Öğle yemeğinden sonra bahçede çay içen Hüseyin ve yemek ortağı Müslüm, bahçe kapısı açılınca başlarını gayrı ihtiyari o tarafa çevirdiler. Gardiyan yeni bir hükümlü getirmişti. Müslüm, dehşet ifadesi oturan yüzüyle hükümlüye tekrar tekrar baktı. Beti benzi attı. “Ağabey, yeni gelen mahkûmu öldüreceğim,” dedi Hüseyin’e usulca. Hüseyin şaşkınlıkla Müslüm’ün yüzüne baktı ciddiyetini anlamak için. Oldukça ciddi görünüyordu. Oysa böyle bir sözü bekleyeceği son insan Müslüm olurdu. Hüseyin beş parasız, ziyaretçisi olmayan bu garibana sahip çıkmış, onu kardeşi bilmiş, hatta yemek ortağı* yapmıştı.
“Neden Müslüm?”
“Ağabey, bu benim amcamın oğlu. Adı Cevdet. Aileler arasındaki husumet nedeniyle hiç görüşmezdik ama ben yine de tanıdım. Bunu amcamlar beni öldürtmek için göndermişlerdir.”
“Senin amcanlar Konya’dalar oğlum. Kocaeli’de ne işi var amca oğlunun?”
“Ağabey biliyorsun, benim babam yok. Benimle beraber bir küçük kız kardeşim var. Ben ölürsem miras amcamlara kalacak. Amcamın oğlu Cevdet’i bunun için gönderdiler.”
“Tamam, ben araştıracağım ama bana söylemeden hiçbir şey yapmayacaksın.”
Müslüm sessiz sedasız, etliye sütlüye karışmayan efendi bir çocuktu. İlk kez böyle sözler ağzından dökülmüş, üstelik iddialarında ısrarcı olmuştu.
Müslüm’ün endişelerinin gerçek olma ihtimali Hüseyin’in de canını sıktı. Koğuş mümessili olduğu için meydancıyı çağırıp, yeni gelen hükümlü Cevdet’e Müslüm’ün yanındaki yatağı vermesini söyledi. Koğuş arkadaşlarından da Cevdet ve Müslüm’ün üzerinden gözlerini ayırmamalarını, tetikte olmalarını istedi.
Hüseyin, o gece herkes uykuya çekildikten sonra Cevdet’in yanına gitti. Sessizce mutfağa gelmesini söyledi.
Yemekhanede buluştular. Hüseyin, Cevdet’ten yemekhanedeki tüm masaları güzelce silmesini, sonra da yerleri paspas yapmasını söyledi. Her ne kadar Cevdet, “Bu meydancının işi, ben yapmam!” diye itiraz ettiyse de, koğuşa son gelenin bu işleri yaptığını en kaba şekliyle ifade eden Hüseyin, Cevdet’i zoraki çalıştırdı. Cevdet bir süre sonra kendine verilen işleri bitirdiyse de Hüseyin bu kez camları silmesini, ardından tuvaletleri temizlemesini istedi. Aşağılanmış ve üstüne yorulmuş olan Cevdet, “Yapmıyorum!” deyip koğuşa yöneldi. Tembihli olan diğer hükümlüler, Cevdet koğuş kapısını açar açmaz yataklarından doğruldular. Hüseyin, kapıda korkudan donakalan Cevdet’e; “Sessizce kapıyı kapat ve benim dediğimi yap! İçeridekileri görüyorsun, bir adım daha atarsan senin için hiç iyi olmayacak,” deyip, kolundan tutup tuvaletlere sürükledi. Eline eski bir diş fırçası tutuşturup, “Haydi, başla tuvaletleri temizlemeye,” dediğinde ise korku, uykusuzluk ve aşağılanmadan sinirleri bozulmuş olan Cevdet, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hüseyin, Cevdet’in kıvama geldiğini anladı ve “Otur bakalım,” diyerek bir sigara uzattı. Cevdet biraz sakinleştikten sonra da konuya girdi:
“Cevdet, buraya neden geldin?”
“Yaralamadan.”
“Ulan, ben sana hangi suçtan geldiğini sormuyorum, niçin geldiğini soruyorum. Beni aptal yerine koymaya çalışma. Neden geldiğini ben gayet iyi biliyorum. Bir de sen anlat istiyorum.”
“Müslüm’ü öldürmek için geldim.”
“Bunu biliyorum da, neden?”
“Ağabey, amcalarım beni, onu öldürmem için gönderdi. Miras meselesi…”
“Kaç para verecekler sana?”
“Yirmi bin.”
“Sen şimdi para için amcanın oğlunu vurursan, seni Müslüm’ü öldürmeye gönderen amcaların yarın seni öldürmek için hangi yeğenini gönderecekler? Hiç hesap etmedin mi? Yattıkça pişman olacak, beni amcalarım azmettirdi gibi dilekçeler yazıp savcılığa, mahkemeye, Yargıtay’a, aklına gelen her yere göndereceksin. Amcaların kendileri de suçlanacak diye seni de rahat bırakmazlar. Senin öldüreceğin kuzeninden ne farkın var? İkiniz de amcalarınızın yeğenisiniz. Müslüm’ü harcayan amcaların seni neden harcamasınlar? Bu kadar aptal mısın? O üç kuruş parayı sana yedirirler mi sanıyorsun? Üstelik Müslüm de diğer mahkûmlar da her şeyin farkında. İlk hareketinde, buradan dört kolluyla** çıkarsın ancak.”
Bu konuşmadan sonra Cevdet iyice dağılmıştı.
“Ağabey, ben hiç böyle düşünmemiştim. Ne aptalmışım.”
“Tamam, şimdi seni götüreceğim. Amcanın oğluyla yan yana yataklarda yatacaksınız. En ufak bir problem çıkmayacak. Buradan gidene kadar da beraber yiyip içeceksiniz. Yani yemek ortağı olacaksınız.”
Cevdet ile Müslüm kısa sürede iyi dost oldular. Hatta Cevdet cezaevinden çıktıktan sonra Müslüm’ü düzenli olarak ziyaret etmeye ve Müslüm de tahliye olana kadar ona para yatırmaya devam etti.
* Yemek ortağı, seçilmiş kardeştir. Dolayısıyla öz kardeşten ileridir. Yemek ortakları daima birbirlerini kollar.
** Dört kollu: Tabut.
Katkıda bulunan: Mustafa KARAGÖZ ✓