29 Ekimde yurdun tüm illerinde devlet töreniyle Atatürk Anıtına çelenk koyma töreni yapıldı.
Gayet resmi, gayet ciddiydi. Ve halktan hiç kimse yoktu.
Valiler, Belediye Başkanları, Generaller ve kenarda onları bekleyen resmi zırhlı araçların başında siyah gözlüklü mafyavari korumalar.
Tam tekmil yerindeydiler…
O an, Fransız Devrimi geçti içimden… Malum 1789 o meşhur Fransız Devriminin anıtı halkın omuzlarında yükselmişti. Bir halk hareketinin, bir halk isyanının adıydı. Ve Batılı dediğimiz ülkeler bu nedenle biliyordu Cumhuriyet rejiminin değerini… Çünkü Cumhuriyet Hareketleri, halk tarafından yapılırdı. Hükümetlere karşı ve hükümetlere rağmen. Cumhuriyetin anlamı ve değeri buradaydı. Cumhuriyeti cumhuriyet yapan sır buydu.
Halk hareketi olması.
Bir an kendime geldim, Bizde, Cumhuriyet için bir halk girişimi olmamıştı. Atatürk’ün 89 yıl öncesindeki muhteşem dehasının ürünü ve bize bağışıydı…
O zaman, bizde de bir halk sahiplenmesi olmalıydı…
Kime karşı? Hükümete karşı.
Kime karşı? 1789 Fransa’sındaki krala karşı.
Kime karşı? Diktatöre, padişaha karşı.
Kime karşı? Zalime karşı, zulme karşı, esarete, baskıya karşı. Açlığa yoksulluğa karşı. Adaletsizliğe, haksızlığa karşı.
Kime karşı? Ortaçağ despotizmine karşı.
Peki bu gün bunların hepsi yok muydu? Vardı elbette..Tekmili birden.
O halde?
Atatürk’ün bağışladığı Cumhuriyete bu gün halk da sahip çıkmalıydı.
Geride bıraktığımız 29 Ekim’de işte öyle oldu.
Ben Ankara’ya gidemedim ama, gidenler muhteşemdi.
Bizde bir büyüğe 70’lik derler.
O gün 70 yaşına yaklaşmış amcam telefonla aradı beni. “Aydın, biz ilk meclisin önünde barikatı aştık.. Şimdi Anıtkabire yürüyoruz” dedi..
Adı; Haydar Ali Keleşoğlu..
Eline hiç bayrak almamış, yollarda hiç yürümemiş, miting nedir bilmeyen, slogan nedir atmayan, köydeki evinde kendi halinde yaşayan bir insan.
Hani kaygıyla, hangi ruhla tarlasını bırakıp gitmişti ki oraya ?
Düşündüm..
O an yine amcam geldi gözümün önüne. Düşünsene, bir elinde kırmızı Türk bayrağı, öbür elinde “Türkiye Gençlik Birliği”nin beyaz bayrağı.
Bizim 70’lik büyüğümüz yürüyor en önde..
İnanmayın siz Türkiye Gençlik Birliğinin yeni kurulduğuna. En gençleri muhteşem meş’ale Muazzez İlmiye Çığ’dır.
O da 100 yaşına merdiven dayamıştır.
Amcam gibi yani.
Yaşını gençlikten, ruhunu tarihten alır
Hayıflandım..
O kadar kitaplar yazdık, o kadar yazılar makaleler v.s. Ama bir köylü amcam kadar olamadık. Olamazdık zaten. O, 70’likti. O bir büyüktü. O halktı çünkü. Halkın kendisiydi.
Cumhuriyete aslında işte o halk sahip çıkmalıydı..
Düşünsene, bir yanda grantuvaletli Hükümetin Valileri, Belediye Başkanları, Jilet elbiseli ve sarı sarı omuzlardan düşen parıldak yıldızlı askerler, subaylar, generaller ve yanlarında yandaş yalaka burnundan kıl aldırmayan konuklar, diğer yanda köyden kopup gelen bir garip amcam.
Protokole inat, protokolün cumhuriyeti önemsizleştirmesine, kaldırmasına ve yasaklamasına inat, elinde Türk bayrağı, barikatlar önünde, gaz bombalarına, su tazyiklerine rağmen Cumhuriyete sahip çıkıyordu..
Evet..Bu bir milattı, aslında bu olmalıydı..
Bir tarafta halk ve halkın Cumhuriyeti, diğer yanda donmuş, baskıya dönmüş hükümetlerin diktaları..
Ve hükümetlerin yasakları.
Ve öyle oldu. Meclisin önünde barikatlar kuruldu, Anıtkabir'e yürüyüş yasaklandı, Çoğunluğu çevik kuvvet olmak üzere yaklaşık 5000 polis meclis binasını kuşattı. Bir çok illerde arbedeler yaşandı. Ankara’ya gelmekte olan tüm otobüslerin daha bulundukları illerde yolları kesildi. Durduruldu.
Polis 3 gündür Ankara’ya gidişleri bile engelledi. Ankara Türk halkına yasaklandı.
Niçin, Cumhuriyet Kutlamaları için.
Kime karşı, Cumhuriyeti korumak isteyenlere karşı.
Ankara bu haldeyken, derken bizler de bulunduğumuz illerdeki halk olarak Cumhuriyeti kutladık. Kime karşı? Valilere, Belediye Başkanlarına, resmi protokole ve resmi rüküş hanımlara beylere karşı.
Yandaş yalakalara karşı..
Halkla birlikte olduk.
1789 Fransız Devrimindeki gibi..
Demek ki Mustafa Kemal’in 90 yıl önce Havza’da dediği gibi; ”Maya tutuyordu”..
Örneğin, Bursa’da Kent Meydanında düzenlenen etkinlikte öyle güzel konuşmalar yapıldı ki. Öyle güzel şarkılar çalındı ki. Öyle güzel sloganlar atıldı ki.
Etkinliğin ortasında bir anda sunucu haykırdı.
O beklenen haberi ve o güzel müjdeyi verdi;
“Arkadaşlar” dedi.. “TGB ve Cumhuriyetçiler Ankara’da tüm engellemelere, tüm baskılara rağmen Anıtkabir’e ulaştılar.. Zafer bizimdir.. Yaşasın Cumhuriyetimiz..Yaşasın Cumhuriyet Bayramımız”
İşte o an, tüylerim diken diken oldu. Dokunsalar heyecandan ağlayacaktım. Bir an için “Barikatları yıktık, Anıtkabire yürüyoruz” diyen 70’lik amcamı düşündüm.
Bizde 70’liğe boşuna “bir büyük” demezler..
70’lik amcam ve en genç TGB’liler, engel nedir, yasak nedir dinlemediler.
Evet.. Atatürk’ün dediği gibi Maya tutuyordu.
İşte o an, gözlerimi kapadım ve Atatürk’ün Bursa Nutkunu bir kez daha hatırladım..
“Türk gençliği devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, Jandarması vardır, Ordusu vardır, Adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir, elle, taşla, sopayla ve silahla, nesi varsa onunla ve kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç; “Polis henüz devrimlerin ve cumhuriyetin polisi değildir”, diye düşünecek fakat aslâ yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek, “demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lâzım” diyecek”, onu hapse atacaklar. Yasal yoldan itirazlarını yapmakla beraber, Cumhurbaşkanına, Başbakana, meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecektir… Diyecek ki; “ben inancım ve kanaatimin gereğini yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve etkenleri düzeltmekte benim görevimdir.
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği..”