Yıl 2005 olmuştu. Can Bursa’da 10 yıldır avukatlık yapıyordu. İki kızı ve öğretmen eşiyle mütevazi ama mutlu bir hayat sürüyordu.
Saliha, sık sık odasına kapanıp oğlunu terkettiği gazete küpürlerine baka baka ağlıyordu. Bir kaç kez çocuklarına yakalanınca hikayesini açıklamak zorunda kaldı. Açıklayınca hem rahatladı, hem de kınanmadığını görünce oğlunu aramak için cesaret buldu.
O yıllarda kayıp çocukları bulmak üzerine kurgulanmış bir TV programına müracaat etti. Ard arda çıktığı programlardan birini Can’ın büyük yengesi de izliyordu. Gazete küpürlerindeki çocuğun Can olduğuna kanaat getirdi. Hem Can’ın Darülaceze’den alındığını biliyor, hem de sağ kolundaki yanık gibi ayrıntılar tam uyuyordu. Can’ı ya da ailesini aramakta tereddüt etti. Eşi de; “herkesin kurulu düzeni var. Hele Can’ın, çok göz önünde iyi bir mesleği var. Kendisi ve eşi durumu bilmiyorlar. Belki de öğrenince huzursuz olacaklar, iş hayatı etkilenecek, iyilik yapayım derken kötülük yapmış olacaksın.” deyince bu fikrinden vaz geçti.
İstanbul’da yaşayan eltisini aradı, Program yapımcısı hanımın arkadaşıydı eltisi. Programda arananın Can olduğunu, kimseye haber vermediğini, ne yapmaları gerektiğini sordu. Eltisi de aynı fikirdeydi. Programın daha fazla yapılmasını engellemek için program yapımcısı hanımı aradı.
Can’ın mevcut durumunu anlatıp, şimdilik bir görüşmenin mümkün olamayacağını, Saliha’ya oğlunun iyi olduğunu, kariyeri ve aile durumundan da bahsedip programın sonlandırılmasını rica etti. Kamera arkasında tüm bunlar anlatıldığında Saliha, oğluna kavuşamasa da iyi olduğunu öğrenmiş olmanın buruk sevinciyle programdan ayrıldı.
2017 yılına kadar Can’ın anne ve babası vefat etmişti. Büyük yengesi yatılı misafirliğe geldiğinde Şeşe’ye programdan bahsedip Can’a anlatmasının doğru olup olmayacağını sordu. Şeşe, ölen anne ve babasına çok düşkün olan Can’ın sıkıntılı bir dönem geçirdiğini ama geçmişle ilgili bu hikayeden olumsuz etkileneceğini sanmadığı söylediğinde yengesi olan biteni ayrıntılarıyla anlattı. Hatta 12 yıl önce izlediği program sırasında notlar da almıştı. Bunları da Can’a verdi.
Can internette gazete arşivlerine baktı. Hikaye doğruydu ve gazete küpürlerindeki resimler kesinlikle Can’dı. Merakı burada bitti. Elli sene önceki mevzular bunlar deyip kapadı sayfaları. Yengesiyle sohbete devam etti. Yengesinin, Saliha’nın dünya gözüyle bir kerecik de olsa görmek istediği oğlunu canhıraş ağlayışlarla anlatması yengesini çok etkilemiş, tüm bunları kendisi de ağlayarak anlatmıştı. Can’ın önce pek aldırmadığı hadise, şimdi bir annenin feryad ve göz yaşlarına evrilmişti. Bundan çok rahatsız oldu. Kendi imkanlarıyla Saliha’ya ulaşıp ben iyiyim demek için yayıncı TV’yi aradı. El değiştiren TV’nin o yıllara ait arşivinin de kaybolduğunu öğrendi. Program yapımcısı hanımı aradı, durumu anlattı. O da arşivin kaybı konusunu teyid etti. Zaten uzun bir süredir başka kanalda aynı programı yapıyordu.
Sonraki günlerde program yapımcısı ve asistanları defalarca arayıp, programa çıktığı taktirde Saliha’nın mutlaka bulunacağına dair Can’ı ikna ettiler. Yüzünün gösterilmemesi şartıyla ısrarlara dayanamayarak kabul etti.
Programa telefonla bağlanan kız kardeşi Nevin’in, yumuşacık sesiyle “abicim” diye hitap ederek konuşması, stüdyoya gelen kız kardeşi Pelin ile kardeşinin eşi Şükran’ın, elini öpmeleri Can’ın yelkenleri suya indirmesine yetti. Yüzünün görünmesine aldırmayarak iyice olaya dahil oldu.
Sonrası…
İnsanları birbirine bağlayanın kan değil, yaşanmışlıklar olduğuna iman etti.