25 Kasım "Kadına Yönelik Şiddeti Durdurma Kınama Günü'ymüş"...
Tüketim toplumunu; “anneler günü” ve de “kadınlar günü” kesmemiş olmalı ki kadınların bir başka günü daha oldu; “kadına yönelik şiddeti durdurma” adına bir gün tahsis edildi Havva’nın kızlarına… Başlangıçta paneller, seminerler, konferanslarla günün anlam ve önemi söylev düzeyinde yansıtılır topluma ve daha sonrasında uyanık işletmeciler, pazarlamacılar üretirler sloganlarını, söylemlerini; “kadına attığınız her tokat için bir kırmızı gül” ya da “attığınız tokatla patlattığınız kulak zarı için bir pırlanta küpe, kırdığınız kol için bilezik, aldattığınız kadın sayısınca evliliğinizi yenilediğinizin simgesi bir pırlanta yüzük” v.b. gibi…
Oysa toplumun kadına uyguladığı şiddet yalnızca dayak bazında mı ?...Ya yüreği yaralayan sözel şiddet ?... Kadını, kadınlığından bezdiren, onurunu ezdiren toplumsal baskıların neden olduğu tenselliğinden de daha çok canını acıtan tinsel şiddet ?... Bunları bağışlatmak için şiddet gören kadından yalnızca erkekler değil, kadınlar da özür dilemek, bağışlanmayı istemek durumunda olmalı bana göre, bence; özellikle de kadınlar arası dayanışma yerine, yapılan dedikodular, karalamalar anımsandığında… Şöyle bir yaşama bakalım; yaşayanların, toplumun oyun alanına…
Çocuklar “anadan yetim” kalınca; Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakılır yetiştirilsin diye… Darüşşafaka’ya bırakılır okutulsun diye… Bu işin gerekçesine sıra gelince; çocuk annesiz kalmış… Baba ne de olsa erkek; bakamaz ki çocuğa… İşe mi gidecek, çocuklara mı bakacak ?...Çocuklar “babadan yetim” kalınca; kadın, anne değil mi ?...Çocuklarına atfedecek kendini, bahşedecek…Anneler verebilir mi hiç çocuklarını kendilerinin kurduğunun dışında bir başka yuvaya ?...Hem ana, hem de baba olacak çocuklarına…Ve de dosdoğru ekmek parası kazanmaya…Beslemek zorunda çocuklarını ve de okutmak…
Erkek; ölünce eşi, henüz kırkı bile çıkmadan, bakabilir yeni bir kadına…Çünkü o erkek; kim yıkayacak çamaşırlarını ?...Ütüsü var, ortalık, yemek, bulaşık…Velhasıl işler karışık…Hemen erkeğe tedarik edilmeli bir kadın… Oysa kadın, yitirince eşini, erkeğini… Derleyip toparlamalı; eksik etekliğini…Ve hatta girmeli kara toprağa; eşinin, erkeğinin yanına ?...Yeni bir yatağa girmek mi ?...Hayır, kesinlikle olamaz, asla !...
Erkek; iş yaşamında öncelikli… Kalırsa erkekten boş yer, kadına sıra gelir…Çünkü erkek eve ekmek götürecek… Evin reisi, başkanı o… Ya kadın ?... Ya o da eve ekmek götürmek zorundaysa; örneğin ölüm ya da boşanma nedeniyle parçalanmış ailesinin “reisi, başkanı, sorumlusu” olmak nedeniyle ?... Yine de önce erkeğe iş ?... Erkek; iş yaşamında rahat, pervasız… Kimse asılmaz ona ve de atılmaz bir skandal sonucu işinden… Dedikodusu da yapılmaz ardından; dul ya da boşanmış olduğu için…Ya kadın ?... Neleri göğüslemek, nelere katlanmak zorunda işini yitirmemenin yanı sıra bir de onurunu kurtarmak, kadınlığının namusunu korumak, sakınmak adına…
Ve mezara girerken bile insan dölü, olsa da o bir ölü; babasının değil, anasının adıyla girmekte kara toprağa…Mezar başında bile kadınlara kuşku ile “yosmalık” payesi biçilmekte, “anne belli doğuran olarak ama ya babasının kimliği doğru mu bakalım?” önyargısı eşliğinde…
Savaşta, kavgada, sövgüde, yergide; aşağılanan kadın… Mirasta, siyasette, ziyafette dışlanan kadın… Madden ve manen her türlü sömürüde; kimliği de, kişiliği de kaynar kazanda haşlanan kadın… Ve zorda kalınca Ademoğlu; arsızca sırtına yaslanılan kadın… Şu tüketim toplumu; sömüre, sömüre tüketemedi seni, senden yararlanmak adına, “önce canını yakıp, sonrasında da bağışlatmak istercesine kendini” armağan etti bir gün daha sen Havva kızı “kadın”a… Ve bu günün çıkışının ardından; kadına yönelik şiddeti durduracaklarmış güya… Kadın; doğru söyle ne olur ?... Sen kanacak mısın bu kocaman yalana ?...