Şöyle…
Tek katlı bir evin tüm perdeleri örtülmüş, camlarını düşünün, hemen hemen ayak ucunuzda?
Belki de yüz yıldır hiç açılmamış gibiler…
Ve önüne ölü sinekler dizilmiş!..
Çıkamamışlar belli ki…
Kaderleri o eve girip, pencerelerden kaçmaya çalışırken önünde sonunda can çekişerek ölmekmiş meğerse.
Ayla işte öyle bir evde yaşardı.
Ticaretle uğraştığım o yıllarda dükkanımın hemen yanındaki hanede yaşama tutunmaya çalışırdı Ayla…
Şizofrendi.
Olmayanı görür, saatlerce karşıdaki Tekel bayi Bayram’ın bürodan bozma dükkanının yan tarafındaki duvarın üstüne oturarak hayalindeki insanla konuşabilirdi!..
Arada bir gelir, “Beş liranız var mı efendim” derdi; “bir hafta içinde iade edeceğim”?!.
“Ne demek Ayla hanım”?!.
Elbette geri getirmezdi.
Lakin mahallenin gökkuşağı gibi farklı bir rengiydi!..
Çok iyi Fransızca konuşurdu.
Bir vakitler görgüsü ve dahi hali iyi olan ailesi O’nu Fransa’ya tahsile göndermişti.
Yine kendisinin anlattığına göre, Setbaşı’ndaki Karadenizli o fırıncıya “bekar olduğuna” inanarak aşık olmuş ve O’nu çok sevmişti…
Ve o fırıncı da memleketindeki eşine gidip, “Ballı bir lokma buldum, benden boşan O’nu alayım… Sonra da tekrar seni bulayım” diyerek ikna etmiş, Ayla’nın malını mülkünü üzerine geçirdikten sonra “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” diyerek zenginliğin yolunu bulmuştu!..
Kadının şizofrenliği bundan sonra başlamış.
Fırıncı öldü, Ayla daha sonra ne oldu bilemiyorum?
Of of!
Ayla’ya ilişkin daha sayfalarca yazabilirim lakin, bu yazının içeriğine uymaz şimdilik…
Lafa böyle girişim şu yüzden:
Şizofren bir toplumun arasında yaşıyoruz.
İnsanlar olmayanı görüyor, duyulmayanı işitiyor!
Saray…
Ulen kalkın Topkapı’ya gidin, şu an oturduğunuz evler kadar bile lüksü yoktur!..
Dolmabahçe’ye gidin, içinde Devlet erkanının ağırlandığı, elçilerin kabul edildiği, Meclis-i Mebusan toplantılarının yapıldığı, hükümet işlerinin yürütüldüğü mekanların dışında padişahların yaşadığı yerler avuç içi kadar bile değildir!
Bin yüz bilmem kaç odalı dedikleri külliyede binlerce insan çalışıyor bu gün…
Ve adını “saray” koyuyorlar…
Bir “şizofreni” ve “sanrı” hikayesi yazmak lazım gerçekten aslında!..
Ayla bile bu hikayeye g.tüyle gülerdi şimdilerde!
İki tane çini, üç tane varaklı kaplamayla her yanı saray sanacak kadar salak insanlarla birlikte yaşıyoruz ne yazık ki!
Hay Allahım ya Rabbim ya!
İsmail Datlıoğlu…
Bizim buralarda bazı hecelerde “T” harfini gullanmazlar!
“Kahpe” yerine örneğin, “Gahpe” derler…
“Kantar” yerine, “Gantar” derler…
İsmail Datlıoğlu’nu bir kez daha sevdim…
Bundan çook uzun seneler önce kayınpederim kan kanserine yakalandığında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki Hematoloji Ana Bilim Dalı Başkanı’na gönderdiğinde sevmiştim ilkin.
Bir siyasetçi, insanlara dokunuşundan algılanır.
İsmail Tatlıoğlu gibi bir insansanız eğer, milletin derdiyle dertlenir, vatan hainlerinin yaptıklarıyla sertlenirsiniz bu memlekette…
Biraderi İrfan Tatlıoğlu da aynı mayadan, adam gibi adamdır mesela…
Ve biraderi gibi nesli artık tükenmekte olan ender politikacılardan biridir.
Dönemin ANAP Osmangazi İlçe Başkanı Eczacı Bener Özcan rakibi Osman Odman’la seçim yarışına girmişti bir vakitler.
Bir basın toplantısında Bener abi sağ ve sol ellerinin işaret ve baş parmaklarını uçlarından kavuşturarak rakibi hakkında, isim ve soy isminin başındaki harfleri betimleyerek bir göndermede bulunmuştu:
“O,O…”
CHP Genel Müdürü Kemal Piliçdaroğlu da benzer şekilde “kalp” işareti yapıyor şimdilerde…
Aa be Piliçdar, milletvekilliği adaylık haracını 30 bin lira yaparak, asgari ücretli işçiyi sevdiğini mi iddia ediyorsun sen bakiim?!.
Asgari ücretli bir çalışan işgal ettiğiniz o partiden aday bile olamazken, senin sahte öpücüğünün ne manası var bu memlekette?
Kime, neye inanacağız biz de şaşırdık bu memlekette?
Lakin ben yerelde Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’a inanırım!
İzliyorum, basına da karınca kararınca destek olmaya çalışıyor adam…
Toplam 7 dönümden oluşan meydan Kestel Projesi…
İçerisinde 330 araçlık yer altı otoparkı…
Elektrikli araç şarj istasyonları…
Olası afetlere karşı sığınak…
Festival ve etkinlik alanı…
Akıllı teknolojilerin bulunduğu aydınlatma ve sulama sistemleri…
Millet Kütüphanesi
Kapalı fitness salonu, yazın açık, kışın kapalı tenis kortu…
Sokak Hayvanları Bakım ve Yaşam Merkezi…
İkinci etabında sahipli hayvanlara otel, kuaför ve veterinerlik hizmeti...
Adam bir İl belediye başkanı kadar verimli çalışıp, projeler üretiyor…
Önder bu milleti tanımaya devam ederse biz de onu tanırız elbette…
Bazı “yavşaklara” yani, “bit yavrularına” inat tanımaya devam edeceğim insanlardan biri de Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’dır!..
BTSO’nun “Ekonomi Dergisi” çok güzel olmuş…
Helal olsun yapanlara, yaşatanlara…
Gerek deprem bölgesi, gerekse bu yörenin sanayici ve işadamlarına yaptığı katkılarıyla Burkay, istikbalin Sanayi ya da Ticaret Bakanı olmayı çoktan hak etmiş…
Kimileri de stadyumların taraftar tribünlerinde oyalanmayı sürdürsünler artık!..
Dünkü haysiyetsiz çavuşlar, bu gün bi taraflarını avuçlar!
Yıllar önce Elazığ’dan (El-Aziz) gelen son derecede onurlu, çalışkan ve bu kente de hizmet aşkıyla tutuşan biri daha var şehrimizde…
O da Harput Holding’in banisi, iyiliksever, paylaşımcı insan Muhammed Etkeser’den başkası değil…
Bursa’nın her yerinde, her her hastanesi, her kavşağı ve dahi her ibadethanesinde hayrı olan Muhammed Etkeser’den bahsediyorum…
En son Yeşil Camii’ni restore ettiren Etkeser bir süreden bu yana kentimizin ilk ulucamisi Orhangazi dergahını ihya etmekle meşguldü.
Camii mükemmel bir şekilde yeniden vücut bulmuş.
Elden geçirilen şadırvan büyüleyici güzelliğe kavuşmuş.
Yakında ayrıntıları da paylaşacağım…
Memleketteki onca olumsuz tablonun yanında böylesi güzel hizmetlerin varlığına tanık olmaktır bizi yaşamda tutan.
Önümüzdeki Cuma günü Muhammed Etkeser’le birlikte bir de orada kılın namazınızı.