Oyları döner, döner sayarlar da...Bu ülkede kaç tane ağaç kaldı diye hiç kaygı duymazlar, ülkenin ağaç envanterini çıkarmazlar,ağaçları hiç saymazlar...
Hem sayısal olarak hem de değer vermek anlamında; ağaçları hiç saymazlar.
Oysa Osmanlı'nın simgesi bile "yalnızca Anadolu Kartalı değil" Çınar Ağacı idi, nedense bunu ya bilmezler, ya da bilmezden gelirler. Buna karşın ülkemizde çok değerli bir insan; neredeyse yaşı da "asırlık çınarlar" gibi yüzyıllık olmak üzere... O çok özel bir yurtdaşımız; kısa adı TEMA olan Türkiye Erzoyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca...Anadolu halkının kendisine verdiği adla; EROZYON DEDE...Nasıl da değer verir ormanlarımıza, ağaçlarımıza; onu da örnek almazlar.
Bursa'da 1994 yılında onu tanıdığımda yaşı 70'di ama bu dünyada yapacak işi bitmemiş, pamuk saçlı ve sakallı, tonton görünüşlü bir dedeydi.Onca yıl geçmesine karşın...Hep sorarım kendime; "O değerli insan gerçekten de dede mi?" diye...Onun başardıklarını, gencim diyen kaç kişi başardı ya da başarabilir, bir düşünsenize...
Adım, adım Anadolu'yu gezip, nerede erozyon tehlikesi var, nerede ağaçlar geçmiş yıllara göre azalma ya da artma gösteriyor?...İşte bu konular yaşamı boyunca Erozyon Dede'yi ilgilendiren ve kaygılandıran konular olmuş.
Kurucu üyesi ve başkanı olduğu TEMA'nın amacını şöyle açıklamışdı o günlerde:
-Ülkemizde doğal varlıkların ve sağlığın korunması, erozyonla mücadele, toprak örtüsü ile toprağın korunması ve ağaçlandırmanın önemi konusunda kamuoyunun eğitimi ve bilgilendirilmesi, bu alanda milli politikaların oluşturulmasına yardımcı olmak ve bu esaslardan ödün verilmemesi için mücadele etmek...Ağaç ve orman sevgisini topluma mal etmek...Doğal varlıkların, insan sağlığının, yeşil alanların, toprak ve toprak örtüsünün, ormanların korunması, geliştirilmesi ve yenilerinin tesis edilmesini sağlamak için faaliyette bulunmak...
Erozyon Dede; TEMA'yı oluştururken, Anayasamız'ın 44. maddesinde yer alan hükmün gereğince yerine getirilmediğinden yola çıkmış.
Bilindiği gibi Anayasamız'ın 44. maddesi; "devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek,erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır" biçiminde düzenlenmişdir.
Bu bağlamda Erozyon Dedi diyordu ki:
-Devlet Anayasamız'ın 44.maddesinde yer alan hükme göre önlemler almadığında ne olur biliyor musunuz?...Milli felaket olur. Tıpkı enflasyon gibi, PKK gibi...Medeniyet götürülürken, toprak feda ediliyor.
Ve şöyle sürdürmüşdü açıklamalarını Erozyon Dede:
-NASA'nın 1985'de yaptığı araştırmaya göre, Türkiye çöl olacak. Gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?...Bir kez daha düşünün.1977'de Nairobi'de toplanan BM Dünya Çölleşme Haritası'nda Türkiye'nin yüzde 25'i çöl olacak deniyordu. Oysa bugün Türkiye'nin yüzde 40'ı çöldür. Rio'daki DATA Merkezi'nden geçen yıl (1993 yılı için) Çevre Bakanımız'ın getirdiği bilgilere göre 2015'de Türkiye'nin yüzde 85'i çöl olacak deniliyor.
Günümüzden yaklaşık 25 yıl öncesinde Sayın Hayrettin Karaca'nın ya da nam-ı diğer Erozyon Dede'nin bu açıklamalarını anımsayınca...Onun endişelerinde ne denli haklı olduğunu görüyoruz.Üstelik bunca uyarılara, kaygılara karşın; ormanlara, ağaçlara, tarım topraklarına meralara uzanan saldırgan eller hiç durmuyor. Her gün daha çok, daha çok istiyorlar; gökdelenler dikmek, AVM'ler açmak için "Anayasamız'ın 44. maddesindeki hükümlere aldırmaksızın" kamusal varlıklarımıza, özkaynaklarımıza saldırıyorlar.
Sandıkdan çıkamayacaklarını bile, bile oyları sayıyorlar ama giderek çölleşen,çölleşme nedeniyle de ılıman iklim kuşağından, tropikal iklim kuşağı özelliklerine dönüşen ülkemizde kalan ağaçları saymak gerektiğini hiç düşünmüyorlar.Üstelik ağaçlar azaldıkça, artan erozyon tehlikesi,sellere kapılıp giden topraklarımız, bazen de insanlarımız ya da telef olan hayvan varlıklarımız umurlarında bile değil...Oysa sellere kapılıp giden, erozyonla yok olan; Anadolumuz'un bereketli topraklarıdır.Onların üzerinde; yapılar, konutlar yerine ağaçlar dikili olsa...En önemli özkaynaklarımız, doğal varlıklarımız; yağmurda sellere kapılıp, denizlere sürüklenip gitmeyecek, çamuruna ve balçığına katıp, karıştırıp da insanları, hayvanları ölüme götürmeyecek...
Üstelik 1935 yılından beri Türkiye'de erozyon tehlikesinin tartışıldığı bilinen bir gerçek...Ve yine 1955 yılında Türkiye Tabiatını Koruma Derneği kurulmasına, ülkemiz için en büyük tehlike olarak erozyon sorunu ilk sıraya konulmasına karşın, ne yazık ki ormanlara saldırılar durmuyor. Ormanlar yakılarak, kesilerek; her geçen yılla birlikte,daha da azalıyor.
Erozyon Dede'nin pek çok yerde gerçekleşen konuşmalarından anımsadığım kadarıyla, şöyle derdi:
-Ben Katolik nikahı ile nikahlandım erozyonla...Bilirsiniz katolikler bir evlendiler mi, hiç boşanamazlar. Bu nikah nedeniyle Anadolu halkı ve özellikle de çocuklar bana Erozyon Dede diyorlar.
Yine Erozyon Dede Hayrettin Karaca'nın bu uyarısı her an aklımdadır, her an belleğimdedir onca geçen yıllar boyunca:
-Yokluk içinde bir İstiklal Savaşı kazanmışız. Enflasyona rağmen PKK'yı da çözeriz.Ama erozyonla yitirdiğimiz topraklarımızın ardından, kentlere yönelen göçü engelleyemeyiz...
Yıllar sonra neden mi düşüverdi usuma , anılarımdan geliverdi bugünüme Erozyon Dede?...
İnatla oy sayımıyla geçen, boşa geçen günler...Buna karşın sebze pazarlarında "fahiş" fiyatlarla satılan ürünler...Üstelik de hem satılan ürün çeşitliliği azalmış, hem de pazarlara kurulan tezgahların çoğu kalkmış...Pazarda dolaşanların sayısı da, her hafta kurulan sebze meyve pazarına "düzenli olarak" gelenlerin sayısı da azalmış.
Günümüzden 25 yıl öncesinde TEMA toplantıları bağlamında Erozyon Dede'nin dile getirdiği konular onun öngörüleri, varsayımları; nasıl da gerçekleşmiş de...Ne yönetenlerin, ne de yönetilenlerin; aklının işi bile değil "neden geldi bunlar başımıza?" diye düşünmek, sormak, sorgulamak...
Onlar yalnızca oyları saysınlar, halkın iradesini de yok saysınlar...
Ne yazık ki erozyon; yalnızca doğamızda değil, demokrasimizde de...Bakalım daha başımıza neler gele?...