Masallarda canavarı öldüren…
Reklamlarda kirli kazanı iyi temizleyen…
Ülkemizde de (ve belki başka ülkelerde de) iyi yalan söyleyen; tahtın, iktidarın, saltanatın sahibi…
Ve yalanlarla yönetilen bir ülkede de (sözüm ona, sözde, kanarsan, inanırsan) herkes muhafazakar, herkes din konusunda çok samimi…
Eli, eline değmez hiç kimsenin; yaban, yabancı anlamında (öylesine ki oturmaz onun yerine erkek kalkınca koltuktan, bir nisa; sayılır diye zina )…
Oysa ensest mekan aileler tavan yapmış; istatistiksel ortalamada… Savcılar bile yaklaşan bahar aylarında önlerine yığılacak ensest dosyalarının kaygısını taşımaktaymışlar…Çünkü yalanlarla yönetilen ülkede, yalan yaşamlar da yaygınlaşmaktaymış fütursuzca…
Bu bağlamda “ensest itiraflı söyleşi” içerikli yazımıza gelince sıra; şimdi burada, ne yorum yapabiliriz anlatılanlara ?... Bu olayların itirafçısından öğrendikçe yaşadıklarını aşama, aşama, işin doğrusu çok düşündüm; sapkınlık kadında mı/annede mi, yoksa oğlunda mı diye ve afalladım, şaşırdım ve insanlığın geleceğinden korktum endişeyle…
Baba-kız ensest olayları (ki aslan babalar diye tanımlarım onları, çünkü doğadaki aslan gibi idsel, içgüdüsel davranışlarla kendisinden üreyen yavrusuyla bile birlikte oldukları için) çok duyulmuştur da, ana-oğul ilişkisinin yaygın olduğu söylenemez sanıyordum. Oysa şu küçük kentsoylu değer yargılarımla, ne kadar da yanılıyormuşum. Meğer pek çokmuş da, genellikle kamusal alanda dile getirilmiyormuş.
Neler oluyor böyle ?...Uygarlık yolunda ilerlediğini sanırken, ilkel benliklerinden giderek uzaklaştığını ve giderek moral değerlerle kendini üst düzeyde yapılandırdığını, var ettiğini düşündüğüm insan soyu; yoksa tersine bir evrim mi geçirmekte ?... Ve insanlığından uzaklaşarak, hayvansal içgüdülerinin tutsağı mı olmakta ?... Erkek-kadın ayrımı yapılmaksızın tüm insanlık id aşamasında, hayvansal dürtüleriyle, ormanda yavrularıyla da çiftleşen hayvanlar benzeri bir eğilim mi göstermekte ya da encikleriyle, doğurduklarıyla çiftleşen Mart kedileri, köpekleri gibi ?...
En önemlisi de neler oluyor bu kadınlara ?...
Bilindiği gibi GDO’lu, hormonlu beslenmenin etkisiyle erkeklerin; kadınlaştığına ilişkin savlar ileri sürmekte bilim uzmanları... Yoksa kadınlar da GDO’lu beslenmeler sonucu; annelik içgüdülerini yitirip ve toplumsal değer yargılarına uygun tutum ve davranışlarını unutup ilkel benlikleriyle, Taş devri insanlarına özgü bir dönüşüm mü geçirmekte ?...
“İNSAN NE İLE YAŞAR ?...” sorusunu TOLSTOY sormuş, kendi sorusunu yine kendisi yanıtlamış ve demiş ki; İNSAN SEVGİ İLE YAŞAR…Çünkü Tolstoy; insana özgü en yüce değer olarak görmüş SEVGİ duygusunu ve bu duyguyla TANRISAL SEVGİ’ye de ulaşılacağını ileri sürmüş… Ve şöyle sürdürmüş sözlerini:
“Her ne kadar insanlara hayatta kalmalarının sebebi kendi çabalarıymış gibi gözükse de hakikatte onları yaşatan, sadece sevgidir. Kim yüreğinde sevgi taşırsa, o sevgi Tanrı’dandır ve Tanrı o kişinin yüreğindedir, çünkü varlığın sebebi sevgidir.”
Tolstoy’un bu insanca sorusundan esinlenerek, bununla birlikte günümüz yaşam biçiminden de etkilenerek ben de bir soru sormak istiyorum:
-İNSAN NE İÇİN YAŞAR ?...
Kuşkusuz bizden öncekilere sorulsaydı bu soru, örneğin; ana-babalarımıza ve elbetteki onların değer yargılarıyla yetiştirilen bizlere, bu sorunun yanıtı kesinlikle; “İnsan onuru, şerefi, haysiyeti için yaşar” biçiminde verilirdi… Görülen, gözlenen odur ki günümüzde bütün bu kavramlar; insanlığın çöplüğüne atılmış, beş para etmez sayılmış şu yükselen değerler piyasasında… Her türlü bozulmanın, kirlenmenin, yozlaşmanın ve tozumanın yanı sıra, anlaşılan odur ki insanlar artık SEVGİ için değil, yalnızca SEVİŞMEK için yaşıyor; yarattığı son teknolojiyle donatılmış, şu hayvanat bahçesinde… Oysa Tolstoy bir zamanlar nasıl da savunmuş en önemli, en öncelikli gereksinimimizin SEVGİ olduğunu insanca duygu ve düşünceleriyle…
Ne yazık ki günümüzde insan; salt bedensel gereksinimlerini karşılamanın kaygısında, derdinde…Yalnızca bedensel gereksinimlerini karşılamak için yaşıyor; yiyiyor, içiyor, dışkılıyor ve sevişiyor…Doğadaki tüm hayvanlar gibi… Ve en yakınında, en kolayında, elinin altında ne varsa; ona uzanıyor, ondan yararlanıyor; gerçekten de bir hayvan gibi…
Üstelik insanın; düşünen bir hayvan olduğu tanımlaması da bu koşullar altında çoktan güme gitmiş…Çünkü insan artık düşünmeden yaşıyor; beynini değil, yalnızca bedenini kullanıyor, onun yönlendirmesiyle yaşıyor…Beyni işlevselliğini çoktan yitirmiş…
Ve bizler de, henüz tozumaya uğramamış benliklerimizle; onları düşünen varlıklardan sayarak, ÜLKE, ULUS, HUKUK, YURTTAŞLIK HAKLARI, KADIN, DOĞA, ÇEVRE ve ÇOCUK HAKLARI martavalları anlatarak, keyiflerine çomak sokuyoruz.
Artık genel, geçer değerler bize; ensest mekan bir aile, ensest mekan bir ülke, ensest mekan bir dünya görünümü sunuyor, elbetteki insanlık nereye gidiyor kaygılarımız eşliğinde…