Yazarlar

Fetö Yargılamaları (5)

post-img
DAĞLI ÇOCUK – 1. Bölüm Bufsad Belgesel Atölyesinde olduğumuz yıllardaydı. Sanırım 14-15 yıl önce. 180 civarındaki Bursa Dağ Köylerini konu alan uzun soluklu bir belgesel fotoğraf çalışması yapıyorduk. Sıra Keles ilçesi köylerine gelmişti. İlki Bursa’ya en yakın olanıydı, oradan başladık. Pek çok dağ köyü gibi, ekilebilir alanları kısıtlı bu köyde de, yoksulluk hemen göze çarpıyordu. On yaşlarında bir çocuk ilgiyle bizi izliyordu. Adı Yusuf’muş. Biraz ısınınca da bize mihmandarlık gibi bir görev çıkardı kendine. Senin de fotoğraflarını çekelim dediğimizde sahip olduğu en kıymetli şeyi; bir sokak köpeğini kucağına alıp poz verdi. Vakit öğlen olmuş, ufaktan acıkmaya başlamıştık. Aramızdaki konuşmaları duyan Yusuf, gözlerini kocaman açarak; “Siz aç mısınız?” diye sordu. “Yok oğlum, hadi sen işine gücüne bak!” deyip başımızdan savdık. Hikayenin en başına gidersek; Uludağ’ın sert doğası ve zirveleri bura insanlarının yüreklerini hafifletmiş, hissedebiliyoruz. Yabancıya karşı ilgi dolu ve cana yakın duruşlarıyla hemen sizi sıcak bir rüzgar gibi sarıveriyorlar. Herkes ama herkes selam veriyor ve gülümsüyor. Bu köy, Keles’in ve genel olarak Bursa’nın dağ köylerinin çoğunda olduğu gibi, bir Yörük köyü. Kökleri Orta Asya’ya dayanan bu Türkmenler, Bursa’nın fethinden sonra buralara yerleşmişler. Toplulukların çoğunda görülebilen bir olgu olarak ‘kuruluş miti’, bu köyün insanları tarafından da paylaşılıyor: Söylenceye göre hayvancılıkla uğraşan üç birader, otlatmak üzere yakın yörelere hayvanları getirip götürmenin zorluğundan olacak, ayrı yurt tutmayı ve orda ikamet etmeyi uygun buluyorlar. Ağabeyler mevcut köyleri mesken tutarken, küçük kardeş yeni bir köy kuruyor. Köyün adı ilk zamanlar Şeytan Köyü. Neden bu ismi vermişler diye soruyoruz; ‘E, ne de olsa küçük, şeytan olur’ diyerek gülümsetiyorlar bizleri. Bir Ali Osman amcası var köyün. Güler yüzlü bir ihtiyar delikanlı. Çilek toplarken karşılaşıyoruz onunla ve ninemizle. Ali Osman amca seksenli yaşlarında ama yaşından beklenmeyecek bir çevikliğe ve dinçliğe sahip, sohbet ehli bir Türkmen. II. Selim dönemindeki bir seferberlikte bu köyün sakinlerinin yaptıkları maddi ve manevi fedakarlıklardan bahsediyor. Çanakkale Şehitliği’nde, köyden üç ölümsüzün medfun olduğunu gururla anlatıyor. Bu köyün sakinlerinden Nail ağabey, biri önceki evliliğinden olmak üzere, dört çocuğu ve Van’lı eşiyle oldukça mütevazi bir yaşantı sürüyor. Van’lı ‘Kürt kızıyla’, dağlı Türkmen’ i bir araya getiren tevafuğu merak ediyoruz. Köy fakir, Nail ağabey fakirin fakiri. Eşi vefat edince kimse varmamış ona. O da düşmüş Van yollarına. Bir tanıdık vasıtasıyla bulduğu Kürt kızına nikahı basıp getirmiş köyüne. Yenge hemen lafa karışıyor; “Kandırdı beni bu dağlı. Bursa’da Heykel’in karşısında iki katlı evim var, dedi.” Elini okul bahçesindeki Atatürk büstüne işaret ederek, “nereden bileydim o heykelin bu heykel olduğunu? İki katlı dediği ev de bu ev. Çatlayan, dökülen kerpiç duvarların aralığından komşulara el sallayabilirsiniz.” Nail ağabeyin bu ince kelime oyunu hepimiz güldürüyor. “Kızmadın mı, gücenmedin mi?” diye sorduk. “Yok” dedi. “İçim ısınmıştı. Şükür halimize.” Allah güzel okuyan çocuklar nasip etmiş onlara. Şimdilerde mutlu mesut yaşıyorlar. Serde biraz fakirlik derdi var amma, en büyük zenginliğin, nasip neyse elindekiyle yetinmek olduğunu gayet iyi biliyorlar. Güzel kız Ayşegül, şeker mi şeker, uslu mu uslu. Hamaratmış aynı zamanda. Annesinin ameliyatında evi o çekip çevirmiş. “Bir de komşularım baktılar bana çok yardımcı oldular, Allah razı olsun hepsinden.” diyor Van’lı gelin, gözlerinin içi gülerek. Hamiyetli, yardım sever, komşu hakkını kardeş hakkıyla bir tutan Türk insanının ‘birlikte yaşama (co-existence)’ kültürünü somut ve canlı görmenin huzurunu hissediyoruz.

Diğer Haberler