Kemal ATATÜRK; “Köylü, bu ulusun efendisidir !...” diye bir tanımlama yapmıştı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş yıllarında… O dönemde; “tarım” birinci işkoluydu… Dünya; 1929-1930 yıllarında ekonomik bunalım yaşarken, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti savaştan çıkmasına, Osmanlı’nın borçlarını ödemesine karşın, bu bunalımdan etkilenmeyen belki de tek ülkeydi…Üstelik bu etkilenmeyişi “tarımsal ekonomisi”ne borçluydu… Derken Menderes’in “her mahallede bir milyoner yaratma” düşleriyle, NATO’ya girdik, ABD’nin Marshall yardımlarıyla traktörleştik / tarımda makinalaştık; bu süreç içinde Amerika da ülkemize, içimize girmeye başladı…Bu yakınlaşma, bu içimize giriş; IMF kredileriyle daha bir derinleşti, daha bir güçlendi, bu arada Menderes’in düşleri gerçekleşmek şöyle dursun, öteye bile geçti, her mahallede milyonerlerimiz nedir ki, milyarderlerimiz oldu, ama ülkemize iltica eden, yurttaşlığımıza geçen bir “enflasyon canavarımız” da oldu…
İlle de sanayileşme, bundadır gelişme derken; önce 1.dereceden tarım alanı Yeşil Bursa Ovası saldırıya uğradı, sanayi bölgesine dönüştürüldü…Ardından buğday ambarı Konya Ovası, patates ambarı Adapazarı-Sakarya Ovası, Trakya’nın çeltik tarlaları derken; neredeyse 75 milyona ulaşacak nüfusumuza 75 metrekare ekilecek alan kalmadı…Bu saldırılarla topraklarımız kirletildi, kirletiliyor da… Kuşkusuz topraklar yalnızca atık sularla, kimyasal içerikli sıvılarla kirletilmezler; tarımsal alanlar, barınmak ya da sanayileşmek adına yapılaşmaya açılırsa, kazmalar-kepçeler toprağın bağrına vurulursa, toprağın açılan, yarılan bağrına tohum yerine beton dökülürse; işte o zaman toprak kirlenir, bir daha arıtılamayacak biçimde kirletilmiş olur, bu kirlenmenin ne kimyasal arıtmalarla, ne en güçlü temizlik girişimleriyle arındırılması gerçekleştirilemez…O toprak; tarımsal üretime uygunluk özelliğini, verimliliğini yitirir… Ardından da Manisa köylüsü Başkent’in sokaklarını gözyaşlarıyla süpürür, fındık üreticisi sokağa dökülür, Bursalı zeytin üreticisi kan ağlar ve bugünlerde de hayvancılıkla uğraşan köylümüzün kan ağladığı gibi…
Geçmişte tarımsal üretim devletçe sübvanse edilir, Türkçesi’yle desteklenirdi….IMF kredileriyle Devlet Bütçesi’ni denkleştirme uygulamaları başladığından beri; IMF buyrukları ve de koşullarıyla artık tarımsal üretimi destekleme devri bitti, şimdi köstekleme, tarımsal üretimi sona erdirme devri başladı… Dışa bağımlı sanayileşme, dışa bağımlı ısınma ( petrolden sonra, doğal gaz bağımlılığımız) derken, dışa bağımlı beslenme dönemi başlayacak gibi görünüyor…
“Her şey satılık” anlayışıyla ülkemizi pazara çıkaran egemen güçler; tarıma uygun bir karış toprak bırakmama, tarımsal alanları yapılaşmaya açma girişimlerini hızla sürdürüyorlar, tarımsal topraklarımızı acımasızca kirletiyorlar… Bu süreçte, Kemal ATATÜRK’ün “Bu ulusun efendisi” olarak tanımladığı KÖYLÜ; ne yazık ki KÖLE konumuna getirilmek isteniyor… Dünya küreselleşme bağlamında üst düzeyde gönenç yaşarken, Türkiyemiz daha da sömürgeleşiyor… Ne acıdır ki; KÖYLÜ bu ulusun efendisi değil, ulusumuza başkaları efendilik ediyor, 1920’lerde verilen BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZ’a, KURTULUŞ SAVAŞIMIZ’a karşın… Ve bu süreçte; Atatürk’ün partisiyiz diye ortalıkta gezenler de muhalefet yerine, muhabbet derdindeler… Lekeci Sezen’in şarkısıyla hep bir ağızdan diyelim onlara: - Hadi bakalım kolay gelsin…