Yazarlar

Güzel ölüler

post-img

Güzel ölüler

 

 

Dombili bir arkadaşım var 140, 150 kilo filan.

Evinin kapılarından geçerken yan kıstırgaç gibi yatay biçimde  ilerleyebiliyor ancak.

“Ya bak Muro” diyorum, “ölme sakın”; “yoksa seni balkondan vinçle filan çıkarmaya çalışacağız, başka türlü imkanı yok”!..

 “Avap Şükvü’nün” avka sokaklavında filan otuvduğu ev; “Kuğu Çeşme Mahallesi’nde”.

Hemen aşağıda Altıpavmak Caddesi’nin kavşısı da Buvsa’nın Şam Vilayeti zaten.

Avaplav kendi kuyumculavını, kendi mavketlevini, kendi dükkanlavını ve hatta kendi mahkemelevini açmışlav, Amevika’daki Çinlilev gibi biv getto halinde yaşıyovlav!

Bilmezdim Muro’yu tanımadan önce kelimelerin bu kadar kifayetsiz, bu kentin ta göbeğinde bir kenar mahalle olduğunu!

Her türlü uyuşturucu orada, parana göre mutlu ya da umutlu her türlü hizmet veren masaj salonları, otel, motel, oberj ve dahi günü birlik konaklama tesisleri orada!

Az ileride adına “Kışla” denilen ve zamanın rahmetli Osmangazi Belediye Başkanı Basri Sönmez’in, genel başkanı Mesut Yılmaz inebilsin diye açtığı helikopter pistini de barındıran ve artık şimdilerde Bengali Ormanı’nın derinliklerindeki Altın Sahili Kalevela’yı andıran bir cangıla dönüşmüş “Arabistan kolonisi” Gana da orada!

 1470’li yıllarda bizimkiler “kızıl elma” peşinde dolaşırlarken  Portekizliler oradaki altın madenlerini ele geçirmiş, köle, altın, bıçak, boncuk, ayna, rom ve silah ticaretine başlamışlardı bile!  

Ardından bölge Britanya Devleti’ne geçti, bize kaldı “Kızıl Maske” isimli çizgi roman kahramanı yadigar!

Kışla’da yapılan fuhuş ve uyuşturucu hap ticareti daha ucuzmuş.

Akşam oldu mu Gaziakdemir Anaokulu’nun önünden ilk deneyimlerini yaşamak ümidiyle tamirci çırakları geçiyor doğan görünümlü Şahin marka araçlarıyla birlikte…

Ve Pizza topuklu ayakkabılarıyla dik bayırı zar zor çıkan yamuk bacaklı tikican kenar mahalle kızları…

O kızlar geri dönerken 1900’lü yılların başlarında üretilmeye başlanan Skoda kamyonetleri andırıyorlar her nedense; Çek dilinde “Skoda”, “hasar” demekmiş bunu biliyor muydunuz?

Ne Mesut Yılmaz inebildi oraya ne de Basri Sönmez bunu görebildi.

Her ikisi de göçtüler gittiler bu dünyadan.

Hava henüz soğumamıştı…

“Hadi be Muro bi nostalji yapalım mı bu gün?..”

“Oluv” dedi.

Ne yemeye ne de içmeye hiçbir vakit “hayıv” diyememiştir zaten kendisi.

 

Çerezleri, çemezleri alacağız, termosların içine eser miktarda buzla beraber meyveli votka hazırlayıp, Kültürpark’ta Göl Çay Bahçesi’nden “çiğ bövek” de söyledikten sonra, açık hava konser alanının yanındaki ağaçların altındaki banklara oturup, geçmişi yad edeceğiz o akşam üstü geç vakte kadar.

 

Ne anılar, ne yaşanmışlıklar var şu her noktası hatıra dolu  topraklarda…

 

Reşat Oyal’in adıyla ünlenen, rahmetli Hikmet Şahin’in onarıp ihya ettiği “kültürparkımız” ne de güzeldir bizim.

 

“Muvat” masayı silip süpürünce “hadi artık kalkalım” dedim.

 

Tam da eski stadyumun bulunduğu alana geldiğimizde, “gecenin o vaktinde vinç bulamayız” diye düşünüp, oturttum O’nu bir banka az biraz dinlensin diye.

 

Önümüzde beton ve teneke yığınından artık bir ucubeye dönüşmüşken yıkılıp yerine yeniden yapılan “millet bahçesi” uzanıyor olanca azametiyle…

 

Kent mobilyaları, yeşili ve bakımlı haliyle sanki bir bahçe değil, Cennet’ten “zümrüt sahili” uzanıyor önümüzde…

 

Derken, insanın ruhuna işleyip, Alice’in Harikalar Diyarı’na götüren uhrevi bir ses yayılıyor havzaya:

 

“Ey Rasulullah salat ve selam sana olsun,

Ey Habibullah salat ve selam sana olsun,

Ey Allah Arşı nuru salat ve selam sana olsun,

Ey yaratılmışın hayırlısı salat ve selam sana olsun,

Ey önce gelen ve sonra gelenlerin efendisi salat ve selam sana olsun,

Hamd Alemlerin Rabbinedir…”

 

Vakit Perşembe akşamı…

Muradiye Camii’nde görevli hoş sesli bir müezzinin okuduğu bu sela sesi insanı mest ediyor.

Pek sevmezdim eskiden.

 

Ölümleri duyururdu.

 

Ne zamanki Amerikan uşağı hain Fetö’cülerin kalkışmasından sonra her gün okundu dipçik gibi minarelerin tepelerinden, daha da bir titretmeye başladı gönlümü:

 

Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Habiballah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Hayra Halgillah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin!

 

Karşıda Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın Yaptırdığı “Bursa Millet Kütüphanesi” arı gibi işliyor; bir yandan da laf üretmekten başka bir şey bilmeyen dangalakları mızrak gibi şişliyor!..

 

Gayseri, hadi gari, Gayseri, dep dep gari, Gayseri…

 

Çoğu “MHP artığı fırsatçılardan” oluşan İyi mi yoksa fena mı oldukları belli olmayanların doluştuğu partinin Gayserili Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu, başrolünü Mehmet Ali Erbil’in yürüttüğü “Harem” dizisindeki gibi “Çıngıraklı Vezir’i” oynayan Hamit Paşa’nın kakafonik ince ses tonuyla bir gün önce bir basın toplantısı düzenlemiş:

 

“Yav Alinur, Bursaspor üzerindeki zehirli ellerini derhal çek!

Sen kimsin ki bana öneri getirin ben önünüzü açayım diyorsun”?..

 

Çıngıraklı Vezir, asıl sen kimsin be?!.

Bu güne dek boş beleş konuşmaktan başka ne iş yaptın?

İbrahim Erdoğan’la, Levent Özeren’le politika yapmaya kalkışan bir adamı bizim memlekette mahalle arasında kaleci bile yapmazlar haberin var mı?!

Meral Abulan da zaten kulaklarını burkup haddini bildirivermiş son ziyaretinde!

Yine Alinur Aktaş’ın yaptığı son hizmet “Zindan Kapı’yı” gördünüz mü?

“Gidin” derim.

Sık sık kültür sanat ve sergi etkinlikleri düzenleniyor orada…

Mevlevi tekkesi de bitmek üzere…

Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Habiballah!

Ne çok insan öldü son zamanlarda be!

En son müzmin bağımsız aday Avukat Alinaz Surya Aksakal da gitmiş…

Kemal Demirel’in treni de istim aldı artık!

Doğruyol Partisi’nden rahmetli Faruk Kuzaltı

Nebahat ablayla, Hasan Özkan abiye de rahmet diliyorum…

Can Ertan’ın sene-i devriyesi dolmak üzere…

Ulen bendeniz bile son dönemde bir yoğun bakım, 8-10 acil, 30-40 gün hastane, 3 gün postane, 5 de pastanede vakit geçirdim be!

 

Takılıyorum bazen 80 yaşına merdiven dayamış anneme…

 

“Anne” diyorum, “bak dinozorların bile nesli tükendi. Senin yaşıtlarından kimse kalmadı artık!.. Tespih böceklerinin soyu tükendi. Kınkanatlılar kuşlara dönüştü!.. Sen hala ne geziyon buralarda be gülüm?!.”

 

“Terbiyesiz” diyor; “taş devrini yaşamış kadınım ben, Naime hanımın nüfus cüzdanını da eskitmezsem ne olayım?!.”

Kadın beni de gömecek çok kararlı!

“Biv adım, iki adım, üç adım” devken yavaş yavaş Muvat’ın evine doğru yaklaşıyovuz…

Bir öğveniyovuz ki Safa da ölmüş…

Bir kan anonsu yaptıydı ablası Gülay daha önce ama birkaç kadeh parlatmışım o gece bir davette…

Şimdi bu sarhoş gider öbür tarafa, öte yakadakileri de bozup, salkım söğüdün altına sofrayı yine kurdurur!

Dabrukayı eline alıp, senkronizasyonu bozuk bozuk çalarken saz heyetiyle birlikte milletin asabını bozar, evrende ahenk diye bir şey kalmazdı inan olsun!

Ortaya meleklerin kanatlarından imal edilmiş “kuş tüyü” yastık projesi atar, cehennemdekilere de 24.000 BTU İnvertör klima satmaya kalkardı!

Şaka değil vallahi, bir gün gelip “Abi Japonya’dan bir gemi dolusu duvar tipi klima yanaştı İstanbul’a; onları satmamız lazım” demişti.

“Len oğlum bırak satmayı, ben hala evime bir klima alamadım” diye hayıflanırken, O’ysa Yaşar Okuyan marifetiyle depremzede konutlarına ranza satmış, bedelli askerliği de beleşe getirmişti geçmişte vallahi!

Abi, enteresan adamdı Safa Gönen…

Dilediği gibi yaşadı, yaşadığı gibi de öldü…

Bekarken bir garsoniyeri vardı bunun Kültürpark’ın yağcılar kapısının karşısındaki çatı katında; bir de sevgilisi…

Evde küçük küçük tüp bitiyor…

Hatun diyor ki, “Git doldurt da kahvaltılık bir şeyler hazırlayayım”?

Tam caddeye iniyor, arkadaşlarıyla karşılaşıyor Safa…

 

“Nereye?”

-İzmir’e gezmeye…

“Ben de geliyorum!

Hatun bu arada bir hafta kadar evde tüp bekliyor ve açlıktan Nefertiti gibi kuruyup kalıyor garibim!..

Rahmetli babası kimya öğretmeniydi…

İsterdi ki, “çocuğum kültürlü olsun”!..

O vakit nereden bilecekti ki meydana sadece bir “kültür mantarı” çıkacağını?!.

Okuyacağı her dünya klasiği için tabii ki, özetini gelip babasına anlatması şartıyla, 20 lira avanta verecek adamcağız…

 

Safa bu!

Gidiyo abi sahaflara, dünya klasiklerinin özetlerinin yazıldığı bir kitap buluyor!

Ulan her birini okumuş olsa en az 15-20 gün sürer lakin, bizim Safa gün aşırı hızlıca okuduğu kitap özetlerini anlatıyor babasına ve üstelik de hepsi doğru!

Ablası Gülay işi çakıyor en sonunda ve kendi payını vermeyince yatağın altındaki kitabı babasına ispiyon ediyor!

Aradan yıllar geçecek, bunlar Hüdavendigar Parkı’nın ortasından geçen Nilüfer Çayı’nda elektrikli kayık işleteceklerdir…

Tanesini 20 bin liraya aldığı kayıkları 80 bin lira göstererek ablasından o günlerin zararını bir güzel tahsil eder Safa Gönen!

Ee! Kısasa kısas!

Men dakka dukka!

O gün, tatil için gittikleri denizde kalp krizi geçirip ters dönen babasını Alacahırka Mezarlığı’na gömdük.

Hava yapmayı severdi Safa…

Defin işleminden sonra Kuran okusunlar diye tam 5 hoca tutmuş…

Dönemin Yeşil Camii imamı da bunların “oynak başıymış” meğerse…

Her türlü hatim, mevlüt, düğün, sünnet işlerini organize eder, sonra da hasılatı diğerleri arasında paylaştırırmış.

Bu arada, artık milletin şeyi mi uzuyo yoksa bilmediğimiz birileri geceleri gidip suya zam mı yapıyo nedir, Heykel’deki alt geçitlerde bir helaya girmek 4 lira olmuş anasını satayım?!.

Bu gün bir “ölü gömücü hoca ekibinin” günlük hasılatını varın siz düşünün!

Cantıkları yiyip, üzerine ayranları da götüren millet tez elden oradan sıvışınca imam takımını görev yaptıkları camilere bırakmak bana düştü.

Arabanın içinde 4 hoca var ama biri eksik; Yeşil Camii’nin hocası bu!..

Hepsi de kerli ferli, cübbeli, göbek deliklerine kadar ak sakallı amcalar bunlar.

Kendi aralarında hiddetle söyleniyorlar:

“Parayı önceden alıp, yine çaktırmadan sıvıştı bu şerefsiz. Bi daha katiyen vermez bize!.. Yaptı yine yapacağını!..”

Vaziyet açık…

Çaresiz koyulduk yola…

Koyulduk ama arkada, ortada oturan dikiz aynasından sürekli bana bakıyor:

“Temiz yüzlü bir çocuğa benziyorsun, evli misin yavrum sen?..”

-Değilim hoca amca (!)

“Şöyle eli yüzü düzgün amma velakin başı kapalı, helal süt emmiş bir Adem evladı olsa evlenmeyi düşünür müsün?..”

-Olabilir hoca amca, kısmet bu; niye olmasın?

“Hımm!.. Peki bu kızın başından şöyle 3-4 aylık kısa bir nişanlılık dönemi geçmiş olsa, senin için mahsuru var mı?..”

-Yok be hoca amca… Kime niyet, kime kısmet!

İçeridekileri kahkahaya boğan cevap yanımda oturandan geldi:

“Patlak demek istiyo oğlum, kız patlak!..”

Çöpçatanın suratını bir görmeliydiniz:

“Siz de hep böyle yapıyorsunuz be ya… Bu gidişle kız evde kaldı gitti!..”

Safa Gönen’le ilgili çok anı var…

Bari bir kısmı toprak olup gitmesin!

Dönemin Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu Müdürü Emin Gümüşkaya’nın odasında bir de misafir vardır:

“Rahmetli Osmangazi Belediye Başkanı Basri Sönmez.”

Bir yandan Paşabahçe mamulü kesme kristal bardaklarının içindeki viskilerini yudumlarlarken diğer taraftan da bu işi nasıl kotaracaklarını düşünmektedirler?

Emin Gümüşkaya, Safa’yı telefonla arayarak o çam odunu kesen testere tınılı sesiyle, “Oğlumm… Güzel bi ölü var!.. Senin partili gençlerden 8-10 tanesini kap, çabuk gel buraya” der…

Güzel bir ölü!

Kim ki bu güzel ölü?

-Paşamızı kaybettik oğlum! Tabutu şu anda uçakla Bursa’ya hareket etti. Bir grup gazinocu mafya bozuntusu O’nu İstanbul’a defnetmek istiyor. Bu işin rantını bizim şehrimizin yemesi lazım. Paşa havaalanından alınacak, tiyatronun sahnesine konulacak… Çabuk gelin, çabuk!..

Safa kendisi dahil toplam 4 kişi bulabilmiştir.

Milletin işi gücü vardır. Öyle paşayla, maşayla filan ilgilenecek hali de yoktur üstelik!..

Oldum olası ben de anlayamamışımdır… Nereden gelmektedir Zeki’nin bu paşalığı? Plevne gazisi değildir. Mekke müdafisi ya da Yanya fatihi hiç değildir!

 

İşin aslına bakarsanız bu sözün kaynağı Şair Can Yücel’dir…

Bir gün kafayı çeken Can Baba 12 Eylül darbecilerini kastederek, "bizim memlekette paşalara ibne diyemedikleri için ibnelere paşa diyorlar" lafını buyuruvermiştir işte!..

Uçak piste iner.

Belediye’nin cenaze aracıyla arasında da şöyle bir 50 metre kadar mesafe vardır.

Adamın kendisi zaten 150-160 kilo…

Buna bir o kadar da tabutun ağırlığını ekleyin…

“Abi, daha ilk andan itibaren bacaklarımız titremeye başlamıştı” diye girmişti söze…

Yol daha yarılanmamıştı ki, aralarından “iki paşa” “ben bırakıyom a.. koyim” diye söylenmeye başlamıştı bile…

Karşıda bekleşen heriflerse sağa sola bakıyorlardı; oralı bile değillerdi.

Değil Zeki Müren, Elizabet olsa çekilmezdi valla!

Es kaza biri bıraksa, diğer üçünün pekmezleri akacak!

Neyse, o gün Naim Süleymanoğlu’nun rekorunu bir kez daha kıracak ve Zeki Müren’in altına giren paşalar arasındaki yerlerini şerefle alacaklardı Safa ve arkadaşları…

Bir ara “emlakçılık” da yaptı bu…

“Koskoca Dünya dönüyor abi, bir ben sözümden dönmüşüm çok mu” lafının patenti O’na aittir!

Ne yapmış, ne etmiş, bir gün dönemin MİT Bölge Başkanı’yla tanışmış Safa…

Bir parça ahbap da olmuşlar…

“MİT binasından içeri girerken uzay gemisi Atılgan’ın koridorları arasında dolaşıyormuşsun gibi hissedersin abi” demişti; “cızzt, cuzztt” her yerde yüksek güvenlikli kurşun geçirmez kapılar, her adımda silahlı Rambo gibi adamlar filan…”

Başkan’ın yanından ayrılırken de Eskihisar’dan kalkan arabalı vapur gibi geri geri gidermiş kerata; hani O’na artislik yapacak ya sözde!..

Bir gün Müdür demiş ki buna, artık Balıkesir mi yoksa Gönen taraflarında mı ne “Benim bir arsam var. Sat şunu da başka bir yerden alalım”

Satsın satsın da arazinin değeri 100 liraysa Müdür istiyor 300 lira!..

Safa soluğu o dönem FETÖ’yle yatan, FETÖ’yle kalkan, FETÖ’yle öpüşüp koklaşan Bursalı İşadamı Feridun Kahraman’ın yanında alıyor:

“Abi, al şu adamın arsasını üç-beş kuruş fazla da olsa… Hem ileride çok işimize yarar!..”

Fakat Safa’nın bilmediği bir şey vardır ki, o da geçmişte kendisini babasına ispiyon eden ablası Gülay gibi, daha sonra tutuklanıp FETÖ’den hapis yatacak Feridun Kahraman’ın da bir nevi journalist olduğudur!..

Feridun Kahraman durumu dönemin FETÖ sevicisi Bursa Valisi Şahabettin Harput’a rapor eder…

Bir görüşmelerinde Vali, MİT Bölge Başkanı’nı bir kenara çekerek, “Madem ki o kadar sıkıntılıydın… Başka mecralara yönelmek yerine bize söyleseydin mutlaka hallederdik” demesin mi?!.

İşte o gün Başkanın yüzü Armutköy Kalkınma Kooperatifi’nin soğuk hava deposunda kış mevsimini bekleyen elmaların rengine döndüğü gündür!

Derhal Safa’yı çağırtır…

“Biz seninle bi daha görüşmeyelim” der…

Yine kapıya doğru yine geri geri ilerleyen Safa’ysa sürekli şu sözleri tekrarlamaktadır:

“Emredersiniz başkanım, emredersiniz başkanım!..”

Öyleydi, böyleydi ama “güzel bir ölü” oldu Safa…

Ablası Gülay aradı defin işleminin ertesi günü, “Hakkını helal et” diye?..

Bendenize de pek çok insan gibi yapmadığı “paşalık” kalmamıştır ama “ettim gitti”!..

Her şey bir yana, güzel bir ölüydü Safa…

Eskiler “Her şerde bir hayır vardır” derler…

Doğada kimi tohumlar yeniden hayat bulup, daha da gelişebilmek için “yangın sezonunu” beklerler…

Taş taş üstünde kalmayan Almanya’sı, Japonya’sı, Polonya’sı buna güzel birer örnektir mesela…

Pek çok kişi bunun henüz farkında değil ama “Bursa’dan bir güneş” parlıyor.

Ve geçen gün Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nden yükselen dumanlar o güneşin habercisi gibiydi adeta!..

Gencecik yaşta Orhaneli’nin, Karesi Köyü’nden çıkıp da gece gündüz  sabahlara kadar çalışarak kurduğu imparatorluğun sınırlarını Avrupa’dan, Çin’e kadar genişleten Türk Beyi Ramazan Bayduz’un bir fabrikası yandı kısa süre önce…

Samanlı’daki dev fabrikadan sonra yakın zamanda Bilecik’te Abbate’nin tesisini de fetheden Bayduz, yakın zamanda Cavit Çağlar’ın, Nergis tesislerini de almıştı…

Yeşim, Şenol Şankaya’da kalmış, Cavit Çağlar kala kala 2 otele razı olmuştu…

İnsanların “mutlu bir sonla” uykuya dalıp, ertesi sabah dingin şekilde kalkmasından büyük keyif alan Cavit Bey artık emekliliğin tadını çıkarmaya hazırlanıyor.

Ee hayat bu…

Biri ölecek, biri kalacak!

Bursa sanayide de büyük bir sıçrama yapacak ama “organize hale dönüşmüş ya da dönüşme ihtimali olan” bazı alanları satın alıp, kulaklarının üstüne yatan rant sever bazı “i-bi-ne-ler” arazileri daha da değerlensin diye yeni bölgelerin açılmasına muhalefet ediyorlar!..

Ucuza alıp, üzerine yatırım da yapmayarak arazi biriktiren bu vatan hainlerini Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş görmeli…

Görmeli ki, daha çok yatırım yapmak istediği halde bunu şimdilik başaramayan Ramazan Bayduz gibi insanların önü açılmalı.

Unutmadan…

İt ürür kervan yürür!...

Ben bu fabrika yangınının “sabotaj” olduğunu düşünenlerdenim…

Üretim dursun ki, dünyanın dört bir yanına verilen taahhütler zamanında yerine getirilemesin!..

 

Tarih 7 Ekim 1571…

Türk donanması İnebolu önlerinde ciddi bir yenilgiye uğramıştır…

Padişahın mutlak-ı vekili Sokullu Mehmet Paşa Venedik elçisine der ki, “siz bizim orada sakalımızı kestiniz. Oysa Kıbrıs’ı almakla biz de sizin kolunuzu kestik. Sakal yerine gelir lakin, kol bir daha uzamaz”!..

Ramazan Bayduz’un kurduğu RB Karesi Tekstil’in sadece sakalı yandı geçen hafta.

İktidarda iyi ki bu anlayış, bu hükümet ve Başkanlık Sistemi var…

Sanayi bölgesi ve yatırım yapılmak üzere Recep Tayyip Erdoğan Kabinesi, Karesi Holding’e Gönen’de uygun fiyatla tam 1.500 dönümlük arazi verdi kısa süre önce!..

Orada Türkiye’nin 2’nci SASA’sı ve en büyük elyaf tesisi kurulacak…

Makinalar haldır huldur çalışmaya başladılar bile!..

Peki, Bursa ne kazandı bu durumda?

Eğer ilki gibi halka açılırsa ki, mutlaka öyle olur; hisse senedi almak için paralarınızı biriktirmeye şimdiden başlayın!

Kıskançlıktan geberen Bademlili kimi kalın boklu fesat “i-bi-ne-ler-se” apoletlerine sürmek için birer okka kınayı hazır etsinler derim!

Geçmiş olsun Ramazan Bayduz, vardır her şerde bir hayır.

Bu yolun bazı yeri çayır, bazısı da bayır!

                                                             

Diğer Haberler