İnsanlar sahil boyunca bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu. Gri bir gökyüzü ve siyaha çalan deniz, dev dalgalarla İmralı’yı dövüyordu. Saatler sonra bu telaşlı aramalar, yerini ümitsizliğe terk etti. Balıkhane şefinin bu havada hükümlüleri balığa çıkarmasının cinayetle eş olduğu konuşulmaya başlandı. Daha önce de şefin anlamsız diretmesiyle kötü havada balığa çıkarılan hükümlülerin büyük badireler atlattığı, zor zahmet adaya ulaşabildikleri biliniyordu.
Hüseyin, balıkhanede çalışan kıdemli eski bir mahkûm arkadaşına, bu havada neden balığa çıktıklarını sordu.
“Şef laftan anlamıyor ki! Bu havada tekne ile dahi balığa çıkmak çok tehlikeliyken, kayıkla balığa çıkarttı. Kaybolan çocuk yüzme de bilmiyor. Hoş, yüzme bilen de bir şey yapamaz ya…
Sevdiği kızla kaçmışlar. Kızın yaşı küçük olduğu için onun cezasını yatıyor. Çocuk iki ay sonra tahliye oluyor. Aileler razı, evlenecekler. İnşallah kurtulur. Allah yardımcısı olsun.”
“Bu havada kurtulma şansı var mı?”
“Saatler oldu. Kurtulsaydı sahilde bulunurdu. Bu akıntıda hangi sahilden çıkacağı meçhul. Marmara Denizi’nin tamamında olduğu gibi, İmralı Adası’nın etrafında da birçok ters akıntı vardır. Akıntıya kapılan birinin cesedi çok farklı yerlerden çıkabilir.”
“Şef böyle bir riski niye alıyor?”
“Kimin umurunda? Bu kadar yaygara çıkmasa firar diye yazılabilirdi.”
“Nasıl yani?”
“’Ada firari’ denir buna. Yani adam adanın her yerinde aranır, bulunamazsa firar olarak işlem görür. İleride cesedi bulunursa ona göre işlem yapılır.”
Gece yarısına doğru huzursuzluk iyice artmış, sözü geçen eski bir hükümlü Ayhan’ın yatıştırmasıyla ortam sakinleşmişti. Ertesi gün erkenden aramalar yeniden başladı. Öğleye doğru iskeleye tekne ile bir ceset getirildiği haberi yayıldı. Hüseyin gardiyanlardan, cesedin aranan mahkûma ait olduğunu öğrendi.
Bu durum hükümlüler arasında ciddi bir infiale neden oldu. İdareye karşı “isyan” konuşulmaya başlandı. Hüseyin: “Yapacaksanız planlı bir şekilde yapın. Hiç kimsenin canına zarar vermeden ve idareyi ele geçirdiğinizde Bakanlığa, Ceza ve Tevkifevlerine, bazı radyo ve televizyonlara ulaşın, durumu anlatın. Bu keyfiyetin son bulmasını isteyin. Başarılı olamazsanız çok ceza alırsınız.” Bu fikir bilhassa genç mahkûmların aklına yatmıştı. Kendilerince planlar yapıyorlardı.
Gece sayım saati geçmişti. Hükümlüler idare önünde geziniyor, memurlar korkudan sayım anonsu yapamıyordu. Bu sırada Ayhan gelip, böyle eylemlerle bir yere varamayacaklarını, daha çok zarar göreceklerini söyleyerek hükümlüleri koğuşlarına girmeleri konusunda ikna etti.
Sabah sayımından sonra idare, tüm mahkûmları gazinoda topladı. Başgardiyanlar, müdürler ve cezaevi savcısı, kendilerine hazırlanan masada oturmuştu. Savcı bey biraz sindirmek, biraz da yatıştırmak için tatlı sert bir konuşma yaptı. Arkasından cezaevi birinci müdürü sessizlikten cesaret alarak tehditkâr bir şekilde konuşmaya başladı. O kadar baskıcı ve tehditkârdı ki, âdeta bu işin sorumlusu mahkûmlarmış gibi davranıyordu. Konuşmasının arkasından söz almak için Hüseyin elini kaldırdı. Birinci müdür gönülsüzce Hüseyin’e söz verdi.
Hüseyin; “Müdür bey, baştan sona sizi dinledim. Sanki arkadaşımızı biz öldürmüşüz ya da ona biz sebep olmuşuz gibi konuştunuz. Benim anlayamadığım iki tane sözünüz var. Bunları açıklamanızı rica edeceğim. Birincisi, “Akıllı olun, ananızı ağlatırım.” İkincisi ise “Doğduğunuza pişman ederim.”
Daha Hüseyin cümlesini tamamlayamadan salonda büyük bir gürültü koptu. Eski bir mahkûm: “Üç ay önce benzeri şey bizim başımıza geldi. Telsizimiz çalışmıyordu, tekne arızalıydı. Çıkmak istemedik, zorla çıkarttılar. Balıktayken motor bozuldu, bildiremedik. Ertesi gün aç ve susuz, kendimizi Armutlu sahilinde bulduk. Deniz dünkü gibi olsaydı biz de ölebilirdik. Tesadüfen kurtulduk.”
Başka bir mahkûm: “Beni pişman edebilecek, anamı ağlatabilecek, doğduğuma pişman edebilecek bir delikanlı görmüyorum bu salonda. Varsa çıksın!”
Devamı 05.08.2021 Çarşamba günü…
Katkıda bulunan: Mustafa KARAGÖZ ✓
Ölen Bir Mahkum Anısına – 1 – Koridor Hikayeleri