Karar veremedim bir türlü; Esop mu, yoksa La Fontaine mi olacağıma ?... Çünkü masallar düşmekte dilime; ama masallardaki olaylar gerçekleşmekte hayvanlar aleminde… İşte ben bu nedenle karar veremedim hala kimliğime; Esop mu, La Fontaine mi olmalıyım diye… En iyisi aksın masalımız yazıya; sonra gelir sıra yazı, turaya, karışmayız işine; canı isteyen masalcı gelsin buraya…
Bir zamanlar dağlara, ovalara söz geçiren kurt; gel zaman, git zaman kocamış, olmuş köpeğin maskarası…Bir de arsızca geçmiş karşısına; karga marsığı… Bir türlü kapanmıyormuş gagası…Çatlak sesinde özerklik nakaratı…En sonunda sabrı taşan Kurt; başlamış söze:
-Sen bir kara kargasın, seni kandıransa kurnaz tilki…Sanma ki giydirecek sana hükümdarlık koltuğunda samur kürkü… İşi bittiğinde sıyırıp alacak; sırtındaki kara kılı, tüyü… Ağzında tuttuğun kurtlu peynire kanıp da…Sanma ki bağışlayacak sana mandıra… Kandıra, kandıra edecek seni düşman… Domuzdan, ayıdan, aslandan seni koruyan şu kocamış bozkurda…
Dese de vereceğim sana ganimetten parsa…Parçalayacağım koca çınardan büyücek bir arsa… Gönderse de seni kursa; altın kafesteki bülbül gibi öteceksin umuduyla… Bilesin ki işleri bittiğinde; senden de kalmayacak geriye ne cibre, ne posa…
İşte önünde komşu ağaçlara konan kuşlar…İşte savaşta nesli tükenen Libyalı taklacı güvercin… Ve Mısır’ın aynakları da komşusu taklacılar gibi kefenleri çoktan giydi… Suriye’nin kukumavları kaç yıldır perişan; iyicesine düşüncelere daldı… Irak’ın yedikardeşleri desen konacak dal bulamadığından kendini çöllere saldı…
Üstelik bir bildiği olmalı tombul serçe ablanın; akiller, sakiller dolaşırken dur, durak bilmeden senin peşinde…O sıvışıverdi; kendi dalına…Karışmadı ne nalına, ne mıhına… Katılmadı senin söylediğin şarkıya…Hiç düşündün mü acaba neden ?...
Ki o akiller; bit, pire, kene senin peşinde…Ve hatta tahta kurusu…
Ama ne oldu ?... Üzerlerine sıkılıverdi DDT…
Ki onlar uğramışlar bir illete; çoğu umarsız…Karşılarında da pek keyifli bir akbaba; arsız, hırsız…
Bak tombul serçe hala nasıl da sessiz…Kurnaz tilkinin var ya bir de kartalı… Kimbilir hangi plan gereği; işte o kartalla uçmuştur haber posta güvercinsiz, dallarında misafir ettikleri ebabil kuşundan… Ve de fısıldamıştır o kartal tombulun kulağına; haber versin diğer sufi kuşlarına da…Konmasınlar başka dallara; kanıp da rüşvet niyetine verilecek yemlere, darılara, buğdaylara…Gelen haberde denmiştir ki:
- Yok bu işte keramet…Bu gidişle kopar kıyamet…Çünkü akbabalar; tilkinin, çakalın sırasını beklemez oldular…Demekteler illa ki yalnızca bizedir ziyafet…Bu gidişat değildir iyiye alamet… Sen kendini sakla ve böylece akla…Ağzından çıkmasın bir daha bakla; iki cihanda da lekeli makamında… Bakarsın akbabalara karşı bozkurtlarla çıkarız ava…Yeni oluşumlara gelecektir sıra…Az sabırla bekle…
İşte böyle, böyledir durum karakarga kardeş…Sen de avlanırsan kafana göre; akbabalar bırakmaz yerde senden de bir parça leş… Hele ki kurnaz tilki tam kalleş; kendi kartalını kondurmak varken, sen gibi marsığı neden kondursun şu ulu çınara ?… Ki o ulu çınarın dallarını paylaştırmaya gelince sıra; domuz, aslan ve en başta tilki bilmelisin ki diyecekler sana; “sen şöyle çekil bakalım bir kenara”… Ola ki gaklayacak olursan öfkeyle; benzetirler akibetini Libyalı “taklacı güvercin”e, Mısırlı “aynak”a, Iraklı “yedikardeş”e ve Suriyeli “kukumav”a… En iyisi mi sen, tükenmeden neslin; edepli, edepli otur dur, tünediğin dalda…Sabrı taşan bozkurt bir öfkelenirse; koparır o kara kafanı bir ısırıkta…
Sen, sen ol; bu masalcıyı bir yol dinle karga kardeş... Ki o bozkurt bu topraklara ne kadar çok gömdü leş…