Biz insanlar ne duvarlar gördük, ne duvarlar ördük; korunmak adına, yasaklar adına… Musa’nın çocukları bağlamındaysa, günahlar için ağlamak adına…Taşlardan, tuğlalardan, betonlardan, demirlerden, çeliklerden duvarlar…Ve en sonunda ördüğümüz bu duvarları yıktık; şu sanal duvarlarla…
Sanal duvarlar; iletişim çağı olarak da adlandırılan, tanımlanan 21. yüzyılın görünmez duvarları, ama bizleri herkese gösteren… Beynimizi, benliğimizi, bilincimizi zaman ve mekan kavramı olmaksızın sanal ortamda herkese sergileyen…Röntgenin x-ray ışınlarından da ayrıntılı olarak içimizi, dışımızı ilgili, ilgisiz herkese gösteren sanal duvarlar… Yaşamımızda artık sanal duvarlar var…Ve sanal duvarlarla birlikte, sanal yazın da var. Nasıl ki geçmişte TOSUN yazını vardı; günümüzde de artık sanal duvar yazını var…
Gerçek ortamdaki duvarları yıksa da insan soyu, sanal ortamda yaşamımıza dikilen, yaşamımıza sokulan, yaşamımızın parçası olan bir sanal duvara yazmış adamın biri; “Bir kadına kıyafetinden çok, hanımefendilik yakışır” diye… Niye ?... Niye yazmış ki böyle ?... Giysilere, değişik giyinmeye düşkün; sevgilisi, eşi, kız arkadaşı var da onun para saçmasından yıldığı için mi yoksa böyle birisi olabilirse yaşamında diye önceden önlemini almak için midir bu paylaşım ?...
İnsanlık ve özellikle de kadınlık; erkek türünün ürettiği TTD’de (tüketim toplum düzeni olarak ayrıştırabilirsiniz) oyuncak olduktan, sağaltımı olanaksız alış-veriş sayrılığına kapıldıktan sonra kim kulak verir ki böylesi sözleri yazan adama ?... Hangi kadın yanına yaklaşır, yanaşır ki böyle düşünen bir erkeğin şu çılgın tüketim toplumunda?...
Bir başka adam da yazmış; “Şeker küpü olarak doğdum, sonra neşe küpü oldum, bir zaman sonra da zeka küpü, şimdilerde sinir küpü gibiyim, sonumdan endişeliyim. “
Ben şimdi bu adama ne derim ?...
-Sayın Bay KÜP; haline şükret…Hasbelkader kadın olsaydın; CİLVE KÜPÜ olabilirdin…Ama cilve küpü olmanın da olumsuz yanı; işte böyle sen gibi sinir küpü bir adamla yaşamak zorunda kalırdın ki…Sen en iyisi; sinir küpü olmaya devam et…En fazla; çatlarsın be kardeşim…
Sanal duvarlardan söz ediyoruz artık yaşamımız da sıkça, sıklıkla; sanalda yaşamak olarak algılanabilir, sanılabilir ya da özetlenebilir 21. yüzyıla özgü bu yaşam tarzımız ki kısaca ve copy paste living tadında… Türkçe mealiyle; kopyala yapıştır yaşamlar…Ve sonrasındaysa; like or unlike…You are free…Olsa da saçların gri…Artık yalnızca kaderinin, yazgının, feleğin değil; sanal yaşamın da elinde oyuncaksın…
İşte bir başka yazı daha sanal duvarlardan; belli ki yazan bir erkek ve türü de çapkından, hovardadan… Üstelik yazıyı yazan, üşenmemiş sanki bir istatistik yapmış, varsıl ve ünlü ve de yaşları birazcık geçkince erkekler piyasasından…Diyor ki bizim gariban; “57 yaşındaki Ali Ağaoğlu’nun 20 yaşında sevgilisi var… 72 yaşındaki Halis Toprak’ın 18 yaşında karısı var… 63 yaşındaki, Aziz Yıldırım’ın yeni karısı 24 yaşında…75 yaşındaki Aydın Doğan’ın sevgilisi 26 yaşında…BENİM NİYE SEVGİLİM YOK diye üzülmeyin. Her şey para değil. Bunun tek sebebi olabilir. Sizin sevgiliniz henüz dünyaya gelmemiştir.”
Şimdi bu sözlere ben; ne yazabilirdim acaba ?...
Bana göre, bence, siz çok sayın erkekler; bu gariban gibi kendinizi teselli edeceğinize ve doğacak sevgilinizi düşleyeceğinize hiç boş durmayın; sürekli para kazanmaya bakın…Gerekirse yemeyin, içmeyin parayı saklayın….İleride “ki bugünlerde henüz doğmamış” sevgilinizi satın alabilmek için para kazanmak yetmeyecek sizlere…Nasılsa varlıklı olduğunuz yaşlarda, bedensel becerileriniz bağlamında yoksulluğa düşeceğinize göre, doğaldır ki yalnızca sevgilinizin değil, onun jigolosunun da masraflarını üstelenmeniz gerekeceğinden…Siz en iyisi mi bugünlerden, o günlere değin; sıkı para politikası uygulayın…
Hani şu Amerikalılar’ın, “bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” sözleriyle, günümüze ilişkin öngörülerde bulunan Andy Warholl’u var ya işte bizler sanki onun “gösteri toplumu” üyeleri gibiyiz…Herkes sahnede ki günümüzde sahne; sanal ortam, sanal duvar… Koltuklarda oturup da sahnedekileri alkışlayan seyirci; hiç kalmadı desek yeri…
Bir de yakınıyoruz; George ORWELL’ın 1984 romanının öyküsü (ya da kitaptan uyarlanan filminin kurgusu) gerçek oldu, “big brother; bizi gözetliyor” diye… Oysa içimizi, tinimizi, tenimizi gönüllülükle açıyoruz; DEEP BLUE Hazretleri’ne… Ve kuşkusuz tüketim toplumunun, üstelik de teşhirci düzeninde; gönüllü teşhirciliğimizle ve teslimiyetçiliğimizle , savunmasız kalıyoruz… Ve yapayalnız, kendin söyle, kendin dinle, çok sesli, çok yanıtsız sanallığında, sığlığında…
Doğaldır ki insan soyu; yalnızca gerçek ya da sanal ortamda ilişkiler ağı kurmakla birlikte çelişkiler yumağı da oluşturmakta…Sonuçta sayrılık olarak görülen bu durumları anlamak, irdelemek ve çözümlemek için kitaplar yazılıyor…Bu sayrılığın pençesinde ızdırap çekenlerin derdine deva ya da uyarı anlamında kitaplar yazılıyor; sanal duvarlara benliğini afişe eden, benliğinin posterini asan çağımızın insanına ilişkin…Onları irdeleyen, onları çözümlemeye çalışan ve de ironiyle eleştiren kitaplar yazılıyor… Sanallığa, sanal duvarlar neden bu denli yapışıp kalmaktayız diye kafa yoranlara, merakla soranlara işte birkaç kitap önerisi…Okuyun, düşünün, gülün, kendinizi bulun satırların arasında… İşte bu kitaplardan ilki; DİKİZLEME GÜNLÜĞÜ…Hal Medzviecki yazmış… Ve Hal’in; yine bu hallerimizi anlatan bir başka kitabı: BEN ÖZELİM…
Yetmez derseniz; bir başka kitap daha… O da bu durumlarımızı anlamanıza alt yapı oluşturabilecek nitelikte çok bilinen bir kitap: PANOPTİKON Gözün İktidarı… Yazarları birazcık kalabalık; Jeremy Bentham, Catherine Pease-Watkin ve birkaç kişi daha…
Hani şu küreselleşme kavramının üç saç ayağı var ya; küresel ekonomi, küresel kültür, küresel medya…İşte sanal duvarlarda kendimizi teşhir etme oyununda anlaşılacağı üzere; yine ipler küresel efendilerin elinde…
Neyse; girmeden kuramsal ya da yorumsal tartışmalarla küreselleşme düzenine…İşte kitaplar; ilgi duyanlara da iyi okumalar…