Yurt müdürüyle sohbet ederken bir yandan etrafa göz gezdiren avukat, rengarenk ve pırıl pırıl eşyalarla donatılmış, oyun alanları ve bol oyuncağın bulunduğu bu ortamdan çok etkilenmişti. Bir an aklına Çocuk Esirgeme Kurumu’nün 1960’lardaki yardım toplama sloganı geldi aklına. Meraklısı olduğu siyah beyaz Türk filmlerinden birinde, boynuna bağış kutusu asmış çocuğun, “Açız, açız. Yardımınıza muhtacız!” tekerlemesi ile yardım toplamaya çalıştığı görüntüler aktı zihninden.
“Her yaşta çocuk zor tabii de, bebek sizin için daha zor olmuyor mu müdür bey?”
“İmkanlarımız geniş, ödeneğimiz ve personelimiz bol. Hiç zor olmuyor. Ancak ‘bir bebek, bir kadının iki göğsü arasında büyümelidir’ bizim mottomuzdur. Bu nedenle kadın personelimizden birini, tüm mesaisi boyunca aynı bebeğe tahsis ediyoruz. Bebeğin uyuduğu saatler haricinde bu görevlimiz, kendi yavrusu gibi bebeği kucağında gezdirir, diğer işlerini öyle yapar.”
“İnanılmaz. Gözlerimle görmeyip bana anlatılsaydı bu kadar ütopya olmaz derdim.”
Gerçekten biraz sonra, kadın bir personel bebekle müdürün odasına girdi. “Eşyaları hazırlanıyor, bir kaç dakika sonra teslim edebiliriz müdür bey.” deyip odadan çıktı, bebeği pışpışlayarak dolaşmaya başladı.
Kar gibi beyaz kundak ve battaniyeye sarılı, özenle bakılan bebeği gören avukat iyice şaşırdı. Çünkü hala istenmeyen bebeğin, ‘cemaat dindar olduğuna göre vicdanlıdır, bebeği sahiplenirler’ düşüncesiyle cami avlusuna bırakıldığını sanıyordu. Hem şaşırdı, hem mutlu oldu, hem de sosyal devleti ile gururlandı.
“Müdür bey, bebeğin bir eşyası yoktu bildiğim kadarıyla. Ne eşyası hazırlanıyor?”
“Siz şimdi savcılıktan apar topar geldiniz. Yanınızda ne battaniye, ne bez, ne kıyafet, ne de mama ve biberon vardır. Onları hazırlatıyorum. Bebek sıkıntı çekmesin!”
Koca bir torba içinde eşyalar geldi. Müdür bebeği avukatın kucağına verip teslim belgesini imzalattı. Avukat da bebeği, kenarda süklüm püklüm oturan Seda’ya verdi. Bebeği sıkıca göğsüne bastıran Seda’yla birlikte müdüre teşekkür edip ayrıldılar.
Kapı önünde heyecanla bekleyen Melike ve Samet, bebeğin geldiğini görünce yüzlerindeki endişeli ifade yerini rahatlamaya bıraktı. Seda, arka koltukta oturan Melike’nin yanına bebeğiyle birlikte ilişti. Bu kez göz yaşlarını içine akıtarak bebeğini sevdi, sevdi…
Bebeği aniden Melike’ye uzattı, kararlı bir tavırla arabadan indi. Melike; “İstediğin kadar sev, istediğin zaman sev. O senin yavrun.” dediyse de, “Hayır. Bundan sonra sizle asla görüşmeyeceğim. Her görüşmemden sonra, kabuk bağlamaya çalışan yaralarım kanıyor. Buna dayanamayacağım. Kendime kötülük etmekten korkuyorum. Lütfen siz de aramayın. Zaten gideceğim yerde bir iş bulabilirsem buraları terk edeceğim. Hoşca kalın! Size de, Müjde’ye de baht açıklığı ve mutluluklar dilerim.”
Uzaklaşan Seda’nın ardından bakan avukat; “Zor da olsa en iyisini yaptı. Ne bebeğini sahiplenebilecek, ne de evlatlık edinen aile bebeği tam olarak benimseyebilecekti.” diye mırıldandı.
Kısa bir süre sonra evlat edinmeye izin duruşması için Seda’yı çağıran avukat, bir kaç dakika süren duruşmadan sonra bir daha onu hiç görmedi.
Yıllar sonra sosyal medyada ilkokula başlayan Müjde’nin fotoğraflarını gören avukat, evlat edinen aileyi aradı. Onlar da bir daha Seda’dan haber alamadıklarını, telefon numarasının iptal göründüğünü, duyumlarına göre bir başka şehre gittiğini, başkaca da bir malumat edinemediklerini, geçen yıl bir bebek daha aldıklarını, ailelerinin daha da büyüdüğünü anlattılar.
Müjde ve ailesine mutluluklar dileyen avukat, mesleğinde ilk önce öğrendiği düsturu hatırladı; Kimseyi yargılama!