Yazarlar

Eylül’le Gelen Sözler  

post-img
Oldum olası severim Sonbahar’ı…Ne de olsa 1 Aralık doğumlu Sonbahar çocuğuyum ben, sanırım ondandır  bu mevsime düşkünlüğüm…Sarıyı, kızılı, nefti yeşili kendime yakın buluşum hep Sonbahar’a yönelik tutkumdandır…Ve belki de yaşam yolculuğumun Sonbahar’ında oluşumun da katkısı var mıdır diye bilinmelidir ki hiç getirmem usuma… Ne de olsa ben yaşam yolculuğumda her dem coşkulu, her dem taşkın, her dem umutlu oldum…En karanlık çıkmaz sokaklara bile sapsa yolum ve yaşam yolculuğum bazen çetrefilli olsa da olmadı duygularım hiç bir koşulda içinden çıkılamayacak denli endişeli…Ben hep çabalarımla aydınlığı buldum; yeter ki olmasın işin içinde ölüm… İşte bu Eylül’de de yaşamımda kökten değişiklikler gerçekleşti; bir dönem delicesine aşk yaşadığım İstanbul’u terk ediverdim ansızın…Ege’nin ılık, suskun kıyılarında olmaya karar verdim; İstanbul’un o “çılgın kalabalık” dokusundan ve dokunuşundan uzaklaşarak…Ve 8 Eylül 2016’dan beri en sonunda ben de oldum bir Egeli, daha da özel bir belirtişle bir Didimli…   Ege durgun, Ege kaygısız, Ege bir başka alem… Ben de bu girdaba katıldım mı sandınız?...Ne gezer?... Benliğim de benimle gezer; ben nerede, onlar da orada… Yine  kayıtsız kalamadım ülkede yaşananlara ve soyutlayamadım kendimi halkımızın yaşadığı sorunlardan… Elbette ki Tarık Akan için de , şort giydiği gerekçesiyle saldırıya uğrayan kız için de hem üzüldüm, hem de öfkelendim…Başkaca bir aldırmazlık içinde nasıl olurdum ki ben, ben ya da ben, ben olabilir miydim?... Ne yapayım özümde yok kolaycılık; kolayına kaçamıyorum yaşamak için bile…         Elbette ki her ölüm erken, her ölüm yürek acısı; ama bende de dile getirilmeyen onca sözlerin sancısı…Suskun kalamazdım,kalamadım…   “16 Eylül 2016 günü; saatin tik, tak’ları Yol alırken sabah 01’e karşı Tarık Akan ölmüş diyeler… Alkol ile yuyalar… Dört paket cigara ile tütsüleyeler Dün Yılmaz Güney’le Kürtçülük serüvenlerini unutalar He mi de Uğur, Müjdat, Levent gibi Atatürkçü’den sayalar Şanını, namını her bir köşeye yayalar Onun kaybına yürekden acı duyalar Bayram günlerinde kör kurşunlarla şehid olanları unutalar Şehid gömleği giyen Memedler’den çok ona yanalar Söyle garip ben cileyin ?...” demekden kendimi alamadım.   Kim kızarsa kızsın bana, kim baş tacı yaparsa yapsın seni; sen çok kez alkol duvarını aştın be Tarık Uludağ otellerinde...Karaciğerinin haşat oluşu Azrail’in zalim oyunu mudur, yoksa senin safahat düşkünlüğün müdür bilinmez… Sorgulamak da, yargılamak da elbette ki bana düşmez ama seni sevenlerine yaptığın sorumsuzluktur bu erken ölümün… Üstelik sigaraya olan tutsaklığın; akciğerlerine yaptığın en büyük düşmanlığındır derim… Yılmaz’ın Yol’undan; Mustafa Kemal’in ardına düştüysen eğer…Neden vermedin ki kendine daha çok değer; neden sağ ve sağlıklı kalmadın?...   Kel ölür sırma saçlı; kör ölür badem gözlü… Yeşilçam’ın yakışıklısı Damat Ferit; Yılmaz Güney’le tanışınca KÜRTÇÜ bir devrimci… 12 Eylül darbesinin ardından evrim geçirir; olur Atatürkçü… Ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin oluşturduğu koşulların etkisiyle, katkısıyla ölümünün ardından da o bir efsane… Ve… Unutulmayacak bir gün oldu 16 Eylül 2016 günü… O gün tüm televizyon kanallarında gündemin ilk sırasında yer alan Tarık Akan’ın ölüm duyumu sayesinde... O gün boyunca ve ertesin gün boyunca da ne Suriye bataklığında şehid olanlar, ne PKK teröründe can verenler önemli sayılmadı Tarık Akan kadar…Ve belki de birileri çok hoşnut oldular; şu bayram günlerinde kurban olan yoksulun Memedleri’nin etkisinin, bu ünlü ölümünün duyuru bombardımanıyla etkisiz kalmasından… Kaç ananın yüreğine ateş düştü, kaç yuvanın ocağı söndü?... Kim tutar çeterisini?... Aman efendim, rica ederim; bakın Tarık Akan öldü. 16 Eylül günü sürekli alt yazılar geçti televizyon kanallarında ki TRT de bile; TARIK AKAN HAYATINI KAYBETTİ tümcesiyle.   HAYATINI KAYBETMEK; nasıl bir söylemdir?... Herhangi bir  eşyanı, paranı, dolandırıcı aracılığıyla evini, barkını kaybetmek gibi bir şey midir?... Kaybetmek; aranıp, bulunabilecek, yeniden edinilebilecek nesneler için kullanıldığında anlaşılır bir söylemdir. Çünkü ararsın, bulursun ama hayatını kaybedersen; nasıl arasın, nasıl bulursun, o yitirdiğin değere nasıl bir kez daha sahip olursun?... Bulma olasılığı şöyle dursun; arama olasılığı ya da olanağı var mıdır hayatını kaybedenin, kaybettiği hayatını?... Senin için bitmiş her şey; son bulmuş...Sen kaybettiğin hayatını nasıl arayacaksın?... Anlamsız ve umarsız bir söylem ve belki de saçma bir söylem; HAYATI KAYBETMEK…   Oysa ŞORT GİYDİĞİ İÇİN YAŞAM HAKKINI KAYBETMEK riskiyle karşı, karşıya kalan bir genç kızın durumu, ŞORT GİYDİĞİ İÇİN YAŞAM HAKKI OLMADIĞI savıyla tekmelenen kızın kaybettikleri; acaba onlar geri kazanılabilir mi?... “Kimsenin yaşam biçimine karışmıyoruz” diyen egemenlerin sözlerini tekzip edercesine İstanbul’da yaşanan acımazsıca, alçakça, fütursuzca gerçekleşen bir eylem, üstelik de “İslam” maskeli, “Kur’an” gerekçeli sözler eşliğinde ya da  yüz verince Ali’ye; halılar pislik içinde…Yarım çarıklı, sözde demokrasi kahramanı soytarılar; 15 Temmuz sonrasında daha bir cüretkar, daha bir pervasız, daha bir arsız ki onlar artık yasaların üzerinde karar verici, İslam içerikli fetvacılar… Ramazan ayında sigara içtiği için kadına saldıranlar, artık yaz gününde, üstelik de İstanbul gibi ülkemizin vitrini, Batı’ya dönük yüzü olan bir kentde ve de Maslak gibi günümüz koşullarında oldukça seçkin ve çağdaş bir bölgede bir ilkelliğe, bir vahşete, bir felakete neden oluyorlar. Kuşkusuz bu saldırganlık son derece kaygı verici, ürkütücü, korkunç…Üstelik Dolmabahçe’deki türbanlı bacının saldırıya uğradığı söylencesi gibi düzmece değil; gerçek… Toplu taşıma aracının kamerasınca kayıtlı, tanklı ve de tekmeli bir “darbe”nin morarttığı bir yüzle kanıtlı ve onca yolcuyla tanıklı…Ama yakalanan sanık; “İslam’ın gereğini yapmış olmanın” sırnaşık gülücükleriyle ve elbette ki Fetoş yerine, kim bilir hangi tarikat şeyhini, şıhını seven savcının marifetiyle salıverilmiş…Gerçi tepkiler karşısında da yeniden içeriye alınmış ama bakalım bu alınma acaba  kaç günlük ?...   Siz kadınlar, kızlar; sessiz kalmayınız göletlerdeki, bataklıktaki kazlar gibi… Bacaklarınız ince, düzgün, tombul ya da selülitli; her nasıl olursa olsun, şortlarınızla başkaldırın bu yozluğa, yobazlığa…Suskun kalmayın bu saygısızlığa, saldırganlığa…Çıkın sokaklara özgürlüğünüz için…Sizin kahkahalarınıza göz dikenlerden sonra; giysilerinize söz söyleyenler türemesin diye…Ve siz suskun kaldıkça böylesi had bilmezler karşısında; günün birinde KADINLAR ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KAYBETTİ alt yazılar düşer sizler için de televizyon yansılarına…Üstelik sizler de TARIK AKAN’ın  kaybettiği hayatını bulamayacağı gibi, kaybettiğiniz/yitirdiğiniz özgürlüğünüzü asla bulamazsınız bir daha, özgürlünüz öldüğünde/öldürüldüğünde… Eylül; yol alırken Sonbahar’a doğru, ne olur özgürlüklerin de son baharı olmasın bu ülkede… İyi tutunun haklarınıza kızlar, kadınlar; bir felaket var gibi bu umursamazlığınızın sonucunda…İyi bilesiniz !...

Diğer Haberler