Yazarlar

Düz Cinsel, Düz Dinsel…

post-img
Geçmişte ibadet de gizliydi, kabahat de… Ve o günlerde “kabahat” olarak adli ya da adi suçlar anlamında değildi varsayılan; yalnızca dört duvar arasında yaşanan, yaşanması gereken ve yine o dört duvar arasında saklı kalan cinsel yaşam…Sakın ola ki  bir kavram kargaşası olmasın çünkü o günlerde bu denli kör ve de sağır değildi ve en azından /hiç değilse / bir bakıma  “yarım” bakireydi Adalet Hanım, gerçek kabahatler ve kabahatliler  karşısında… 12 Eylül 1980; EVREN Paşa eliyle, ülke devren ABD’nin egemenliğine geçince, Menderes’den beri ince, ince süregelen Amerikan emperyalizminin saldırısı, bu kez bombardımana  dönüştü…Özellikle de kültürel bağlamda yapılan saldırılarla, Amerikan dizileri Türk Devlet Televizyonu’na üşüştü. O günlere değin “Allah bir, erkek bir” diye bilen/belleyen/belletilen Anadolu kadını; henüz evinin suyunu, ta köyünün çeşmesinden taşıdığına aldırmaksızın, susuzluğuna kaygılanmaksızın, kaygılandı Dallaslı Aile için “Su-Elın başka erkek bulmakta haklı, Jeyar onu aldattı”  demeye ve Jeyar’a duyduğu öfke sonucunda, o günlere değin kasaptaki muteber ciğere benzettiği adamına mundar demeye ve de başka erkeklere ilgi duymaya başladı…Önceleri gözel/gözle, bakışla başka erkekleri süzmeye…Sonraları sözel/sözle; özellikle de cep telefonları aracılığıyla tele-aşklara başladı…Ve daha sonraları anneliğini, tek eşliliğini hiçe sayıp; başka erkeklere dokunuşla o da Su Elın’laştı… Üstelik de gizlisi, saklısı kalmadı Anadolu tipi fedakar bacının yaşadığı aşklarla; mahalle dedikodusu kapsamından, televizyon aracılığıyla yaşadıkları kamusal alana yansıdı… Kentsoylu kadın bile yetişemedi onun hızına,  yanında yaya kaldı… Giderek kabahatler kapsamından da çıktı bu “değişim,dönüşüm” sonucunda yaşanan çoklu aşklar; hem toplumsal, hem de hukuksal bağlamda… “ki erkekler için her dem elinin kiriydi bu tarz yaşamlar” sonunda kadınlar da serbest, free, sanki her biri kovandaki kraliçe arı… Diğer yandan din işleri, devlet işleri; bir diğerinden ayrı durmak şöyle dursun, birbirine geçirdi iyicesine dişleri, sanki pitbul köpeğinin çenesi, ayırmak  olanaksız birini, diğerinden…Allah ile kul arasında kalmaktan sıkılan DİN; kayıverdi kamusal alana, bulaştı din tüccarlarının dilinde her türlü yalana…Siyasette, ticarette, (b)ilimde; hamil-i kart yerine, “hamil-i tarikat yakinimdir” dönemi başladı göğsünü gere, gere  ki bundan sonra kim korkar Kemalist Devrimler’den ?… Ve bu açıklık, saydamlık ortamında; cinsellik de, dinsellik de yalnızca serbest değil, artık çoktan seçmeli… Bir başka deyişle cinselliğin türevleri ya da uygulama/yaşanma biçimleri; alenen,  apaçık toplumda tartışılmaya, dört duvar arasından taşıp, toplumun göbeğinde yaşanmaya ve genel kabul görmeye başladı. Özellikle de AB normları, toplumun üzerinde sanki Demokles’in Kılıcı…Özellikle cinsellik konusunda ve türler arasında ki ÜÇÜNCÜ cinsiyet bangır, bangır  girmişti sıralamaya (gerçi hala almaz benim şu düz-cinsel beynim, havsalam, “erkek bedeninde saklı kalan benim kadınlığım” diye durmaksızın avaz, avaz bağıran erkek formatındaki insan; örneğin prostat olduğunda nasıl sindirebiliyor ve bu ızdırabını nasıl dindirebiliyor  erkek tescilli bu sayrılığın , erkek bedeninde sıkışıp kalan o kadın ruhunda ?...) Kesinlikle göz ardı edilmemesi, özen gösterilmesi gereken bir konu da şu;  “insan hakları” kapsamında ola ki üçüncü cinsiyeti saymazsanız, saygı göstermezseniz, bilinmelidir ki AB bu konuda çok hassas, elinde elektronik kumpas, sürekli ölçümlerde…Kim, kime ne dedi?...Kim, kimi aşağıladı, hor gördü, dışladı ?...Hemen AB’de kapı duvar; sizin halkınız davar, eşcinseli hoş görmeyeni “birlik” kapısından kovar… Cinsellik konusunda bu denli hassas da, dinsellik konusunda duyarsız mı ?...Geçmişte laiklik konusunda son derece özenliyken Türkiye, besledi Kaplan’ları bağrında, “Hilafet Devleti kuracağız Kemal’in ülkesinde “ naraları attırdılar Almanın topraklarında…Okyanus ötesinde yaşananlarsa tüm Dünya’nın bilgisinde, ilgisinde… Bunun da adı “dinsel özgürlük” diye sunuldu bizlere, artık ne gerek vardı dinsel yaşamda da gizlere ?...İbadet de, kabahat de artık aşikar; kim gizlilikten yanaysa, bu düzenden ne’malanamaz, özellikle de ulu orta kılmazsa namaz, edemez hiçbir alanda kar…Sen düz-cinsel bir kadın olarak karşı çıkarken türbana, eşcinsel İpekçi, ipek türban takmaktan yana tavır koyar; düzen de seni zararlı mahlukatdan, onu muteber kuldan sayar… Ve artık günümüzde DÜZ-CİNSEL ve DÜZ-DİNSEL olmak, olmayı savunmak neredeyse alınabilir her an suç kapsamına… Düz-cinsel erkek ki o doğanın yarattığı kadın-sever erkek ve doğurtan… Düz-cinsel kadın ki o doğanın yarattığı erkek-sever kadın ve doğuran… İkisi birlikte sevişen, nesilleri üreten… Tensel, tinsel ve biyolojik olarak düz-cinsel kimlikli ölümlüler; ay ne kadar monoton, sıradan, ay ne banal !...Ne gay, ne de lesbiyen ve hatta bi-seksüel bile değil… İlk çağ filozoflarından tutun, en ünlü yazarlar, ressamlar, sinemacılar kısaca “yaratıcılar” ve belki de Tanrısal İnsanlar, Tanrı-İnsanlar; onların her biri eşcinsel…Diğerleri, bir başka deyişle bizler; düz-cinsel ölümlüler…Bir iz bırakmadan yaşam yolculuğunda dümdüz yürüyenler…Bir de kendimizi sağlıklı, normal, doğal sayıp, onları ötekileştirmeye kalkışıp, onları eleştirenler… Bizler kimiz ki onların karşısında?... Üstelik de düz-cinselliğimiz yetmezmişçesine, bir de düz-dinsel bilincimiz…Ki bizler düz-dinseller; Tanrı ile kulun arasına, tarikatlarla, barikat kurdurmayanlar…Karanlığa karşılık aydınlık yolculuğunu durdurmayanlar…Düzmece peygamberlerle, dinler arası diyalog safsatalarıyla inancına dogmayı, batılı saldırtmayanlar…999 tespihle kendini gericiliğe zincirlerken, ülkesinin boynuna geçirilen tutsaklık halkasını umursamayanlara ülkesini, ulusunu sırtından vurdurtmayanlar…Biz düz-dinseller… Ne denli sıradan, ne denli düz kaldık; ülkemiz üzerine oynanan o dolambaçlı, o alengirli, o kaypak oyunlarda düz-cinsel ve düz-dinsel varlıklarımızla sıradan, monoton ve banal…

Diğer Haberler