HÜSEYİN ÖZEN
İçimi en çok acıtan davalarımdan.
Cezaevine, devlete emanet edilmiş, devlet terbiyesi almış bir adamın, ihmaller zinciriyle kedi yavrusu gibi sessiz sedasız ölüp gittiği bir hikaye. Bize hikaye, oğullarına, kızına ve eşine dram.
Hüseyin Özen, telekomda müdür. Mütedeyyin bir insan ama bundan önce akılcı bir mühendis. On sene önce arkadaşlarının ısrarıyla cemaatin “sohbet” adını verdiği bir kaç toplantısına katılıyor. O dönemde iktidar ve cemaat barışık. Fetullah’a “Hoca Efendi” demeyen bürokratların yükselmek bir yana, mevcut makamını koruyamadıkları zamanlar.
Buna rağmen Hüseyin, pek haz etmediği bu toplantılara bir daha katılmıyor.
Eşinin eklem şikayetlerine derman olabilir düşüncesiyle, iktidar partisinin toplantılarını yaptığı, anlatıla anlatıla bitirilemeyen Kızılcahamam’da bir kaç gün konaklıyorlar.
Günün modası bir Balkan gezisine arkadaşları ile katılıyor. Bu kulaklar Ağır Ceza Mahkemesi başkanının; “Uçakta iki tane Fetöcü varmış? Ne diyorsunuz?” sorusunu da duydu.
Dayanamayıp, “Ben Bursa’da yaşıyorum. Bu şehirde binlerce Fetöcü vardır herhalde. Bu Fetöcülerle aynı şehirde olmak beni Fetöcü yapar mı sayın hakim?” diye sordum sanık müdafii olarak.
“Öyle saçma şey olmaz!”
“Bence de!”
Fetö suçlamasıyla tutuklanmıştı. Cezaevindeydi ve hanüz davası açılmamıştı. İlk görüşmemizde tutuklanmasını, “Her şeyde bir hayır vardır.” diye karşılayan bir başka müvekkilim olmamıştı.
Bunca yıllık Müslümanım ama kadere imanın ne anlama geldiği, Hüseyin’in bu cevabında vücut bulmuştu.
Yargılama sürecinde her nedense bir çok başkan, üye, savcı değişti. Müvekkilim hakkında tutuklu kaldığı süre göz önüne alınarak iki celse üst üste tahliye talebinde bulunan savcının bu talepleri mahkemece reddedildi. Ki biz avukatlar abartılı olarak şöyle deriz; “Savcı idam ister, mahkeme beraat verir.” Bu yargılamada durum tam tersiydi.
Sonra savcı değişti. Hüseyin hakkında Fetö üyeliğinden ceza verilmesini istedi. Mahkeme isteğe uydu, müvekkilimin terör örgütü üyeliğinden cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verdi.
Mahkemenin mahkumiyet kararının gerekçeleri bizce tatmin edici değildi. Hepsi 17-25 Aralık öncesine ait aynı uçaktaki Fetöcüler, Kızılcahamam tatili, bir kaç sohbete katılmış olmak gibi şeylerdi.
Mahkemelerin cinayet, tecavüz, gasp, dolandırıcılık gibi ağır suçlarda Türk Yargıtay’ının yavaş işleyişini gözeterek; “Uzun sürebilecek temyiz sürecinde sanığın haklarını kullanmasını temin amacıyla tahliyesine…” şeklinde bir geleneği vardır ve haklı gerekçelere dayanmaktadır. İki yıl tutuklu kalmış ve yedi yıl ceza almış müvekkilimin normal koşullarda tahliye edilmesi gerekirken, Fetö hassasiyeti nedeniyle bu geleneğine aykırı davranmasının adil olmadığı açıktır. Hukuk ona şöyle, buna böyle işlemeye başlarsa adalete kim güvenir ki?
İstinaf süreci çok hızlı tamamlandı. Verilen karar tasdik edilmişti. Yargıtay sürecini başlattık. Bu arada Hüseyin tüm metanetiyle cezaevinde yatıyor, bol bol kitap okuyordu.
O sıralarda Corona salgını başladı. Uzaktan tanıdık, akraba komşu derken Corona ölümleri yanı başımıza gelmişti.
Hüseyin, ‘her şeyde bir hayır vardır derken bu günleri kastetmiş herhalde. Cezaevinde, steril ve korunaklı bir yerde bu günleri atlatacak’ diye düşündüm.
Yanılmışım…