Önce DOĞA ile barışmalı İNSAN…Sonra KADIN ile barışmalı ERKEK…Ve gem vurulmalı doyumsuz hırslara, son verilmeli sömürülere
Tamamlandığında bu koşullar; görün bakın DÜNYA her gün BARIŞ GÜNÜ’nü ne güzel yaşar
Darbe defedildi; FETOŞ’un fişi çekildi…Sırada IŞİD/DAEŞ, YPG/PKK… ASKER; SÜNGÜ TAK !… Ve sonra;ümmet-i Tayyiban OYUNU AKP’YE AT!
Ve bunca mücadele, bunca savaş boşa gitmesin diye; tez günde bir seçim dönemi gelir mi yakında?…Aklıma takıldı da…
Doğa’yı seviyoruz üzerine söylemler…Ve Doğa’nın doğurduğu çocuklarını da… Ve de en uzağımızdaki yabanından, en yakınımızda duranına değin Doğa’da varolan her türü, her canlıyı seviyoruz…Çünkü onların varlığı; varoluşumuzun güvencesi ve yaşamımızın sürdürülebilirliği için Doğa’daki türlerden birisi olan İNSAN; bunu çok iyi bilmeli…
Ve onların da yaşamlarını sürdürmelerini gerçekten istemeli; tek bir canlı türü yok olup, gitmemeli bu gezegenden diyerek…
Bu gerçeği bile,bile ve özellikle de anlam veremiyorum nedense Doğa’nın çocuklarını canından sıyırıp,soymaya;tenine, kürküne bürünmek için onlara kıymak, katletmek, katil olmak… Tüyleri, kürkleri için; devekuşuna, tavus kuşuna, timsaha, tilkiye, vaşaka, samura…Hele ki anasının karnındaki astragan için; hem anasına, hem de yavrusuna…
Bu canların soyup da derilerini/tüylerini/kürklerini ve bürünmek onlara… Acaba bu tutum ve davranış neyin göstergesi ?.
Üstün saydığımız için onlardan kendimizi; Doğa’nın efendiliğinin mi?…
Bir diğerimize kanıtlamak istediğimiz gücün, varsıllığın mı yoksa bastırılmış hayvansallığımızın mı dışa vurumu?…
Hayvanların kürküne bürünmeğe özenmenin ardında yatan hayvansal içgüdüler mi gizli bu eylemlerde?…
Böyle tüylü postlara bürünüp, gösterişli bir durumu sergilediği sanrısı, yanılgısı hangi “uygar” insana yaraşır?…
Bizler kürk mantosuz olmalı (m)adamlar diye düşledikçe, düşündükçe ???… ÖZELLİKLE DE 1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’NDE…Ne yazık ki katliamlar sürüyor her gün giderek daha da artan ivmede ve şiddetde…
Magdalı Meryem ya da dansöz Leyla Sayar…Yapıverdi mi kendine bir ayar; kutsal olan onu anında bağrına basar.
İster ol aşifte, ister ol yosma, oynak…Yeter ki olmasın sende şeytani tırnak ki elbette bir de kafa kaldıran, erkeğe karşı duran kişilik…
Yalnızca erkeklerin kullanımına sunulmuş olmalı dişilik…Çünkü onlar kafası kopuk kadın seviyorlar; kafasız, beyinsiz, güdülecek koyun…
Yok ille de kafa kaldıracağım derse kadın;baltayla koparılacaktır boyun… Neylersin; binlerce yıldır böyle oynana gelmektedir bu kanlı oyun…
Hiç değilse bir günlüğüne durun; 1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’nün onuruna !…
1 Eylül DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’nde, Önderin ATATÜRK gibi; Tüm insanlığa BARIŞ dile!..
Gerçeğe dönüşsün; YURTDA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ sözleri… BARIŞ; tüm insanların olsun yaşam ilkesi…
Ama ne yazık ki; Nazım’ın KÜÇÜK KIZI
Dolaşıyor kapı, kapı;yorgun…
Bir İMZA veremediler henüz…
Bu yıl da; Dünya BARIŞ’tan yoksun…
BARIŞ sözcüğü söylendiğinde; önceleri BARIŞ Manço, şimdilerde BARIŞ Akarsu geliyor insanların usuna..
BARIŞ harcanıyor; tüketim toplumunda doyumsuzca “çıkar” için… Oysa gönül vermese insanlık bu denli sömürü düzeninin parasına, kulak verse Doğa’nın giderek daha da kanayan yarasına…
Kırgın, küskün DÜNYA / DOĞA; işte o an bizlerle barışacak Yağmurun bereketi toprağımıza karışacak
Ama ne gezer; her şey düş, her şey boş Düzenin insanı; azla yetinmiyor… Daha çoğu için ille de birbiriyle yarışacak
DOĞA ile barışmadıkça insan;bu gidişle dökülecek çok kan İçilebilir bir yudum SU için…Bir lokma ekmeklik BUĞDAY için… Yaşanabilir bir karış TOPRAK için… Solunabilir temiz HAVA için…
Daha çok çalacak kapıları NAZIM’ın KÜÇÜK KIZI
Değil Hiroşima’dan günümüze
Seslenecek umutların tümüyle tükeneceği karanlık bir geleceğe: Teyze, amca bir İMZA ver!…
Çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsinler!…
BU ÜLKEDE,DÜNYA KADINLAR GÜNÜ DENİR; PKK’LI KADINLAR DÖKÜLÜR SOKAKLARA… DÜNYA BARIŞ GÜNÜ DENİR; YİNE PKK’LILAR SOKAKTA…
SANKİ II.DÜNYA SAVAŞI’NI SONLANDIRAN BOMBA ONLARIN ÜZERİNE ATILMIŞ, SANKİ HİTLER’E KARŞI PKK SAVAŞMIŞ…
VE…VE…VE ASLINDA VİETNAM SAVAŞI’NDA DA AMERİKA’YI VİETKONG DEĞİL, PKK’LI YAVŞAKLAR YENMİŞTİ de sizlerin bilgisi yok…
Darbe girişiminin ardından birileri demokrasi davulları çalsa da ülkede genel durum pek içaçıcı değil.Genç işsizliği giderek artarken ve üniversitelerin açılması yaklaşırken; gençlik umutsuz, geleceğine güvenemiyor…Yıl sonu yaklaşıyor; memur, emekli geçinememe endişesiyle yapılacak zamları düşünüyor.
Esnaf, zanaatkar; kaygılı, beklediği verimi alamıyor, üretim düşüyor…Üretim düştükçe; işyerleri, işçilerinin sayısını azaltıyor.
Dolayısıyla ülke genelinde yaşayanlarımız ki onlar nüfusumuzu oluşturan unsurlar, giderek mutsuzlaşıyor.
Bir başka deyişle insan kaynaklarımız; mutsuz oldukları gibi, bir de umutsuz, gençlerimiz gibi onlar da geleceklerinden endişeli..
Bu umutsuzluk da, daha büyük mutsuzlukların doğmasına temel oluşturuyor ki bu durumda usumuza düşen, dilimize gelen bir sorudur; “nüfusta nitelik mi önemlidir, yoksa nicelik mi ?” karşılaştırması…
Ne yazık ki bugüne değin; ülkemizde nüfusun nitelikli bir çoğunluk olmasındansa, nicelikli yapısı üzerinde durulmuş…
Cumhuriyetin ilk yıllarından;günümüzün AKEGEMENLERİ’ne/AKBABALAR’ına değin nüfusun sayısal çokluğu, güçlülük olarak algılanmıştır.
Kuşkusuz gelecekten umutlu olmak; toplumlara mutluluk verir. Ama ülkemiz koşullarında mutlu olabilmek için kişilerin de bilinçsiz olması gerekir.Yoksa bilinç düzeyi gelişmiş, “benden sonrası tufan” diyemeyen sorumluluk sahibi bireyler, yarından endişe duyarak…
“Bu genç kuşağa ne verebiliriz?” düşüncesiyle mutsuz ve karamsar benlikleriyle; ne kadar verimli olabilirler ?…
Özellikle doğal kaynakların (toprak, su, hava, madenler gibi) ve parasal kaynakların yanlış kullanımı sonucu…
giderek yoksullaşan ülkemiz; bu gençlere neler bırakabilecektir ?…
Açgözlülükle hoyratça kullanılan kaynaklarımız tükenince;bu insanlar bir şey üretmeden,üretemeden yaşamlarını nasıl sürdürebileceklerdir?…
Yaşamsal olanakları giderek yok edilen, tüketilen bir ülkede, siz demokrasi davulları çalsanız, dünya barış günü v.b. günleri kutlasanız
Eğer yaşayabilceğiniz güçlü ve güvenli bir ülkeniz, barış içinde, geleceğine güvenle bakan bir ulusunuz…
Üstelik giderek devlet hazinesinde kalmıyorsa tek kuruşunuz ve de fıtratınızda düşmanlarınızca üzerinize sıkılacak bolca kurşununuz varsa…
Barış kavramı belleklerinizden, bilincinizden silineceği gibi, sözlüklerinizden de silinir gider.
Bitmez, bitmez söylenecek sözler…
Geçen yıl bugünlerde;31 Ağustos 2015 günlü Cumhuriyet’de yazıyordu: Börekçi/göbekçi “bugün için sabık”Bakan Ayşe Gürcan için…
“Müslüman kadın börek yapmayı bilmiyorsa, o aile dağılır dediniz mi?” sorusuna; “Dediğimi düşünmüyorum” yanıtını vermiş…
Demek ki Aileden sorumlu Sayın Bakan, kendinden pek sorumlu değil… Bu durumda ruh hali için; KENDİNDE DEĞİL denebilir mi?…
Prof. ünvanlı bu nisa böyle saçmalarken…FETOŞ ve müridleri yürütüp gidiyordu ki ülkeyi Neyse ki döndü bir fırıldak; oldu ortalık AK-PAK
Birileri kurtardı paçasını…ama güvenle tüttüremiyor kimsecikler bacasını…Birileri öylesine attı ki bu ülkeye kancasını..
TÜRK unuttu; öğün, çalış ve yalnızca kendine güven demesini Görünen koyu bir karanlık Kİ AYDINLIK GÜNLER İÇİN MUMLARI YAKMANIN GÜNÜDÜR!…
İşte bu Börekçi Nisa ve de Prof. Dr. Ünvanlı bu vakayı neden andım derse değerli okurum; sanal ortamda dolaşan bir duyuru nedeniyledir diye yanıt veririm.
Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi adlı bir oluşumun bir duyurusuydu ve “3 Eylül Cumartesi günü saat 17:00’de tüm kadınları barış için ısrar etmeye, sokaklara çağırıyoruz” diyorlar bildirilerinde…
Ve benim de dilim hiç suskun kalır mı ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ’ne ve bu devrimlerin bizlere tanıdığı haklara sürekli saldıran bu nisalar taifesine karşı?…Kalmaz elbette:
-NE ŞİDDETİ AYOL, HAŞA!…
KOCALARINIZIN VURDUĞU YERDE GÜL BİTMEZ MİYDİ?…
NEREDEN İCAP ETTİ; BU NİSA, NİSA BULUŞMAK…NİSALAR İÇİN HAK ARAMAK?…
HANİ HER Bİ’ŞEYCİĞİNİZ VARDI YA ŞERİATINIZDA…KÜLLİYEN KORUMA ALTINDAYDINIZ; PEÇENİZLE, TÜRBANINIZLA, ÇARŞAFINIZLA…
OTURUN, OTURDUĞUNUZ YERDE; FITRATINIZDA VAR SİZİN SESSİZLİK, SUSKUNLUK…
YOKSA ALIRLAR AYAKLARINIZIN ALTINDAN CENNETİNİZİ; AKİBETİNİZ KAYNAR KAZANLAR, OLURSUNUZ CEHENNEMLİK:)))
Biz mi?…Biz ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ’nin aydınlığında, haklarımızın bilincinde, erkeklerimizle eş ve eşit yaşıyoruz kendi doğrularımızla…
Şarkıcılıkda dikiş tutturamayan Atilla Taş; sosyal medyadan önüne gelene atıyordu taş…Gülüp, eğleniyorduk kendisine…
Duyduk ki aranıyormuş, duyduk ki tutuklanmış ve daha önce de duyduk ki köşe yazarlığı bile yapıyormuş. Kerameti kendinden menkul bunca kanaat önderi arasında (başta Nihat Doğan ve Tuğçe Kazaz, özellikle de Yaşar Alptekin hazretlerine gönderelim selamlar) ne olmuş o da geçinip gidiyordu işte…Amma ve lakin sizler; Atilla Taş’dan bile korktunuz ya… Pes!…
Keşke bir kaç tane daha Atilla Taş olaydı da PKK’nın, IŞİD’in üzerine salınaydı bu LAF BOMBASI madem ki bu denli tehlikeliymiş sizlerin indinde…
Pek hoşsunuz vallahi!…
LAF BOMBASI Atilla Taş PATLARSA YANARSINIZ MI SANDINIZ?… EN FAZLA OYNAK TÜRKÜLER SÖYLER; ARSIZIN YÜZÜNE TÜKÜRMESİNİ BİLE BECEREMEZ BE!…
Her neyse; akıl, sır erdiremem ben bu ülkede olup, biten işlere…Ne Cemaat bilirim, ne aşiret, ne ocak, ne bucak…Benim kafa Saraybosnalı bir Boşnak…Bir tek bildiğim; bu ülkedir bize yurt, yuva, sancak…Ülkeme de, ulusuma da zarar gelmesin isterim ancak ve ancak; yalnızca 1 eylül Barış günü’nde değil, Kemal ATATÜRK’ün söylediği gibi barış isterim yurdumda da, dünyada da her gün…
*Bir bilmecem var:
DÜN BERABER…BUGÜN HARB EDER… Bugünler; kışlalar da, cezaevleri de doldu, boşaldı günleri… Haydi çözün bu karmaşık bilmecemi…