Yazarlar

Kutlucan Holding'in büyük başarısı

post-img

1970’li yılların hemen başı…

 

Keles’e henüz elektrik gelmemiş…

 

Yukarıda tepede camları kırık tek katlı bir bina var, içinde de kocaman bir jeneratör.

 

Kırık camlardan gidip bakardık bazen içine, burnumuza kesif bir mazot kokusu dolardı.

 

Her akşam hava karardığında çalışmaya başlar saatler tam 23.00’ü gösterdiğindeyse o gün için tamamen susardı.

 

Sürenin dolmak üzere olduğuna en büyük işaret, yarım saat öncesinden açılıp kapatılmasıydı.

 

İşte o vakit başka eğlence olmadığı için komşularına oturmaya giden kadınlar “Anii” nidalarıyla yerlerinden fırlarlar, yanlarında getirdikleri adına “idare” denilen gaz lambalarını kaparak bir an önce evlerine varmanın telaşına düşerlerdi.

 

Eve erken gelen babamsa saat 21.00’de sigortayı gevşetip sıkıştırır, bir kenardan, panik içinde koşturan bir oda dolusu kadını izlerdi bıyık altından gülümseyerek!

 

Ee adam karısıyla, çocuklarıyla biraz vakit geçirecek, öyle değil mi?!.

 

Şu “elektrik” olayının bizim toplumda çok büyük yeri vardır.

 

Kandilden çıkan cinlere, yüzyıllar sonra kandilden geçilen lambalara, lükslere, sonra evlerimizin, hayatımızın her alanına giren elektriğe, oradan elektronik, bilgisayar, telefonlar, üretimin en hızlı ve en mükemmelini yapan robotlar ve hatta yapay zekaya değin, elektrik olmazsa olmazdır bizim için.

 

Tabii, o yıllarda sokaklar aydınlatılamıyordu.

 

Özellikle bir metre karın doldurduğu aysız akşamlar, kadınların bir an önce gitmeleri için yeterli sebepti.

 

Ardından, bizim ilçeye de bağlandı elektrik…

 

Annem bir akşam “kınaya” gitmiş…

 

Beni de o sıra 13-14 yaşında olan teyzeme bırakmış.

 

Benden 7 yaş büyüktür.

 

Hayatı boyunca hep Rahmetli Kasap Tahir Amcanın kızı Kadriye’yi kıskanmıştır!

 

Kadriye abla da güzel hatundur hani.

 

Bizimki yamuk yumuk, tekne kazıntısı!

 

Odada yalnızız…

 

Kuzine soba da nasıl güzel yanıyor anlatamam…

 

İçerisi hamam gibi olmuş.

 

Dayanamayıp, odadaki yatağın üzerine uzanarak  uyuyakalmışım…

 

O da korkuyor…

 

Yalnız kalmak istemiyor…

 

Bir süre sonra beni sarsarak uyandırdı…

 

“Kalk” dedi, pencereden “abad” baktı!

 

“Abad’ı” anlamak için “Gulyabani” gibi bir karakter düşünün!

 

Bir anda buz gibi terledim.

 

-Nasıl bir abat?

 

“Sivri dişleri vardı, bir dudağı yerde, öteki dudağı gökteydi!..”

 

Nasıl dudak ki bunlar?

 

Şimdi düşünüyorum da abata botoks işlemini uygulayan kişi işi biraz abartmış olmalı!

 

Fakat dişler sivri; onu nasıl açıklayacaksın?

 

Aldı mı beni bir abat korkusu!

 

Gece çişim geliyor, dışarıda “abad” var diye tuvalete gidemiyorum!

 

“Dur biraz daha geçsin” diyorum…

 

Sonra uykuya dalıyorum, yerimden kalkıp kapıyı açarak tuvalete gidiyor, bir güzel rahatlıyorum.

 

Lakin iş işten geçmiştir!

 

Beynim beni rüyamda götürüyor helaya ve ihtiyacım olanı yaptırıyor…

 

Yaptırıyor da…

 

Yatağa yaptırıyor!

 

Ortalık göl gibi olmuş…

 

Ertesi sabah biraz daha kurusun diye yerimden kalkmıyorum!

 

Annem hemen anlıyor tabii!

 

Sonra kışın ortasında o yün yatak ve yorgan yıkanıp, sobanın yanına konularak kurutulmaya çalışılıyor!

 

Sonra bir gün babamla “erkek erkeğe” konuştuk!

 

Durumu anlattım.

 

“Oğlum” dedi, “abad” diye bir şey yok!

 

Odanın kapısına benim erişebileceğim şekilde bir elektrik duyu yerleştirdi ve dışarıdaki tüm ampulleri de ona bağladı.

 

Birkaç gün de bana refakat etti.

 

Düğmenin pimini çektiğim zaman dışarısı gündüz gibi oluyordu!

 

Ve ben rahatlıkla tek başıma ihtiyacımı giderir oldum.

 

O “elekrik” hayatımı kurtarmış, belki de ileride gelişecek olan “kişilik bozukluğundan” beni kurtarmıştı!

 

1973’te ver elini Bursa…

 

Bu kez de “elektrik kesintileri” vardı ve her gün belli saatlerde verilebiliyordu.

 

Hatta geldiğinde yüksek voltaj sonucu siyah-beyaz televizyonlar bozulmasın diye, regülatör satışları patlama yapmıştı.

 

Götü boklu minnacık ülkecik Bulgaristan’tan elektrik satın alıyorduk!

 

Ne kadar büyük ayıptı ya Rabbi!..

 

DSİ ve Karayolları çalışanları bu ülkenin gizli kahramanlarıdır.

 

Bundan uzun zaman önce Bulgaristan’ı ilk kez gezerken bir baraj görmüş, “demek bize elektriği buralardan satıyorlardı” demiştim kendi kendime…

 

Şimdi çok şükür, biz başkalarına satacak hale geldik!

 

Daha da muhteşem olanı işadamlarımız artık kendi üretim ihtiyaçlarını karşılayacak elektriği, arslanlar gibi kendi sermayeleriyle, üstelik de “Güneş’ten” yararlanarak, kendileri üretiyorlar!

 

Gerek rüzgar, gerekse Güneş’ten elektrik elde etme safhası Türkiye için bir devrimdir.

 

Bunun en son örneğini geçen gün Simav’da, 100 dönüm arazi üzerine 7 milyon dolar sermaye koyarak 9 MW’lık  GES yatırımı için temel atan Kutlucan Holding’in kurucusu Nurettin Kutlucan gösterdi.

 

Nurettin Kutlucan’ın yanısıra temel atma törenine evlatları Nurettin, Mikail, Sadık ve Burakhan Kutlucan da büyük bir gururla iştirak etti.

 

Bu girişim aynı zamanda özel sektörün devletin yükünü üzerinden alma çalışması değil, milli ekonomiye de büyük katkı sağlamayı hedefliyor.

 

Çünkü 9 MW’ın 5’i, kendi ihtiyaçları için kullanılacak, geriye kalansa İnterconnect sisteme aktarılarak Devlet’e yani bizlere sunulacak.

 

Sessiz ve derinden çalışan Kutlucan’lar, turizmden çimento üretimine, tekstilden hizmet sektörüne, inşaattan enerjiye değin tam 17 şirketle faaliyet gösteriyorlar.

 

Dahası, Adana’da kurdukları çimento fabrikasının yanısıra 60 bin tonluk gemilerin yanaşabileceği dev bir limanın da girişimcileri arasında bulunuyorlar.

 

Bursa’dan böylesine başarılı ve geleceği gören müteşebbislerin çıkması insana gurur veriyor; içini ısıtıyor.

 

Ortadoğu’yu yeniden inşa edecek tek ülke Türkiye.

 

Tebrikler Nurettin Kutlucan

 

 

 

 

 

 

Diğer Haberler