Yazarlar

Bana Mucize Verir misin!

post-img
Özel bir hastanenin de sahibi olan zengin doktor, şehrin kenar bir mahallesinde eczacılık yapan arkadaşını ziyarete gider. Eczanede arkadaşıyla sohbet ederlerken kapı açılır, 6-7 yaşlarında küçücük, sevimli bir kız eczaneden içeri girer ve yüzünde, o yaştaki çocuklara has masumane bir ifadeyle ve ağlamaklı bir sesle yanlarına yaklaşarak, -İlaççı Amca ben mucize istiyorum” der. Önce ne söylediğini anlayamazlar. Eczacı, -Anlamadım güzel kız ne istiyorsun, tekrar söyler misin” der. Kız elbisesinin ön cebinde tuttuğu elini çıkarır ve sıkıca yumduğu avucunu açarak uzatır. Avucunda bozuk para vardır, -Bak amca paramda var, bana mucize verir misin, der. Eczacı ve doktor, minik kızın sevimli, bir o kadarda kederli hali karşısında şaşkın ve şefkatle baka kalırlar. Doktor kendini toplar, yerinden kalkar, minik kıza yaklaşarak önünde çömelir ve sevgiyle, -Küçükhanım söyle bakayım ne yapacaksın sen mucizeyi, der. Küçük kız, -Benim kardeşim çok hasta, babam dedi ki onun iyileşmesi için mucize lazımmış, bende mucize almaya geldim, dedi. Doktor, -Sen buraya yalnız mı geldin, annen-baban, eviniz nerede, diye sordu. Kız, parmağıyla dışarıyı işaret ederek, -Orada, dedi. Doktor kızın minnacık elini tutarak, -Hadi beni evinize götür, ben doktorum, kardeşini bir göreyim belki bir mucize de bulabiliriz.   diyerek beraber çıkıp, kızın gösterdiği yöne ilerlediler.. … İki çocuklu yoksul bir aile. Çocukların ikincisi, kızın küçüğü uzun süredir hastaydı. Son bir yıldır, ailece günlerinin çoğu hastanelerde geçmesine rağmen, çocuğun hastalığı daha da kötüye gitmekteydi. En son, epey bir zaman yatarak tedavi gördükleri hastaneden, doktorlar, “artık bizim yapabileğimiz bir şey kalmadı, çocuğun yurtdışında veya büyükşehirdeki üniversite hastanesinde tedavi görmesi gerekmekte” diyerek taburcu etmeleriyle ayrıldılar. Büyük bir üzüntü ve çaresizlik içerisinde kıvranan anne-baba, hasta çocuklarının başında oturmuş dertleşirken, baba, “Paramız yok, yardım edecek kimsemizde yok, elimizden hiçbir şey gelmiyor, bırak yurt dışını götürmeyi büyük şehre gitmeye, orada aylarca sürecek tedaviler için bile imkânımız yok” dedi. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş anne, “peki ne olacak yavrumuzun hali, hiçbir şey yapmadan gözümüzün önünde eriyip gitmesini mi izleyeceğiz,” diyerek sızlanmaktaydı. Baba, çaresiz, üzüntüyle, “Ne yapacağımızı bilmiyorum, yavrumuz için bize bir ‘mucize lazım’,” dedi. Bu sırada anne-babasının konuşmalarını izleyen küçük kız hemen kalktı, hastanede bir amcanın kendine çikolata alırsın diye verdiği bozuk parayı sakladığı yerden aldı ve sessizce evden çıkıp, evlerinin yakınındaki eczaneye gitti… … Evet, küçük kız mucizeyi bulmuş, evine de getirmişti! Zengin doktor kardeşinin tedavisi için gereken her şeyi yaptı. Küçük kızın yaşamı boyunca tüm eğitimini üstlendi ve anne-babaya da hastanesinde iş verdi. … Bu hikâyeyi yıllar önce bir yerlerden mi okudum, yoksa birindenmi dinledim, hatırlamıyorum. Ancak çok sıkışıp, çaresizlikler yaşadığımda veya öyle durumda olan birilerini gördüğümde hep bu hikâye gelir aklıma ve bir umut kıvılcımı parlar yüreğimde.  Benim aklımdan geçtiği gibi bu hikâyeyi okuyan birçok insanında mutlaka aklından geçmiştir; “keşke çaresizlikler, sıkıntılar yaşadığımızda bize de mucizeler sunan bir doktor, bir Hızır yetişse imdadımıza,” diye. Hikâyeyi anlattığım ve bu düşüncelerimi de söylediğim bir arkadaşım, farklı bir açıdan bakmış olacak ki, hikâyeden, benim aklıma hiç gelmeyen, ders çıkarılacak birsoru sordu;“Neden, keşke fırsatlar elime geçse de mucizeler sunan ben olsam diye düşünmeyiz?” dedi. Arkadaşım bu çarpıcı sorusunun ardından ‘hayat dersi’ niteliğinde ilginç bir menkıbe de anlattı: Bir bilge adam, yakın bir şehirdeki dostunu ziyarete etmek üzere onun yaşadığı şehre gider. Dostu da kendisi gibi sevilen-sayılan bilge bir insan olmakla beraber çok hünerli bir demirci ustasıdır. Dostunun dükkânın bulunduğu çarşıya gider. Ancak demir-çekik sesleriyle çınlayan dükkân kapalıdır. Şaşırır, endişelenir, “yoksa dostuma bir şeymi oldu” diye kaygıyla dükkân komşularına yönelir ve dostunu sorar. Öğrenir ki dostu kimseye bir açıklama da bulunmadan, ani bir kararla dükkânını kapatıp bir dergâhta inzivaya çekilmiştir. Dergâhın yerini öğrenip oraya gider, dostunu bulur. Görüşürler, hoş beşten sonra sohbete başlarlar ve Bilge dostuna neden dükkânını kapatıp, buraya çekildiğini sorar. Dostu, “Hikmetlerle dolu, hayret verici bir duruma şahit olduktan sonra böyle bir karara vardım” der. Bilge,“bu durumu bana da anlatır mısın, belki bende nasiplenirim” der. Demirci; “bir yolculuk esnasında yolumuz çöle düştü. Kızgın çölde, kayanın gölgesine sığınmış bir kuş dikkatimi çekti. Yaklaştım, kuş uçamıyordu, belli ki yaralıydı, kanadı kırılmıştı herhalde. Bu kuşu seyreylerken hayli üzüntüye kapıldım. Zavallı kuş cağız burada ölüp gidecekti. Ancak ölüm anına kadar, biryandan yarasının acısıyla bir yandan da açlık ve susuzluk ıstırabıyla acılar içerisinde kıvranacaktı. Bunları düşünürken, gagasında yiyeceklerle başka bir kuş geldi ve yaralı kuşun yanına konup getirdikleriyle onu yedirip, içirdi. Bu hali görünce hayli sevindim ve hayran kaldım Yaradana! Ve o gün bir karara vardım; ıssız bir çölün ortasında yaralı, aciz bir kuşun rızkını gönderen Yaradan benim nasibim olan rızkı da bir şekilde bana ulaştıracaktır. Dolayısıyla artık dünya işleriyle, uğraşıp boş yere rızık peşinde koşmamaya karar verdim ve kalan ömrümü ibadetle geçirmek üzere budergaha çekildim, dedi. Demirciyi büyük bir dikkatle dinleyen bilgenin yüzünü, sözün sonunda bir tebessüm bürüdü ve dostuna, “gerçekten ilginç bir olaya şahit olmuşsun ve ondan da dersler çıkarmışsın ne güzel. Fakat benim anlayamadığım neden acaba çölün ortasında aciz düşmüş kuşa özenmek yerine ona yiyecek getiren sağlıklı, vefakar kuşa özenmedin? Onun gibi iyiliklere vasıta olarak hem Allah’ın rızasına eren hemde kulların şükranlarına nail olanlardan olmayı arzulamadın? Derler ya,‘veren el, alan elden üstündür.’ Bir ulu öğütte; ‘Her ahval ve şartta, mutlaka verenden olmaya çalış. Yaratılmışlara senin aracılığın ile bir zarar gelmemesi için elinden geldiğince gayret sarf et. Daima bir yardımda bulunmak suretiyle yaratılmışın sevinmesine vesile olman, şüphesiz ki her şeyden üstündür. Gece yarısı bir hastaya bir saat yardım için yanında bulunman, senin binlerce gecelik ibadetin kadar hayırlıdır. Çünkü ibadet, vaktini boşa geçirmenden hayırlıdır… Boş vaktini bir muhtaca hasredip, onun o ihtiyacının karşılanması için çalışman suretiyle değerlendirmen ise farzdır.’ Bilgenin anlattıkları karşısında şaşkınlık ve mahcubiyet yaşayan demirci kalktı bilgeye sarıldı, “üstat sen gerçek bir bilgesin, beni gafletten uyandırdığın için teşekkür ederim” dedi ve beraber çarşıya yürüyüp, dükkânı açtılar. Çekicini alan Demirci tezgâhının başına geçti... Sözlükte, ‘Mucizenin’ anlamı, akıl yoluyla açıklanamayan, bu yüzden de Tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan doğaüstü olay veya durum olarak açıklansa da, günlük yaşamda, beklenmedik sevinçlere vesile olan güzel tesadüflerde mucize olarak adlandırılmakta. Bazen öyle sıkıntılar, zorluklar yaşar ki insan, kendi imkânlarıyla bunları aşması mümkün olmaz, ancak bir mucizeyle kurtulabileceğini düşünür. Bazende öyle ihtiyaçlarımız ve arzularımız olur ki,  bunlara ulaşmamız da yine ancak mucizeyle mümkün görünür. Fakat bizim ancak mucizeyle kurtulacağımızı sandığımız bir durumdan veya halden veyahut ta yine ancak bir mucize sonucu ulaşabileceğimizi sandığımız şeyler, başkaları için sıradan, kolay oldukça basit durumlardır. Evet, aslında başkaları için mucizevî görünen şeyler, bizimküçük bir hamlemizle gerçeğe dönüşebilir. Yukarıdaki mucize hikâyesinde olduğu gibi, sevimli kızın küçük bir girişimiyle ailesi için mucizevî olayların gerçekleştiğini gördük. Bir ailenin mucize olarak gördükleri istek ve ihtiyaçlarını karşılamak hikâyedeki doktor için ise çok kolayve sıradan şeylerdi. Çocuğu tedavi ettirmek, küçük kızın iyi bir eğitim almasını ve babaya-anneye hastanesinde iş vererek ailenin rahatça geçimlerini sağlayabilecekleri imkânları sunmak doktor için zor şeyler olmadığı gibi iyilik yapmanın o çok hoş-çok özel hazzını tatmasına, mazlumların duasını almasına ve çok önemli bir sosyal sorumluluk vazifesini de yerine getirmesinevesile olmuştu.   Herkes kendi çapında mucizeler gerçekleştirme imkân ve kabiliyetlerine sahiptir. Sen bir başkası için mucize gerçekleştirdiğinde, senin için de bir mucizenin gerçekleşmesi ihtimali oldukça yüksektir. Fakat birileri için mucizeler gerçekleştirmeye kalkıştığımızda şu ulu öğüdü de dikkate almamız yapacağımız iyiliğin-güzelliğin değerini de kat kat artıracaktır. “Her ahval ve şartta, mutlaka verenden olmaya çalış. Fakat hiçbir zaman karşılığını beklemeksizin yap bu işi. Hatta karşılığını düşünmemeye dahi gayret et. Ve hatta Yaradanından bile bekleme bu karşılığı. Sadece hayatın her anında iyiliklere vasıta olmaya çalış, karşılık beklemeksizin ve düşünmeksizin..” Ve şu da aklınızda olsun; “Çoğu zaman yardım ya da iyilik istemek için bize açılan eller belki de bizi bir kötülükten korumak veya bir dardan kurtarmak için uzatılmış bir kurtarıcı elidir. Dolayısıyla başkalarına yardım veya iyilik yaptığımızı sandığımız bazı durumlarda aslında farkında olmadan kendimize iyilik etmiş olduğumuzu da unutmamalıyız.”

Diğer Haberler