Kentler; küçük kent soyluların yaşam alanları…Kente özgü ve uzmanlık gerektiren işlerle uğraşanların çalışma ve pazarda buluşma alanları…
Kentler; aldığı iç ve dış göçlerle kente eklemlenenlerin,yerleşik kentlilerin gönencinden çalmaları sonucunda giderek yaşanılabilirlik özelliklerini yitiren yerleşmeler…
Cumhuriyet döneminde; 1950’lerden beri köyden kente göç olgusu sürmekte…Bununla birlikte Osmanlı’da da göçler nedeniyle, nüfusun sürekli devinim durumunda olduğu bilinen bir gerçek…Özellikle savaşlarda yitirilen topraklardan gelenler, yoksulluk nedeniyle köylerden taşı toprağı altın İstanbul’a ve diğer büyük kentlere gelenler; Osmanlı döneminde yaşanan göç sorunsalına ilişkin bilinen gerçeklerdir.
Göç sonrası ortaya çıkan gecekondu bölgeleri, varoşlar; kentin çöküntü bölgeleri…Ve genelde insan onuruna ve sağlığına aykırı yaşam alanları…
Bilindiği gibi en zor üretilen ya da üretilmesi olanaksız olan kaynak; TOPRAK ya da yapılaşma için gerekli olan ARSA…Ve bu bağlamda KENTSEL DÖNÜŞÜM kavramı üretildi ve de Batılı büyük ağabeylerce öğretildi AKP iktidarına; bir tür gasp olarak da tanımlayabileceğimiz bu uygulama biçimi…İyileştirme, dönüştürme kandırıkçılığı eşliğinde; kurulmakta her yere şantiye, köşeyi dönmekte rantiye…Kentsel dönüşüm, rantsal bölüşüm projesi eşliğinde; yoksulun konutu elinden alınmakta ya da yaşanabilir bir konuta dönüştürülme sözleri verilerek, çok yüksek bedellerle yeniden yoksul halkın kendisine pazarlanmakta…Sonuçta bu yaşananlar vahşi kapitalizmin dizginlenemez kan emici saldırılarının bir başka türü…
Ve törenlerle ilk kazmalar vurulmaya başladı kentimiz Bursa’ya; sırasıyla İstanbul ve diğer büyük kentlerde de kurbanlık koyun gibi halk başına gelecekleri endişeyle beklemekte…
Bu arada elini taşın altına koymaktan kaçınanlar, başkalarının kendilerini ateşe atmasını bekleyenler ki nam-ı diğer lafla peynir gemisi yürütüp, havanda su döven ucuz kahramanlar…
Ki onlar diyorlar ki en çok 3 ay, en çok 3 ay sonra halk galeyana gelir. Kentsel dönüşümün kazmaları, dozerleri yıkıp, yerle bir edince evlerini; ayaklanır bu halk ve yer bu iktidarın başını…
Bana sorarsanız; işte bu beklentinin adı, bal gibi züğürt tesellisi…Çünkü kentsel dönüşüm geçirecek kentlerin gerçek sahipleri; ayaklanması beklenen bu halk değil ki…
İşte İstanbul…
Beyoğlu yasak bölge…Galata desen öyle… Fatih Çarşamba’yı sel değil ama; yobaz aldı…Eyüp de sırada…Parayı veren düdüğü çalar, İstanbul’u parsel, parsel satın alan Arap; İstanbullu’nun başına daha çok çorap örer…
Tarihi eser, tarihi mahalle; ne anlar Arap ?...Der ki; buraları pek harap…İstanbul sokakları ayyaş masalarından dolayı berbat… Kılınmıyor Taksim’de namaz iki rekat…Burası nasıl İslam memleketi ?...
HÜRRİYET gazetesinin kimliğiyle bütünleşmiş bir söylemdi; TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR…
Kuşkusuz bir zamanlar öyleydi…Ya şimdilerde ya da gelecekte; bu ülke, bu kentler kimin ?...
Kimler Bursa’nın, İstanbul’un gerçek sahipleri ?...Lahmacun kokularıyla, otopark mafyalarıyla, kapkaççılarıyla, marjinal yaşamlarıyla; 70’lerden beri kentleri işgal edenlerin mi ?...
Örneğin; Beyoğlu’nda konuşlanan ırkçı, kan dökücü PKK yandaşı, ulusal birlik karşıtı bölücü derneklerin mi ?...Yoksa uyuşturucu bağımlısı, ayyaşı, kadın satıcısı, bedenini pazarlayan dönmesi, kaldırım yosması diye tanımlanan alt kültür türevlerinin mi ?...
Sıradan halk neredeyse polis kordonu, koruması altında ancak ayak basabiliyor Beyoğlu’na ve ezgiler söyleyemiyor yıllardır; “Beyoğlu’nda gezersin, gözlerini süzersin” diye…
Ya Bursa; çok mu başka İstanbul’dan ?...
90’lı yıllara değin, Bursa’nın İstiklal Caddesi sayılan ALTIPARMAK Caddesi, manolya ağaçlarıyla birlikte, çoktan güvenilirliğini de yitirdi. Bu caddede sıradan yurttaşların akşamın belirli saatlerinden sonra gezebilmesi olanaksız yıllardır; burası da Beyoğlu gibi işgal altında…
Ve İstanbul’daki Fatih, Eyüp semtlerinde olduğu gibi, Bursa’da da dincilerin kurtarılmış bölgeleri var; Emirsultan, Davutkadı, Soğanlı tarikatlarıyla işte orada…
Nedir bu kurtarılmış bölgeler ?...İster ileri, ister geri viteste olsa da demokrasi; şimdilik tedavülde olan ANAYASA’ya göre, insan yerleşmeleri üzerine böyle bir ayrımcılık yasası yok…Herkes, her yerde yaşayabilir; elbette bir diğerini tedirgin etmedikçe, rahatını bozmadıkça…
Oysa ayak basmak olanaklı mı oralara 80’li yıllardan beri ?... Biz gibilerin o semtlerde, o kurtarılmış bölgelerde yaşayabilmesi kesinlikle olanaksız ya da bir mucize !...
Geçtiğimiz günlerde Ayşe ARMAN denen hatunun Fatih Çarşamba’da mini eteğiyle yaptığı gösteriye aldanmayınız…Dünün anlı, şanlı ülkücüleri, Atatürkçüleri bile işyerlerine ATATÜRK’ün fotoğrafını asmaktan korkar oldular… Değil ki kadınlar saldırıya uğramadan dolaşabilsinler bu kurtarılmış bölgelerde…
Kentler kimin sorusuna karşılık vereceğimiz yanıtlardan birisi de ; kentsel dönüşümün yanı sıra, toplumsal dönüşümü de tersine çeviren Takunyalı Vandalların olsa gerek diye son verelim bugünlük sözümüze…Bir sonraki yazımızda da sürdürelim kaygılarımızı içtenlikle…