Sürekli düşünüyorum ve sürekli iç içeyim yaşadığımız olaylar bağlamında ortaya çıkan neden-sonuç ilişkileriyle ...
Koltuk sevdasına düşen ECEVİT iktidar olmak için şu ahir ömründe; Hüsamettin ÖZKAN aracılığıyla F tipi cemaatle girmeseydi gerdeğe, gelebilir miydik acaba bu günlere, böylesine ışık hızıyla ?...
Herkes yakınıyor yaşananlardan; sanalda, yanalda, genelde, özelde…İyi de damdan düşmedi ya bu adamlar ?... Kuşkusuz ne güvercinler pisledi, ne atlar tepti, ne kurtlar parçaladı, ne arılar soktu bu halkı; oysa bu yaşananlar sürecinde çoğunluk umursamaz, vurdumduymaz, aymaz, aldırmaz ve kaygan zeminde, kendi çıkarları doğrultusunda kaypaktı…
Üstelik 50’lerden beri hazırlanmasaydı bugünlere çağrı çıkaran önkoşullar; tek başına bir ampul bu denli karanlığı nasıl ışınlardı ?...
YASALAR varken, yasalara uymayanlara/aldırmayanlara/hakkını yasalarda aramayanlara; tez günde gelir YASAKLAR…Önce masumane görünen sıradan işlerle başlar; sarar gider benliğini de, bedenini de ayırdına varamazsın !... “Karanlığın dibine vursun bir kez, bakın nasıl çıkar yeniden aydınlığa” umutları düşse de dilere; umutlanma boş yere…Battın mı bir kez; kolay, kolay karanlığın derinliklerinden çıkamazsın, yoktur karanlığın kaldırma kuvveti, sudaki gibi !...
Öncesinde “sigara sağlığa zararlıdır” denir, yasaklanır kapalı alanlarda…Sonrasında neler olabileceğini başlarda düşünemezsin, oysa kurnazlar yatmıştır pusuya; “sigaranın dumanının yaydığı olumsuz dışsallıklar içmeyene de zarar verir” der aldırmazsın onların sinsi amaçları kendilerinde saklı bu sağlık soslu yasağa… Sonrasında ?...
Ve her şey rakıları buğulamakla/buzlandırmakla başlar televizyonlarda…Ardından adım, adım gelir yasaklar; ne olduğunu anlayamazsın !...
Bugünlerin geleceği 90’lardan beri belli…İşte 90’lardaki Türkiye’nin ahvali…Bugünler için nasıl da hazırlanmış altyapı…Sonuçta bal gibi yuttuk uyuşukluk hapı…Önce futbol düşkünlüğü devleti yönetenlerin öncülüğünde ve yine devlet televizyonunda başlatılan gazino geceleri ki bunun anlamı erkeklere futbol, kadınlara magazin ki uyuşukluk, deformasyon, bozulma, erozyon, tozuma hapları, kuşkusuz yüksek dozda ve elbetteki başlangıç TÖ’nün döneminde…
Futbol ve magazin alaşımı tele-vole kültürü sarıverince benliğimizi; bundan sonrası bizler için tek yol devrim mi ?... İşte burada yanıldınız !... Ne Kemalizm, Ne Marxizm…Tek Yol Magazinizm…Dün anadan üryan yosmalar, aşifteler; bugünlerde nud bedende ihram Mekke yollarında, tarikat şeyhlerinin kollarında…Halkın bilinç altına girmek, toplumsal yapıyı zehirlemek, toplumsal kirlilik yaratmak için bu durum hemen duyurulmalı kamusal alana; magazin programları yayında, flash, flash az sonra…
Kitaplar…Onlar da değişti…Pop kültür; müzikten, sinemadan, televizyondan sonra kitap dünyasını da ele geçirdi… Sabun köpüğü televizyon dizilerinin senaryolarından başkalığı olmayan kitaplar okurlara sunulmakta…Barbara Cartland masalları bile oldukça entellektüel içerikli sayılabilir bu yenilerinin yanında... Bugünün sessiz, kendi köşesinde yaşayan menopoz cadısı tiyatrocu Füsun Erbulak’ı da anmadan geçmeyelim bu arada ki o dönemin zat-ı şahanelerinin bu değişime katkıları kesinlikle görmezden gelinemez, yadsınamaz, bir ara Duygu Asena’dan bile daha çok tavan yapmıştı ratingi çapkın kadınlar arasında…
80’li yılların ortalarında bir fırtına gibi esmişti; Atlan Erbulak’la evli olmasına karşın, tiyatrocu Ahmet Uğurlu ile yaşadığı aşkı dökünce yazıya/kitap sayfalarına o günlerde sanki bir kahraman gibiydi…Neredeyse altın madalya vereceklerdi hatuna; toplumsal yaşamda yarattığı kirlilik nedeniyle…
Kitaplardan söz açmışken; yemek tarifi verir gibi; yaşam tarifi veren kitaplara ne demeli ?... Yaşadığımız şu risk toplumunda, belirsizlikler, rastlantılar, kendi denetimimiz dışında oluşan, ortaya çıkan olaylar nedeniyle bilinmezler arasında yaptığımız yolculukta ne derece yararlı olabilecek bu kitaplar ya da sayfalarında yer alan ahkamlar ?... Bu kitapları yazanlar gerçekten de yaşamı hakkıyla yaşamayı başarmışlar mı, becermişler mi ?... Ansızın karşılarına çıkan olumsuzlukları yenmeyi, tüm zorlukların üstesinden gelmeyi, tüm olumsuz dış etkenlere karşın yine de ayakta durmayı ve bir gün bile bunalmadan sonuna kadar/doğal sonlarına kadar yaşamda kalmayı becerebilmişler mi ?... Özellikle de şu “yaşam koçları”; kendilerine ilişkin, kendi yaşamlarına ilişkin ne öğrendiler, ne deneyimler, ne çıkarsamalar edindiler de başkalarının yaşamlarına ilişkin sağaltıcı reçeteler yazmaya, başkalarına yol göstermeye, önderlik etmeye kalkışıyorlar ?...
Ki onlar hani şu çok bilinen atasözündeki gibi; kendi başını bağlayamaz, gelin başı bağlamaya kalkar diyebileceğimiz kişiler bu işlere girişenler…Ve tarotçular, falcılar…Üfürükçüler, sihirciler, büyücüler, şifacılar… Kitapları yetmedi, yaşamlarımıza biçim vermeye soyunmuş, bilgileri, bilinçleri kendinden menkul zavallılar … Şeyhler, şıhlar, ağalar için kaygılanırken; bir de bunlar türedi toplumu çürütenler borsasında…Ve onların peşinden giden, kendi aklını, iradesini, karar alma mekanizmasını dumura uğratıp üste bir de para sayarak, onların peşinden gidenler ki onlar çok daha zavallılar…
Düşünüyorum, düşünüyorum ve artık ürküyorum; yarınlarımızdan…