Kapıyı açan eşi Hüseyin’in perişan yüz ifadesinden, yapabileceğinin en kötüsünü yaptığını anlamıştı. Hüseyin hiçbir şey anlatmasa da, bir süredir ağabeyleriyle sıklaşan görüşmelerden, kadın hissiyatıyla anlayacağını anlamış ama Hüseyin’i durduramamıştı.
O gece büyük ağabeyi telefonla aradı. Kız kardeşlerinin öldürüldüğünü, cenazesini memlekete götüreceklerini, ertesi gün de defnedileceğini söyledi. Sabah erkenden otobüse binip memleketine hareket etti. Terminalde karşılayan ağabeyleri sırtını sıvazlayıp “yüzümüzü düşürmedin” türünden beylik laflarla Hüseyin’i onore ettiler.
Cenaze defnedilir defnedilmez büyük ağabey soruşturmanın kendilerine yönelmesinden korkarak hemen kardeşini ihbar etti. Hüseyin o yıllarda yürürlükteki TCK’na göre en ağır cezayı aldı. Tam yirmi yıl. Ne yargılama sırasında, ne yattığı ilk iki yılda en ufak bir pişmanlık göstermedi. Yine olsa yine yaparım deyip durdu.
Fakat yıllar geçip hem kendisi hem de düşünceleri olgunlaştıkça “iyi ki yapmışım” dayılanmaları “buna hakkım yoktu” olarak değişmişti.
Hüseyin 8 yıl sonra tahliye oldu. Cezaevindeyken yıllarca görüştüğü ve iyi dost olduğu avukatıyla zaman zaman bir araya gelir, konuşurlar, tartışırlar, birlikte bir şeyler yer içerlerdi. Yine böyle bir gün avukatı sordu: Ağabeylerinle görüşüyor musun? sorusunu “Hayır görüşmüyorum” diye cevapladı. Avukat, “Ağabeylerin dosyanda ihbarcı göründüğü için kızgın olabilir misin?”
Hayır, Bu konuyu yıllarca düşündüm. O kadar çok zamanım oldu ki… Aslında kendilerini kurtarmaları için ben de onların ihbarcı görünmesini isterdim, sorun bu değildi. Bildiğin gibi o yıllarda ben çok gençtim ve yetiştirildiğim Anadolu ortamında kulaktan dolma edindiğim dini bilgilerle, ablamın namus gerekçesiyle ölmesi gerektiğini düşünüyordum. Buna dini bir dayanak da vardı; “katli vaciptir.” Tüm bunlar o günkü şartlarda bana dikte edilen şeylerdi.
Aynı durumda şu an bir kardeşim veya çocuklarımdan birisi veya bir genç böyle bir şey için bana gelse, ben kesinlikle böyle bir şey yapmamasını, bunu Allah’ın asla affetmeyeceğini söylerim. Bununla da kalmam, aile bireylerini uyarırım, gerekirse polise savcıya ihbar ederim. Hatta benzer bir durumda bir arkadaşıma engel oldum. Yıllar sonra bana teşekkür etti.
O zamanlar ben ilahiyat okuyordum ama büyük ağabeyim çoktan mezundu, din adamı olarak atama bekliyordu. Yani bu konuları benden çok daha iyi biliyordu ve ben ondan çok etkileniyordum. Olay öncesinde memlekette buluşmuş, konuşmuştuk. Aslında abilerim benim azmettiricimdir. Bilhassa büyük ağabeyim. Bu cinayetin gerekli ve hatta ablamın katlinin vacip olduğunu, yani Allah’ın emri olduğunu söylüyordu. Ben de bu sözlerin etkisinde bu eylemi planlayarak yaptım, hatta büyük ağabeyimle olaydan sonra gizlice Eskişehir’de görüştüm.
Büyük ağabeyim bana böyle bir şeyin gerekli olduğunu, aileme bakacağını, zaten fazla ceza almayacağımı, sık sık af çıktığından kısa sürede cezaevinden çıkacağımı söyledi. O’na karşı bütün kızgınlığımın temelinde bu yatmaktadır.
Bugün töre cinayetlerinin temelinde bir toplum baskısı olduğu gibi yoğun bir dini baskı da vardır. Aslında din böyle bir şeyi emretmez. Ola ki şeriat ülkesinde dahi böyle bir şey olduğu zaman Kur’an bunu engelleyebilmek için çok ağır şartlar getirmiş, hatta imkansız hale dönüştürmüştür. Zina nedeniyle cezalandırılabilmesi kadınla erkeğin zina yaparken pornografik bir film seyreder gibi açıkça görebilmesini, hatta bunun en az 4 tanık tarafından izlenmesini ister.
Bunu daha sonraki yıllarda Kur’an’ı defalarca okuyarak, inceleyerek, başkalarının söylediği saçmalıkları bir kenara bırakarak farkına vardım. Bu noktaya gelmem hiç kolay olmadı. Bizim toplumumuzda kulaktan dolma bir İslam kültürü vardır. Mezhepsel ayrılıklar, cemaatler, tarikatlar… vs insanlara aptal muamelesi yaparlar. Sizler Kur’an’ı okuyunca anlamazsınız derler.
Yüzyıllardır Türklerin İslam’a girmesi ile beraber törenin kaynağına din büyük etki etmiştir. Hatta din, törenin önüne geçmiştir. İnsanların refahı, mutluluğu. huzuru için gelmiş bir din, insanların hunharca öldürülmesine alet edilmiştir,
Yani bütün kızgınlığım, bütün dargınlığım aslında bu yüzdendir.
Katkıda bulunan : Mustafa KARAGÖZ
Yalnız Ölen mi Kurban? – 3 – Koridor Hikayeleri