Kozağacı Yöresinin İncisi; Yunuslar Köyü
Kozağacı vadisinin bu Keles’e bağlı küçük köyü, göğün göğsüne iliştirilmiş al bayrağıyla karşılar sizi.
Hemen yanında bir köy evi mevcut. Çok amaçlı bir mekan olarak tasarlanmış. Köyün idaresi için muhtarlık, misafirler için misafir odası, sohbet ve çay için kıraathave vs. Bayrağın bulunduğu küçük meydanın diğer yanında bir Cami mevcut. Biraz ilerde de minaresi. Gülmeyin, dağ yöresinde camiden uzakta minare, görülmedik şey değildir.
Meydan Taşı
Camii avlusunda, köy sakinlerinin ‘meydan taşı’ diye tabir ettikleri bir Bizans sütunu dikkatimizi çekiyor. Hikayesini, yıllanmış fakat henüz yaşlanmamış kocaman mavi gözleriyle Hacı (Mustafa Yakın) ağabeyt anlatıyor.
Bir yağmur ardından bu taş, toprak üstüne çıkar. Parıltısı köyün gençlerinin gözünü alır; ‘Meydan taşı yaparız.’ deyip taşın yanına giderler. Lakin taş, komşu köyün sınırları içindedir. Taşı yerinden söküp götürmeye çalışan Yunuslar Köyü gençleri, komşu köyün gençlerinden bir araba dayak yer, çaresiz geri dönerler. Tabiatlarının gereği inat eder, yedikleri dayağı hiçe sayıp gece karanlığında taşı söküp köy meydanına dikerler. Bunca dayak ve çabayla köye getirilen taşa ne anlam yüklendiğini soruyoruz; “Hiiç, meydan taşı işte!” cevabını alıyoruz. Yine anlaşılmaz dağlı işlerinden deyip uzatmıyoruz.
Namaz vakti yaklaştığında İmam Abdullah (Akdoğan) hoca da katılıyor bize. Namazdan sonra evine çaya davet ediyor.
Memleketini soruyoruz arada; “Karadenizliyim, buralı değilim.” diyor.
“Giresun nire ,Yunuslar nire?”
Tebessümle yanıtlıyor; “İlk görev yerim buralardı. Sonra sevdim kaldım.”
Biz çaya davet edilmiştik ama evin hanımı eşiyle aynı fikirde değilmiş. 10-15 dakika içinde sıcak çorba ve envai çeşit yiyeceklerden müteşekkil sofra önümüzde bitivermişti. Evin hanımının da Karadeniz kadını olduğunu öğrenince hiç şaşırmadık. Zira misafir ağırlamakta ne kadar mahir ve hamarat olduklarını bilmeyenimiz yoktur.
***
Mücadele ruhu Kozağacı vadisinin insanlarını yakın bir geçmişte yine bir araya getirmiş. Yörede kurulmak istenen termik santral, projenin ihaleye açıldığı süreçte, vadi halkını topluca mücadeleye sevketmiş. Hikayeyi Ahmet Alan’dan dinlerken, bir taraftan da çaylarımızı yudumluyoruz. Vadiye kurulacak termik santralin çevreye ve bölge insanına yapacağı zararları kanıtlamak ve insanları ikna etmek için çok çaba sarfetmişler. Bunun için üniversiteden bir inceleme raporu almışlar. Bu mücadelenin bölge halkına hem bir çevre bilinci, hem de bir kimlik kazandırdığını gözlemliyoruz.
Ardıç Ağacı’nın Öyküsü
Hacı Mehmet (Alan) ağabey, köyün Kütahya’ya açılan vadisinin başında, yaşı bilinmeyen koca bir Ardıç Ağacından bahsediyor. Görmek istiyoruz. Zümrüt yeşili gözleriyle Ramazan (Salcı) ağabey; “Benim pazar arabasına atlayın.” diyor. Köyün hemen dışında, anlatılandan çok daha heybetli bir Ardıç Ağacı karşılıyor bizi. Yaşı bilinmiyor. Yerlerde ağaçtan kopan parçaların neden yakacak olarak kullanılmadığını soruyoruz. Ramazan ağabey, halkın bu ağacı kutsal gördüğünü, ondan bir parçanın kullanılmasının başlarına bir musibet getireceğine inandıklarını anlatıyor. Ağacın gövdesine çakılmış çivilerse, illete tutulmuşların hastalıklarından kurtulması içinmiş. Şifa bulurlar mıymış, o kısmı meçhul.
***
Köy, iki mahalleden oluşuyor aslında. Aşağıda kalan kısım eski köy. Yukarıdaki kısma ise “Babasızlar Mahallesi” diyorlar. Aile büyüklerine kızıp, küsüp ayrı yerde ev yapanların kaldığı mahalle; “Babasızlar.” Hem esprili, hem de acımasız bir lakap takma adeti buralarda oldukça yaygın. Kimse de gocunmuyor.
Ayrılırken, belediye tarafından hala çözülememiş içme suyu ve sahip oldukları tarla ve arazilerle ilgili olarak ilgili kurumlarla yaşadıkları kadastro sorunlarına, Çanakale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda dövüşmüş bir halkın torunlarını inceden inceye üzdüğünü sessizce fark ediyoruz.