Kaçış yok; kesinlikle bir “günah keçisi” yaratılacak, saldırılacak bir düşman gösterilecek…
Hitler de öyle yapmadı mı?… Musa’nın çocuklarını hedef göstererek; “İşte bunlar; sizin işsiz kalmanızın nedenidir” diyerek Yahudiler’in yok edilmesi için gerekli ortamı oluşturmadı mı?…Ve Yahudiler’i yok ederek; iktidarını sağlamlaştırıp, Dünya’yı ele geçirme düşleri kurmadı mı?…
Bilindiği gibi; insanların iki temel içgüdüsü vardır:Yaşatma içgüdüsü ve öldürme içgüdüsü…
Öldürme içgüdüsüyle kuşkusuz insan; her önüne geleni öldürmez ama insanlara düşmanlık duyar, onlardan nefret eder, saldırganlık eğilimi gösterir.
Ve yaşatma içgüdüsüyle de; sever, merhamet eder, korur, kollar…
İşte AKDÜZEN’i koruyup, kollamak için de; düşmanlar yaratılmakta, “içgüdüleriyle tutum ve davranışlarını sergileyen” egemenler tarafından… Üstelik de yalnızca dışdan, dışarıdan değil; içden, içeriden düşmanlar yaratılmakta, kamusal düzeyde yandaş taifesinin öldürme içgüdülerinin doyuma ulaştırılması bağlamında…Ki onların yaşatma içgüdülerinin dışa vurumu yönelik olsun; yalnızca ve yalnızca iktidara, güce, otoriteye, yetkeye…
Bugünlerde AKDÜZEN’de; yeni bir günah keçisi, yeni bir düşman yaratma operasyonu/işlemi yapılıyor. Üstelik de sessizce ve sinsice değil; bangır, bangır…Gürültülü, sancılı, salyalı, sümüklü, ağlamaklı… Bu operasyonun yarattığı günah keçisi, bilindiği gibi; Başbakanlık koltuğunda “temsili olarak” oturan Ahmet Davutoğlu ya da nam-ı diğer David Efendi… Garibin; Tayyiban’ın gazabından korunmasına, hekim olan zevcesinin okuyup, üflemeleri kar etmedi…Bir de bu nisa; bilimsel araştırmalar sonucu bulunan sağaltım yöntemlerini ve ilaçları kullanmak yerine, okuyup üflemeli tedavi yöntemleri tavsiye etmişti hastalarına… Vay haline bu nisanın sözlerine kananın!…
Ki bunlar da gözardı edilmemesi gereken çetrefilli konular da…Neyse biz dönelim asli konumuza, sapmayalım tali yollara…
Bugünlerde iktidarın selameti, bekası için üretilen, türetilen, yaratılan son düşman ya da günah keçisidir; Davutoğlu… Ondan önceki düşman; Paralel yapı… Ve evveli, ezeli, forever düşman, en bilindik günah keçisi; elbette ki ve de bittabiiki Laik kimlikli ve de kılıklı cümle insan…
Eğitimli köpekler; “saldır” diye gösterilen hedefe nasıl koşar ve saldırır, ısırır, parçalar, paralar hani ya…Bugün Davutoğlu, dün Paralel yapı ve sürekli, her zaman Laik kitleye yapıldıkça saldırılar…İktidarda olanlar için; halkın ya da Ümmet-i Tayyiban’ın öldürme içgüsünü doyuracak düşman seçilmiş, günah keçisi tanımlanmış, ölümcül duyguların ışınlanacağı hedef bulunmuş demektir. Artık yaşatma içgüdüsüyle; Ümmet-i Tayyiban, İktidardaki gücü koşulsuz sever, sorgulamaz, yargılamaz, korur, kollar, yaşatır.
Üstelik bu sevgi ortamını yaşatmak, sürdürülebilirliğini sağlamak için de Laikler’in varlığını korumak önkoşuldur. Çünkü Laiklik ilkesi olmazsa, Laikler yaşatılmazsa; “günah keçisi” bulma sorunu yaşanır.
Öldürme içgüdüsü; doyuma ulaşmış, günah keçisi olarak belirlenen hedefe sövgüler düzülmüş, yeri gelmiş düşman dövülmüş, örselenmiş ve belki de son aşamada öldürülmüş…Aman ne güzel!… Ayaktopu maçında, karşı takımın taraftarıyla kapışır gibi; kus öfkeni, hırsını, kinini…Sonra?… Sonrasında egemen güç sesleniyor işte:
Sen yaşatma içgüdünün yansıttığı ne varsa; yalnızca bana ver…Bana, iktidara, AKDÜZEN’e, Tayyiban’a… Ben ki AKDÜZEN’in yaratıcısı, kurucusu, koruyucusu, kullanıcısı; sen ey Ümmet-i Tayyiban !… Tapın bana !…
İşte bu kadar; günah keçisi sorunu çözüldükten sonra,artık yaşatma içgüdüsünün yönlendirileceği tek bir hedef var; AKDÜZEN’in başındaki zat-ı muhterem…
Onun korunup, kollanması, yaşatılması, iktidarının sağlamlaştırılması böylece çok daha kolay… Çünkü eğitimli köpeklerin saldırması için hedef gösterildi. Bugünlerde Davutoğlu… Dün Paralel… Tüm zamanlarda; Laikler…
Ne zor iş; şu Akbabalar’ın Koca Çınar’da tünemesi, yaratılmayınca bir günah keçisi…Gerçekten de zor iş, çok zor iş…