsüyle birlikte genellikle kronik yorgunluk sendromuna yol açan virüstür. CMV, enfekte kişilerin sıvı atıkları (meni, idrar, tükürük, anne sütü, servikal sıvılar ve dışkı) yoluyla bulaşır5.

 

Herpes virüslerin bağışıklık sistemimizde olumsuz bir değişiklik meydana gelene kadar nasıl inaktif olarak kalabildiğini gösterebilmek adına Japonya’da bulunan Osaka Tıp Fakültesi’nin Pediyatri Departmanı tarafından bir araştırma yürütülmüştür. Tipik roseola lezyonları (exanthem subitum) görülen iki bebeğin kan hücrelerinden insan herpes virüsü VII izole edildi. Bebekler, annelerinden in utero (plasental beslenme sırasında besin aktarımı) yoluyla enfekte olmuştu. Bir hastaya iki aylık kısa bir süre içinde iki bağımsız roseola atağı uygulandı. Daha sonra, hem HHV-6 hem de HHV-7 mikroskop altında görüntülenmek üzere bebekten izole edildi.

 

Kalsiyum Elenolat Herpes Virüsünü Öldürür (sayfa100)

 

Kalamazoo, Michigan’da bulunan The Upjohn Company bünyesinde virolog olarak çalışan Dr. Harold E. Reniz, zeytin yaprağında bulunan oleuropein bileşeni elenolik asidin, hidroliz sonucunda elde edilen sulu ekstraktı kalsiyum elenolatın, test edildiği tüm virüsler üzerinde öldürücü etkiye sahip olduğunu 1969 yılında kanıtladı. Böylece Dr. Renis, o dönemde herpes enfeksiyonuna neden olduğu bilinen herpes virüslerinin (HSV-1, HSV-2, CMV, EBV ve VZ) kalsiyum elenolat tarafından öldürülebildiğini göstermiş oldu. HHV-6 ve HHV-7 o tarihlerde henüz keşfedilmemişti; HHV-6’nın bir hastalık unsuru olarak tanınması yirmi üç yıl sonra gerçekleşmişken, HHV-7 daha üç yıl önce bulundu.

 

Kronik Yorgunluğun Giderilmesi ve Enerjinin Yeniden Artması (sayfa104)

 

“Zeytin yaprağı ekstraktının, istenmeyen dirençli mikro organizmalara karşı özel bir tesiri bulunuyor. Yeni ve etkili bir araç sunarak önemli bir ihtiyacı gideriyor. Fibromiyalji ve kronik yorgunluk sendromu tedavisinde uzmanlaşan, romatolog Dr. Lisa Weinrib ile çalışıyorum. Dr. Weinrib, bu tür problemlerden şikâyet eden hastalarda ekstraktın daha etkili olduğunu tespit etti. Ürün, bu mikro organizmaların üreme döngülerini zayıflatan anti viral ve anti retroviral etkiler göstererek bu alandaki eksikliği kapatıyor. Mikropların yavaşlaması sayesinde hastanın bağışıklık sistemi saldırıya geçme şansı yakalıyor.”

 

 

Diğer Haberler