Yerel Yönetişim Düşlerinden, Yerel Özerklik Dayatmasına
90’lardan beri; “ Halk katılımının yerel yönetimlere sağlayacağı etkiler nelerdir ?... Bu bağlamda kent konseylerinin sağlayacağı etkiler nelerdir ?...” sorularına yanıt aramakla geçti yıllarımız…
Bu sorulara yanıt ararken varsayımlarda bulunduk geleceğe yönelik iyi niyetli umutlarımızla…
Ve dedik ki;
Yerel yönetimlerde etkinlik, verimlilik ve başarı elde edilmesi; halk katılımının sağlanmasıyla, bir başka deyişle yerel demokrasinin uygulanmasıyla yakından ilişkilidir. Kent yönetimiyle ilgili kararlara yalnızca seçimden, seçime oydaş olmak yerine, kent yönetimine paydaş olan, kent yönetimine katılan kentli; kente yönelik kararlara katıldığı oranda, sorumlulukta da paydaş olacağından, kentlilik bilincinin gelişmesinde halk katılımı olgusu olumlu bir işlev görecektir.
Varsayımlarımızın uygulanabilirliğini sağlamak amacıyla da yerel yönetimleri irdeledik, inceledik… Ve kuramsal anlamda ulaştığımız bulgular doğrultusunda da dedik ki…
Günümüzde yerel yönetim; demokrasinin beşiği olarak değerlendirilmektedir.Bununla birlikte yerel yönetimlerin; devlet ya da hükümet türünden olmakla birlikte, sivil toplum kuruluşu arasında bir yerde olduğu, kendi çıkarları ve sürekliliklerini sağlamak için oy kaygısıyla da olsa, halkla kurdukları yakın ilişkiler nedeniyle sivil toplum kuruluşu benzeri bir örgütlenme içinde oldukları ileri sürülmektedir.
Bilindiği gibi yerel yönetimlerin merkezi yönetime göre bir öncelik ve üstünlükle tartışılmaya başlanması; 1992 Haziran’ında Rio’da toplanan, yeryüzü zirvesi olarak da bilinen Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda gerçekleşmiştir. Konferans’da bir bakıma yerel yönetimlerin görevlerini yeniden tanımlama, Rio Bildirgesi’nde “Yerel Yönetimler” başlığı altında; “Yerel yönetimlerin seviyesi insanlara yaklaşmış olduğu için, bu yönetimler halkı sürdürülebilir kalkınma kavramı hakkında eğitmede ve harekete geçirmede hayati rol oynar, 1996 yılına kadar, bütün yerel yönetimler, vatandaşlarına danışarak, o toplum için bir YEREL GÜNDEM 21 geliştirmiş olacaktır. Yerel yetkililer, bilgi almak ve sürdürülebilir kalkınma stratejisi üzerinde mutabakat sağlamak için vatandaşlara, topluma, iş çevrelerine ve sanayi kuruluşlarına danışmalıdır. Bu mutabakat; Gündem 21’in amaçlarına ulaşmak ve yerel yönetimlerin programlarını ve mevzuatını yeniden düzenlemek için bu yönetimlere yardımcı olabilir. Bu danışma sistemi, kişilerin sürdürülebilir kalkınma bilincini arttıracaktır” biçiminde düzenlenmiştir.
Dolayısıyla demokrasinin beşiği olarak adlandırılan yerel yönetimler, 21.yüzyılda Yeryüzü Zirvesi’nin ardından işleyiş ve anlayış bakımından “demokratikleşme” yolunda önemli değişimler geçirmeye başlamıştır ve artık demokratik yerel yönetim, yerel topluluk üyelerinin (belde halkının) ortak gereksinimlerini karşılamak, toplumsal ve kültürel varsıllığına ve gönencine ilişkin yerel hizmetleri görmek üzere kurulan; bu hizmetleri, genel yetki ve kendi sorumluluğu altında ve yerel topluluğun yararları doğrultusunda yerine getiren, hiçbir ayrım gözetmeden insanı yerel demokrasinin temeli sayan; işleyişinde açıklığı, şeffaflığı, insan haklarını, çoğulcu ve katılımcı demokrasi ilkelerini yaşama geçiren; yetkilerin yerel topluluğa en yakın yönetim birimince kullanıldığı kamu tüzel kişiliğinde, özerk ve demokratik bir yönetim olarak tanımlanmaktadır ki bu tanıma göre yerel yönetim hem “yerel” hem de bir “yönetim (iktidar)”dir.
Bu bağlamda yerel yönetimin iki temel boyutundan da söz edilmektedir. Bunlardan ilki; yerel hizmet birimi olma, yerel hizmetlerin sağlayıcısı olma boyutu, ikincisi de; demokratik kendi, kendini yönetme birimi olma boyutudur. İşte bu iki boyutu nedeniyle yerel yönetim, halka en yakın yönetim biçimi olmakla birlikte, tarihsel olarak merkezi yönetimden önce gelişi( eski Yunan kent devletleri), demokratik niteliğiyle bireyin kendi, kendini yönetimine katılabileceği en uygun düzey olarak gösterilmektedir. Yerel yönetim; günlük yaşamın bugünü ve yarını için özel önemi olan kararların alındığı, uygulandığı yerdir. Bu tür kararların alınmasında halkın da içinde bulunması yerel yönetimin demokrasinin uygulanmadaki birinci yeri, temeli ve beşiği olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır.
Ve bir başka kavramla daha tanıştık ki o kavram da; YEREL DEMOKRASİ kavramıydı…Kuşkusuz bu kavramı anlamak ve algılamak için de demokrasi kavramını yeniden tartıştık…
Tarihsel kökeninde yerel yönetim bulunan demokrasi kavramı; 19.yüzyıla değin, kent devletiyle özdeşleşerek varlığını sürdürmüştür. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki çağdaş ilerlemeler, hızlı kentleşme, ekonomik yeniden yapılanma, düzensiz gelişme ve küreselleşme süreçleri demokrasinin, yeniden doğuş çabalarıyla birlikte; yerel yönetimin 21.yüzyıl demokrasisinin en uygun birimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini ileri süren görüşleri ortaya çıkarmıştır.
Demokrasinin büyük birimlerde sağlıklı işleyebilmesi; önemli ölçüde komşuluk duygusuna ve kişisel tanışıklığa dayalı, bireylerin kararlarının alınmasına doğrudan katılabileceği ve günlük yaşam üzerinde gerçek denetimde bulunabildiği birçok “küçük demokrasiler”den oluşmasına bağlıdır. Günümüz dünyasında büyük ölçeklerde ve “merkeziyetçi” anlayışlarla yaratılmaya çalışılan siyasal ve toplumsal düzeylerin ve uygarlıkların başarılarının sınırlılığı bilinmektedir.
Yerel demokrasi; halkı doğrudan ilgilendiren, günlük yaşamında önemli yer tutan gerçek ve somut sorunların gündemi belirlediği, tartışılıp karara bağlandığı ve uygulamaya konulduğu bir küçük ölçekli dünya olarak değerlendirilmekte, gerçek demokrasinin ancak yerel gereçlerle ve aşağıdan yukarıya doğru, tabanın demokratik yönetime bağlılığına ve katılımına dayalı bir biçimde oluşturulabileceği ve sürdürülebileceği ileri sürülmektedir.
Toplumsal çelişkilerin, kimlik/farklılık sistemlerinin ve alan üzerinde hak iddialarının giderek kentleştiği bir dönemde, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişin, kentleşme süreçleriyle yapısal bir zorunluluk durumuna geldiği ve kentlilik olgusunun yeni bir tanımlamaya gerek duyulduğu modern toplumsal ilişkiler ağı içinde yerel yönetim sorusu önem kazanmaktadır.
Küreselleşme süreçleriyle hem ulusal ekonomi, hem de uluslararası ekonomik ilişkilerde gündeme gelen yeniden yapılanma ve böylece Fordist sanayileşme paradigmasından “Post-Fordist” esnek sermaye birikim süreçlerine geçiş, yerel yönetimler üzerinde çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlar yalnızca kentlerde oluşan eşitsiz ve dengesiz gelişmede kendini göstermekte, aynı zamanda farklı pazar ve işleyişlerinin ortaya çıkmasında da belirmektedir.
Üstelik emeğin farklı örgütleniş biçimlerini, yeni varsıllık ve yoksulluk göstergelerini, kimlik/topluluk göndermelerinin ekonomi içinde önemini ve yeni kentsel çalışmaları ve çelişmeleri de gündeme getirmektedir. Tüm bu değişim ve dönüşümler yerel yönetimler için ciddi sorunlara neden olmakta ve hem yerel yönetimlere geleneksel çözümsel yaklaşımlar içinde kurumsal ve yöntemsel sorunlar yaratmakta, hem de yeni bir demokratik yerel yönetim anlayışına gereksinimi ortaya çıkarmaktadır.
Çok anlamlı bir kavrama ulaştığımız öngörüsüyle; neden yerel demokrasi sorusuna yanıt aramaya kalkıştık… Ve “Neden Yerel Demokrasi ?...” sorusunu sorduk… Bu sorunun yanıtının da şöyle açıklanmakta olduğunu gördük:
Dünya’da Gündem 21’e giden yolun yapı taşları döşenirken geleneksel YÖNETİM anlayışının yerini, katılımcılığa ve ortaklıklara dayalı “çok aktörlü” yönetim olarak tanımlanan yeni bir yönetim anlayışının almaya başladığı görülmektedir. Bu yeni yaklaşım kapsamında, çok aktörlü yönetimi niteleyen YÖNETİŞİM kavramına içerik kazandırılmaya çalışılmaktadır. Yönetimden, yönetişime geçiş süreci; hiyerarşik, tepedenci, emredici, “ben bilirimci”, köstekleyici yapılanma yerine, yönlendirici, destekleyici, “yapabilir kılıcı”, yatay, saydam, hesap vermeye ve demokratik denetime açık, tabana dayalı, gücünü halktan alan, desantralize (yerinden yönetilen) ve katılımcı politikalar, kurumlar ve hareketler üstüne oturan yeni bir ilişkiler sisteminin geliştirilmesini gerektirmektedir. Güçlü demokrasi ve sivil kültürün yaşama ve güçlenme alanı olarak yerel siyaset; eleştirel bir kamuoyu, karşı çıkmalar, kendi kendine yardım ve doğrudan katılım gibi yöntemlerle yerel ve ulusal demokrasiye katkıda bulunabilir denilmektedir. Gerçek demokrasinin de ancak yerel gerçeklerle ve aşağıdan yukarıya doğru, tabanın demokratik yönetime bağlılığına ve katılımına dayalı bir biçimde oluşturulabilir ve sürdürülebilir olduğu varsayılmaktadır.
Neden yerel demokrasi sorusunun ardından yeni bir soruya yanıt aradık ki o da “Neden Halk Katılımı ?...” sorusuydu… O sorunun yanıtını uluslar arası kamuoyunca (işin gerçeği ABD’nin kuramcılarının laf ebeliği marifetiye) bizlere dayatılan düşünceler doğrultusunda verdik…ve dedik ki:
Hızlı kentleşme ve sanayileşmeyle büyüyen ve sayıları artan kentlerde; kentlerin yönetiminde geleneksel kurumlar yetersiz kalmaktadır. Demokratikleşme çabaları da, halkın kendi kendini yönetmesine ortam oluşturacak yerel yönetimlerin geliştirilmesine önem vermektedir. Üstelik kamu hizmetlerini merkezden çevreye doğru sunmanın olanaksızlığı kent yönetimlerini; yerinden üreten ve sunan birimler olarak yeniden düzenlemeye gerek duyarak, 1984’de Rio de Janeiro’da toplanan Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği’nin (IULA) Genel Kurulu’nda benimsenen öneriler arasında da, yerinden yönetimin ve halk katılımının özendirilmesi yer almıştır. Bu katılımın yararları tartışılırken de; yerel düzeydeki katılımı başlı başına bir amaç değil ama başka amaçlara ulaşmak için kullanılacak bir araç olduğundan ve yerel hizmetlerin daha etkin, çabuk, ucuz olarak yerine getirilmesinin yanı sıra, halkın demokrasi eğitiminin geliştirilmesi, siyasal kültür düzeyinin yükseltilmesi ve yerel demokrasinin güçlendirilmesi gibi beklentilerden söz edilmektedir.
Yerel yönetimler, demokratik katılıma en uygun yönetimler olarak değerlendirilirken, bunun nedeni; yerel yönetim organlarının, yerel halkın katılımıyla seçilmiş ve yerel halka en yakın yönetsel birim olmaları biçiminde açıklanmaktadır. Ancak katılım için; yalnızca “seçim”in yeterli olmadığı, seçimin birkaç yılda bir yapılan, belli dönemlere bağlı bir tercih oluşu nedeniyle, katılımın sürekliliğini sağlamak için halk kesimlerine katılımın yolunu açma gerekliliği önemle vurgulanmaktadır. Kuşkusuz demokrasinin temel göndermeleri de bunu gerektirmektedir ki halk katılımı, çoğunluk ilkesi,önderlerin dayanışmaya önem vermesi ve seçmene karşı hesap verme sorumluluğu taşımaları gibi demokrasi değerleri yerel ölçekte de geçerli değerlerdir. Bu bağlamda yerel yönetimlere HALKIN KATILIMI kavramıyla anlatılmak istenilen; kent sorunlarının çözümünde karar ve uygulama aşamalarına katılabilmek, kentlerin yaşanabilir olması için çözüm üretmek,üretilen çözümleri denetlemek biçiminde özetlenebilir.
Bu gelişmeler doğrultusunda ulus devletin demokrasiyi tepeden tabana buyurması yerine, demokrasinin tabandan tepeye yerleşmesi/yayılması olarak da değerlendirilen YEREL DEMOKRASİ kavramıyla, yerel yönetimlere halk katılımının uygulanma yeri olan KENT KONSEYLERİ aracılığıyla öylesine tatlı düşlere daldık ki…
Ve en sonunda; 90’lardan beri bize anlatılan bu masallarla daldığımız düşlerden ansızın uyandığımızda bir de anladık ki, ne tezgahlar kurulduğunun ayırdına vardık ki yerel demokrasi kavramı; YEREL ÖZERKLİK bağlamında ülkeyi bölmek amacıyla uygulamaya konmuş bir söylemmiş…Yönetişim kavramı; kent konseylerine gönüllü ve de iyi niyetli kentlileri toplayıp, havanda su dövme oturumlarıyla yönetime halkın katılımının değil, “malum” etnik kökenlilerin ülke yönetimine ortak oluşunu sağlamak için alt yapının oluşturulması amacıyla ileri sürülmüş kandırıkçı bir eylemmiş…
Ve bu girişimlerin sonucunda konuşacak iki kişiden birisi de, bunca şehidin can verip, toprak altında yatmasına neden olan ve İmralı’da yan gelip yatan kanlı katilmiş…
Nasıl da kandırıldık, nasıl da aldatıldık?...
Dünden bugünlere demokrasi aldatmacasıyla; bölücülerin kapanına kıstırıldığımızın ayırdına vardık mı, varamadık mı ?...
Kent yönetimi için elini taşın altına koymak amacıyla koşa, koşa çağrılara giden bizler; meğer ne tür bir bölücülük kayanın altında ezilmek üzere olduğumuzu görmemizi engelleyen o derin uykulardan uyandık mı, uyanamadık mı ?...
Bugün, bütün bunları sorgulama günü olsa gerek; 90’lardan beri kent konseylerinde umutlarını, emeklerini ve zamanlarını yitiren kent gönüllüsü dostlar ne dersiniz ?... Sonunda aydık mı, ayıldık mı?...