Yazarlar

Şimdi artık sen de herkes gibisin!

post-img

Ulan bu ne ya!

 

Memlekette ne değişti, dünden bu yana, ne değişiyor ki, hala “uyduruktan teyyare, osur osur selam söyle o yâre” misali millet hala birilerini “düdüklemeye” çalışıyor!

 

İyi ürünün gerçekten bedeli yüksektir; bu değişmez bir kural lakin, artık sinirimi iyice bozan, insanları enayi yerine koyan ama kaybedeceklerinin henüz “farkında” olmayan asıl kendileri “salak” olan insanlar var aynı coğrafyada!

 

Bu sözlerim her hangi bir kuruluş ya da kişiyi hedef almıyor, ortaya karışık bir laf işte!

 

Bir buçuk porsiyon köfte, bir piyaz ve iki ayranın bedeli 950 lira olur mu ya?!.

 

Sen artık Bursa’nın bir markası haline gelmiş “Çiçek Izgara’sın”…

 

Ne hakkın var insanları hala kazıklamaya?

 

Ayıp değil mi?

 

Günah değil mi?

 

N’apıcan o paraları?

 

Cebine mi sokucan!

 

Bir diğeri:

 

Çocukluğumdan itibaren arkadaşlarımla birlikte Eski Kaplıca’nın havuzunda “cap cup” yüzdükten sonra çıkışta Çekirge Meydanı’nda, dönemin parasıyla “1 lira” vererek içtiğimiz tel şehriyeli “tavuk suyu çorbası’yla” nam yapan “Durak Muhallebisi” ki, o “1 liranın” bu günkü tanımıyla benim için değeri içinde işçilik, malzeme ve yakıt gibi giderleri ve kârı da dahil olmak üzere taşlar çatır çatır çatlasa, olsa olsa en fazla “50” liradır…

 

Hadi tavuğun suyunu astronomik bir fiyata millete kakalıyorsun ey Durak Muhallebici’sinin şimdiki halefi, yahu biraz insan utanır, sıkılır, yenilen yemekten sonra gerçek “esnaf” olan herkesin büyük bir memnuniyet ve misafirperverlikle ikram edeceği bir çaydan dahi niye ilave para alıyorsun?

 

Diyelim ki, aldın, en son gittiğimden aklımda kalmış, iki adet cam bardaktaki çaya niye “50 lira” yazıyorsun?

 

Ayıp değil mi be ya!

 

Bu memlekette astronomik bir şekilde işçilik bedelleri mi arttı?

 

Akaryakıt fiyatları beşe mi katladı?

 

Zavallı tavukların götü kalkıp, “biz tavuk suyu çorba yapılmak için greve giderek, bundan sonra on misli bedel istiyoruz” mu dediler?

 

Ne oldu da oldu, nasıl oldu yani?

 

Böylesine para hırsı olan işletmelerin sahipleri yüzünden ülke ekonomisi “domino taşları” misali kendi içinde yıkılıyor ve bu “kelebek etkisinin” bedelini hepimiz ödüyoruz!

 

“Ebu Leheb” misali Allah onların önce ellerini kurutsun, ocaklarına taşlar düşürsün, götlerinde “şir pençeler” çıkarsın inşallah; amin!

 

(Bu arada mahkemede bir hakime “Allah Belanı versin” demek de Yargıtay’da artık içtihat olmuş kurallara göre suç değil!..)

 

Bir de hiç hak etmediği halde elindeki yeni ucuz şeyleri sanki değerliymiş gibi başkaları nam-ı hesabına pazarlamaya çalışan Cennet Cankılıç, aslında soyadı sonra Yüzer mi oldu sonra Süzer mi işte onun gibi bir şey var!..

 

Şimdi “O Gaste” mi yoksa onun bunun gastesi mi yine eline üç-beş kuruş sıkıştırmışlar, bir İnternet sitesinin başına geçirilmiş…

 

Görünüşe göre kentin yeni belediye başkanı Mustafa Bozbey’e yaranıp, mamalanmak isteyen insanlar var ardında!

 

“Şad İnşaat” diye aslında taşeron bir şirket marifetiyle, Şadi Demir isimli bir insan tarafından kurulduğu iddia edilen ki, yakında tüm bilgileri gelecek…

 

Yine dandik bir İnternet sitesi!

 

Cennet…

 

Seni Ak Parti bile aforoz edip, dışlamış!

 

Eskiden “kokardın” mis gibi ve bunu tüm basın camiası bilir!

 

Çok eskiden Günaydın Gazete’sinde çalıştığın dönemler için İsmail Öztat’a sorabilirsin mesela!

 

 Bursa’daki 2 kişi, biri Nezir Asaroğlu, diğeri de Mehmet Ali Yılmaz ki, bilenler bilir, herkes yılar, Mehmet Ali YILMAZ…

 

Bu iki kişi kimi insanlar “bazı amaçlarla” ister gazete, ister televizyon, istenirse vizontele kursunlar, o fotoğraf ve arkasındaki yönetmenleri kestane gibi çizip, mangalın üzerinde kavurmaya yeter!

 

Yanındaki zavallılarla birlikte yönetmenliğini arka plandan “pıyıklı” ve “pıyıksız” iki abinin yaptığı, kimliğini ve amaçlarını çok iyi bildiğimiz bazı işadamlarına havale ederek kurdurulan “onun bunun gastesine” gönderilip, vazifelendirilerek, canım yavrum, şimdilerde bildiğim kadarıyla mahpus zindanlarında çile ve “yoksunluk” çeken Emin Adanur’u da bir saniyede sattın Cennet Cankılıç, artık bilmem ne için?

 

Oysa, Emin Adanur ve sonradan birkaç kez telefonda görüşüp, kendisini uzaktan sevdiğim babası Mehmet Adanur için hikaye şöyle başlamıştı:

 

“Pıyıklı abinin” Angara’da bakanlıklar yaptığı sıralar…

 

Bu arada “Pıyıklı abiyi” size kısaca tanıtmam gerekirse, referansım Cavit Çağlar olacak…

 

O’nun bundan yıllar önce Devlet’e olan “KDV borcu” meselesini de çözen bu “Pıyıklı abidir”!..

 

Cavit Bey bir akşam bolca Chivas Regal çektikten sonra yanındakilere döneme göre çok büyük olan bir rakamla şunu söylemiştir:

 

“Şerefsiz, şu ana dek 820 milyar paramı aldı, hala doymadı, daha fazlasını istiyor!..”

 

“Pıyıklı abi” önce Emin’in babası Mehmet Adanur’u, Bursa’nın Yıldırım İlçesi’nden belediye meclis üyesi yaptı…

 

Sonra Türkiye’nin en önemli yol ve altyapı şirketlerinden ki, memlekete hizmetleri bana göre gerçekten çok büyüktür ve aile arı gibi çalışkandır…

 

Ergünler Yol Yapı Şirketi sahiplerini de ortak ederek dahası, tamamen onların finansal imkanlarıyla Bursa’da, “Ergünler İnşaat” isimli başka bir firma kurdurttu…

 

Bu şirkete de Emin Adanur’u ortak etti.

 

Çünkü “Pıyıklı Abi” Yıldırım’da parayı bulduktan sonra gözünü bu kez Nilüfer İlçesi’ne dikmiş, oradaki “Pıyıksız Abiyi” devreye sokmuştu!

 

Önce, Nilüfer Belediyesi’nin İzmir Yolu’nda uzun yıllar süründüğü eski barakaların bulunduğu alanı hedef seçtiler kendilerine…

 

En arka planda “Pıyıklı abinin”, O’nun yanında “Pıyıksız Abinin”, en önde de “ne oldum” sanan Emin’nin bulunduğu Ergünler İnşaat orada yüksek katlı, dev konut ve bünyesinde dükkanlar inşa etti…

 

Ve hatta şu anda orada daha önce FETÖ soruşturmalarını yürüten İbrahim Karakaş da haklı olarak tabii, kendi birikimleriyle, eşi dostu üzerine yine bir daire daha satın alarak, mutlu bir emekli pozisyonuyla oturmakta, her gün asansörden inip çıkarak -muhtemelen- Hüdavendigar Kent Parkı ya da Eker Parkı’na doğru sabah yürüyüşü yaparak refah içinde yaşamaktadır.

 

Ergünkent Projesi sonucunda “Pıyıklı Abi” biraz daha fazla almakla birlikte daha inşaat bile tamamlanmadan “Pıyıksız Abi” 30 kadar daire ve dükkanlar aldı…

 

Garibim Emin de elinde kalanlardan bir kısmını yaladı…

 

Bu arada bol bol özel elde sarma sigara içti…

 

Arada bir sol bileğine ki, o günün anısına jiletle ama enine bazı işaretler bıraktı…

 

Haklıydı…

 

Kendi pişirip, kendi yemeliydi çünkü, Bursalılar bunu severdi…

 

Oysa garibim halüsinasyon görüyor, aklınca kendi pişirdiğini başkaları yiyordu!..

 

Sonra aynı yapı Emin’e “En Bursa” diye bir İnternet sitesi kurdurdu…

 

Aynen daha önce satın alınan ve yine adında “Bursa” olan başka bir İnternet sitesi gibi üstelik!

 

Ve oraya “at sineği” misali, bazı insanlar doluştular…

 

Ürün tazeydi çünkü, güzel kokuyordu!

 

Mesela eski kömürcü, turşucu, kendini “solcu” olarak pazarlayan Necati Kartal bunlardan biriydi…

 

Kendini senelerce gazeteci olarak tanıtan ama bence ne yazı ne de habercilik anlamında kayda değer hiçbir üretimi olmayan, hayvan dostu, evinde hayvan beslemeyi seven Baytar Melike Soydan’ın 3’ncü kocası Yüksel Baysal da bunlardan biriydi.

 

En son “onun bunun gazetesinde”  “Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin paralarını nasıl yediler” başlıklı ISMARLAMA bir yazı daha yazmış…

 

Nasıl yemişler?

 

Yüks, bu gün yediğin hurmalar yarın seni tırmalar!

 

Ya sen ne kadar karakterli, ne kadar ahlaklı bir insandın biliyorsun (!); yakın dönemde önce Recep Altepe’yi, sonra Mustafa Dündar’ı ve devamında da mesela Alinur Aktaş’ı öpüp, koklayıp seviyordun…

 

Şimdi duygularında ne değişti de evvelden Melike’nin siyah renkli Labrator köpeğini Kent Ormanı’nda her gün gezdirip dururken, şimdilerde hiç hak etmeyen insanlara bok atıyorsun?

 

Ben seni yıllardır okumam; pek çokları gibi okumaya da değer bulmam!

 

Yolladılar; “onun bunun gastesinde” yayınlanan yazında:

 

“Çok şükür Bursa Büyükşehir Belediyesi el değiştirdi!..” demişsin.

 

Ben senin hayatında “şükür” kelimesini kullandığını ne ağzından duydum, ne de yazılarında gördüm!

 

Mustafa Bozbey’den iyi bir reklam aldınız her halde gülüm?!.

 

Orada demişsin ki yine, bir önceki dönem Bursa’nın şehir emini Alinur Aktaş’a:

 

“Alinur Aktaş döneminde biten bir metre metro yok”!

 

Bir kere, “yazarım” diye geçiniyorsun ama “Türkçe” de bilmiyorsun!

 

Zaten “metro” bir metre olmaz!

 

Zaten Bursa’daki raylı ulaşım sistemi “metro” değil, “hafif raylı yapıdır”, bunun da farkında değilsin!..

 

Adam ilaveten, otobüs terminaline, Şehir Hastanesi’ne kadar olan raylı sistemi hayata geçirmiştir…

 

Dahası mı?

 

Daha önce istasyonlara ancak 4 dakikada gelebilen vagonların varış sürelerini yaklaşık 2 dakikaya kadar indiren bir “yazılım” üzerinde aylarca çalışarak, Teoman Özalp, Erdem Saker ki, Erdoğan Bilenser’i kent yöneticisi olarak ciddiye bile almıyorum…

 

Bursa’da raylı sistem üzerinde çalışma ve atıştırmalar yapan tüm belediye başkanlarının ötesinde, tamamını ilave et, mevcut ulaşımı en ucuz ve kolay bir şekilde “ikiye” katlayan olağan üstü bir yöneticidir.

 

Bendeniz O’nun bu hakkını teslim etmez, “çok şükür gitti” diye ısmarlama yazılar kaleme alırsam eğer, vicdansızlık yapmış, kendimi sırf para için kullandırmış ve ne olurum biliyor musun?

 

Bunu da herkes biliyor!

 

A be kendini gasteci sanan vicdansız, a be kendini yazar sanan insafsız, yazsana Mustafa Bozbey’in seçim kampanyasında paraları kimlerin verdiğini?

 

Yazsana NİLVAK’ı?!.

 

Şadi’nin seçim kampanyasına kimlerin, hangi şirketlerin nasıl ve neden sermaye koyduğunu?!.

 

Şadi’nin yeni porselen dişlerini kimin yaptığını?

 

Şadi’nin SHP-DYP iktidarında Murat Karayalçın tarafından neden Asil Çelik’te yönetim kurulu üyesi yapıldığını?

 

“Murat Karayalçın” isimli karakterin şu anda neden CHP kontenjanından İş Bankası yönetim kurulunda bulunduğunu?

 

Her yıl kaç milyon nemalandığını?

 

Altındaki arabayı?

 

Aldığı paraları…

 

Birilerine sunduğu bizim cebimizden giden kredi kıyaklarını?

 

Arkadaşlarını…

 

Birileri eline bir liste vermiş, “şu kadar afiş, bu kadar el ilanı bastırmışlar” filan diye aleyhte tezvirat yapıyorsun…

 

Senin bu güne dek kimde ne hakkın var ki, hakkını helal etmiyorsun?!.

 

Sen vermeyi değil, her daim olabildiğince “almayı” seçen bir insansın!

 

Soy adı “Alan” olan Rafet Alan bile şimdiye dek insanlara çok şey vermiştir!

 

Mesela, şimdiye dek kendisi ve yakınları üzerindeki “mal varlığını” açıklamayan tek aday Mustafa Bozbey’dir.

 

Gözün yiyorsa ve yeterince göz kapakların darsa yazsana yarın bu konuyu?

 

Ben senin ruhunun inceliklerini inceledim oğlum!

 

Bu insan hayattayken senin gibi kılığı kıyafeti yerinde olmayan birinin yine saçma sapan insanlar tarafından kullanılmasına müsaade etmez bu saatten sonra!

 

Gerekirse çizerim kestaneyi, Cumhuriyet Caddesi’nde seyyar bir arabada satarım lakin, kestaneyi başkalarına çizdirmem!

 

Yüksel, kısa lakabıyla “Yüks”, “Pıyıklı Abinin” en has adamlarından biridir.

 

“Tak-şak Paşa gibi yani!..”

 

Ve biliyor musunuz Mersin’de birbirleriyle yan yana iki çukur, diğer değişle obruk, yani iki göçük vardır.

 

Biri “Cennet Mağarası” diğeriyse, “Cehennem Çukuru” olarak anılır…

 

Her ikisinin de yan yana olması çok anlamlıdır aslında…

 

Çok yakındırlar birbirlerine…

 

Cennet ve Cehennem…

 

Dahası, Cennet Cankılıç da iştirak ediyor aralarına…

 

Bu arada Emin’de bir havalar, bir havalar!..

 

Babasına karşı koymalar, O’na saygısızlık yapmalar falan filan…

 

“Ne oldum” demeyeceksin, “ne olacağım” diyeceksin her zaman!..

 

Bu arada, söylemeyi unuttum…

 

“Gerçek” Ergünler Şirketi durumu fark edince İzmir Yolu’ndaki Ergünkent’in ardından, “Pıyıklı Abi” marifetiyle kurulup –mecburen- ortak yapılan ikinci şirketteki ortaklığına derhal son veriyor ve tüm ilişkisini kesiyor!

 

Kalıyor mu geriye Emin için buz dolabında bir parça kemikli kuzu eti?!..

 

İşte o parçanın verdiği enerjiye devam etmeye çalışıyor yola…

 

Ama baba da baba yani…

 

Evladının daha fazla ziyan olmasına içi el vermiyor!

 

Lakin Emin, dumanlı havanın verdiği cesaretle yola çıkmaya kararlı!

 

“Pıyıksız Abiyle” devam etmek arzusunda…

 

Sair işleri şimdilik geçiyorum…

 

Nilüfer Nikah Dairesi’nin arkasındaki rekreasyon ve spor alanının niteliği birden değiştiriliyor…

 

İmar mevzuatında yapılan sürpriz bir değişiklikle arazi başka yerlere tahvil ediliyor ve oraya “konut” imkanı dahası, konut da değil rezidans, vals dans, belly dans gibi ayrıcalıklar getiriliyor!..

 

Ve Emin bu kez “Pamucak Ekrem’le” orada yeni bir projeye girişiyor…

 

Bir başka yeni “Pıyıksız Abi” zaten alacağını en baştan alıyor da…

 

Pamucak Ekrem fazlasıyla kurnaz…

 

Emin oradan da çırak çıkıyor!

 

Sonra iddialara göre elindeki daireleri aynı anda birden fazla kişiye, mesela 5 farklı insana birden satmaya başlıyor!

 

Sonunda ne olur!

 

Er ya da geç patlar!

 

Elbette öyle de oluyor zaten…

 

Açılan davalar, mahkemeler filan derken, Emin paket!!!

 

İşte tam o anda artık “Pıyıklı Abi’nin” aynen bir uzay modülü gibi Emin’i bünyesinden tamamen atma vaktidir!

 

Devreye yeni menfaatler için “yeni devirde” başka insanlar, başka şirketler sokuluyor…

 

Bunlardan ilk ikisi “Pıyıksız ilk abiden” kendilerine fayda bekleyen kara kafa Vedat Kantar ve aklı uzun süredir pek yerinde olmayan Bursa Barosu’na kayıtsız eski Avukat Hakan Dinçtürk’tür!

 

“Hakan, şimdi artık sen de herkes gibisin!..”

 

Bursaspor’a haciz götüren ama herkese kendini Bursasporlu gibi gösterip hayatına bir anlam ve kendine kimlik sağlamaya çalışan eski bir avukat artık Hakan bende!

 

Bu kara kafa Vedat Kantar bilenler tarafından çok malum beklentileri yüzünden gidip, kentimizdeki bir gazeteyi almak için pazarlık yapmaya çalışıyor hatta, iyi bir araba parası olacak miktarda ki, sanıyorum Mercedes G 400 bedeli kadar da kaparo veriyor…

 

Bu dahil, son iki yazımda belirttiğim “göt” konusu bizim dilimizde çok şeyler ifade edebilen bir kavramdır!

 

Örneğin Can Yücel’in mahkemede “Bizde göte göt derler” dediği kadar realist bir konudur bu!

 

Hülasa, “göt” sadece “götten” ibaret olmayan “Efradını Cami Ağyarını Mani” bir deyimdir.

 

Örneğin, “götü yememek” gibi bir kavram vardır bizim kültürümüzde!

 

Bazı insanların her şeyi götü yemez…

 

İmar çıkarma konusunda istediklerinin henüz gerçekleşmeyeceğini anlayıp, bir gazete sahibi olmanın zorluklarını gören “Kara Kafa” verdiği kaporayı da “yakarak” bu işten cayar!..

 

“Ceyar” olmakla “cayar” olmak arasında da bir fark vardır, bunun bile farkında değildir!

 

Hadi gelin, Tolstoy’dan bir alıntıyla devam edelim bu günkü sohbetimize:

 

Onca varlığına rağmen yaşamını bir tren garında yapayalnız sonlandırmayı seçen, Rus edebiyatının insanlığa kazandırdığı pek çok eserin yaratıcılarından Lev Tolstoy…

 

“Bir İnsan Neyle Yaşar” isimli öyküsünde anlatılır hikayeyi…

 

Bölgenin reisi der ki, “Bana gelen her insan gün doğumundan, batımına kadar yürüyebildiği mesafedeki tüm toprakların sahibi olacak! Ancak, tam gün batımında yanıma gelmek şartıyla! Eğer bu kuralı yerine getirmezse, istediği kadar yürüsün, bu akit geçerli olmayacak!..”

 

Adamın biri gelir, “Ben talibim” der…

 

Ve sabahın ilk saniyelerinden itibaren koşmaya başlar…

 

Yollar, dağlar, nehirler aşar…

 

Ve artık oraların kendisine ait olduğunu düşünmektedir…

 

Lakin, zaman da hızla tükenmektedir!

 

En son yeşil mi yeşil, zümrüt renkli bir vadi görür…

 

Kendi kendine “Dur, en son oraya da yürüyeyim” diye söylenir…

 

Vakit epeyce daralmaktadır.

 

Vadiyi de geçtikten sonra gün batımını kaçırmamak için var gücüyle Reis’e doğru koşmaya başlar…

 

Soluk soluğa tam zamanında adamın önüne ulaşır.

 

Yaşamında sahip olabileceği her şeye kavuşmuştur artık!

 

Sürekli koşmaktan ötürü kan ter içerisinde kaldığından ötürü hemen oracıkta ki, Gıprıslıların “oraşta” sözünü çok beğenirim her zaman, kalp krizi geçirerek yaşama veda eder.

 

Reis aynı gün adamı bir mezar açtırarak gömdürür ve yanındakilere şöyle der:

 

“Bu adam aslında sadece iki metrekarelik toprak için koştu!..”

 

İnsanların yaptıkları hatalara tahammül ederim…

 

Hatta bir, iki, üç…

 

İnsanına göre daha çok da tahammül ederim!..

 

Tolstoy kitaplarında iyilik ve kötülük, dahası insanca “şeytan” ve “meleği” temsil eden karakterleri anlatır.

 

Ve “iyiliğe” işaret eder…

 

Aslında bana bu gün sorsalar “yaşamında en çok kiminle sohbet etmek istersin” diye “Şeytan’la” yanıtını veririm!..

 

Ne kadar muhteşem olurdu insanların kendi içlerinde yarattıkları tanrılara karşı “Şeytan’la” sohbet etmek!..

 

Neler konuşurduk kim bilir?!.

 

Mesela yasak ya da günah olan her şeyin neden bu kadar güzel olduğunu sorardım kendisine?

 

“O gaste” ya da “onun bunun gastesi “Kafkasbey” diye bir şirket üzerine kayıtlı…

 

Yakında tüm ayrıntıları öğreneceğim.

 

Cennet Yazmış:

 

“Bursamızın adını,işçininin emeğini ve tekstilini dünya pazarlarında layıkıyla temsil eden,Türkiye’nin alanındaki en başarılı yatırımcısı @karesiholding’e,kentimizin en yeni gazetesi ogaste.com’a hayırlı olsun çiçeği için teşekkür ederiz.”

 

Allah Allah!

 

İlginç!

 

Ve devam etmiş:

 

“İnsanın yeni başlangıçlarda dostlarının varlığını hissetmek çok büyük destektir. Bursa’ya kazandırdığımız yeni medyamız ogaste.com’a hayırlı olsun mesajı ve çiçeği gönderen aile dostum Nedim Bayduz’a çok teşekkür ederim.”

 

Yok artık!

 

Olmadı Ramazan Bayduz!

 

Sana yakışmadı…

 

Hem de hiç yakışmadı!

 

Toplumda hiçbir güvenirlikleri kalmayan Cennet, Yüksel Baysal, Turşucu Necati Kartal gibi tiplerle bir yayın kuruluşu oluşturulamaz!

 

Onlara değil çiçek, böcek bile gönderilmez!

 

“Ve şimdi sen de herkes gibisin!..”

 

Diğer Haberler