20-25 yıl öncesine kadar “dişi köpek kuyruk sallamasa…” diye başlayan veciz (!) sözle kadının şikayetine şüpheyle bakılır, izin vermeseydi yahut istemeseydi bunlar başına gelmezdi ön kabulüyle değerlendirilirdi. (Gerçi hala; “Orada ne işi varmış, o saatte ne işi varmış, şort giymeseymiş, makyaj yapmasaymış…” türünden sözlerle tacizcilere sahip çıkan mağara adamları aramızda yok değil.)
Sonraları kadının şikayeti değerlendirilirken; “Hiçbir kadın, iffetine halel getirecek cinsel konularda yalan söylemez, kendisini rezil etmez.” kabulü, kuyruk sallayan köpeğin yerini aldı. Hatta Yargıtay da bu görüşü benimsedi. Başkaca delillerle desteklenmediği bazı durumlarda yahut zayıf kanıtlar karşısında, kadının beyanı esas alınarak verilen mahkumiyet kararlarını onadı.
Bir yanda kadına şiddet ve bu şiddetin önlenmesi için verilmesi gereken büyük mücadele, diğer yandan pozitif ayırımcılığın olası kötüye kullanımı zor bir denklem.
Ne yazık ki, bu denklem için tam ve doğru yol olduğuna inandığım bir çözüm bulamadım. Ben mesleki ve özel hayatımda başımdan geçenleri anlatayım da, belki siz bir çözüm bulursunuz.
O koca ağzını yırtarım!
2008 yılıydı. Büyük kızım üniversiteyi kazanmış, her nedense ikamet belgesinin Nüfus Müdürlüğü’nden alınması istenmişti. Mesai 09:00’da başlıyordu. Kalabalık olabileceğini düşünerek 08:00’de Osmangazi Nüfus Müdürlüğü’nün önündeydim. Eski Akademi binası olan bu yapının bahçesinde, benden önce gelen iki yüz kadar kişi sıra olmuştu. Mesai başladığında herhalde iki yüz kişi daha arkamda kıvrıla kıvrıla uzayan bir kuyruk oluşturmuştu.
Tam önüme orta yaşlı bir kadın kaynak yaptı. ‘Hanım efendi, lütfen sıranıza geçin!’ uyarımı duymazdan geldi. Yüksek sesle tekrarladım. Kadın geri döndü ve yaklaşarak düşük tonda; “Şimdi elliyor diye bağırırım, kapa çeneni.” dedi. Buz kestim. Karakol, adliye… haydi bir şekilde tutuklanmadan derdimi anlatırım da, dört yüz civarı insanın bulunduğu bu kalabalıktan, çok değil on tane namus bekçisi çıkıp bana birer yumruk atsa, linç edildim gitti demektir.
Bunlar aklımdan geçerken arkamdaki daha yaşlıca bir kadın konuşmaları duymuştu. Beni kenara itip bağıra bağıra terbiyesini verdi; “Seni sürtük seni. Yanına gelirsem o koca ağzını yırtarım senin. Çabul defol sırana!”
Kadın bana o an başında ışık halesiyle Aziz Meryem gibi göründü. Seslice teşekkür ettim kadına, içimden de bin bir ‘Allah Razı Olsun!’ geçirdim. Resmen hayatımı kurtarmıştı.
O günden beri kadın müvekkillerimle asla kapı kapalı konuşmam. Çok özelse dış kapıyı kapatır, sekreterimle aramızdaki kapıyı açık bıraktırırım. Nasıl bir travmaysa…
Benzer bir olay, işhanımızın görevlisi, her yönüyle itimat ettiğimiz, hatta ofisimin anahtarlarının bir takımının onda olduğu arkadaşımızın başına gelmişti. Bir kadınla konuşurken uzun süre gözlerine bakmaktan hicap eden temiz Anadolu çocuğu, otobüsteki bir arbedede tacizle suçlanmıştı. Ağır Cezada yargılanması sırasında ne uykusu kalmıştı, ne huzuru. Hemen her gün gelir, ceza alır mıyım diye sorardı. Dosyanın mevcut durumuna göre ceza almayacağını bildiğimiz halde; “Üzülme, ben sık sık cezaevine müvekkil ziyaretine gidiyorum. Sana da gelirim. Hatta temiz çamaşır ve sigara da getiririm.” diye zalimce bir şakayı sürdürürdük. Beklediğimiz gibi beraat etti ama kesin beş sene yaşlanmıştır. Bunları yazarken hala güldüğüme bakma kardeşim, hakkını helal et.
. . / . .
Yazının devamı 1 Eylül Çarşamba günü yayında…