Yazarlar

Sivas'ta yakılan canlar

post-img
SİVAS'TA YAKILAN CANLAR NEDENİYLE; CANIMIZ YANMAKTADIR BUNCA YIL GEÇMİŞ OLSA BİLE... Hoşgörü “Yeni Osmanlılık” savında bulunanlara birkaç söz…  VOLTAIRE’in Felsefe Sözlüğü’nün “hoşgörü” başlıklı maddesinin bir yerinde, “Türk padişahına baksanıza bir kez, Zerdüştler’i de, Banianlar’ı da, Rumlar’ı da, Nesturiler’i de, Katolikler’i de yönetip gidiyor pekala… Kim ortalığı karıştırıp kargaşalığa vermek isterse hemen kazığa oturtuluyor” diye yazdığını, Server TANİLLİ’nin VOLTAIRE VE AYDINLANMA adlı kitabından öğreniyoruz. Yine TANİLLİ’nin anlatımıyla “kazığa oturtma”nın dışında, söyledikleri doğru VOLTAIRE’in… O yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Avrupa’da hiçbir ülkede ve bu arada Fransa’da bir örneği gösterilemeyecek biçimde bir dinsel hoşgörünün egemen olduğu gerçektir deniyor. Bir de günümüze bakalım; on sekizinci yüzyıldan, bugüne gelindiğinde, yirmi birinci yüzyılın Türkiyesi’nde genel görünüm nasıl ?... Soruya öncelikle din ve vicdan özgürlükleri bağlamında açıklık getirecek olursak; Sivas’da 37 canı yakanlar suçlu değil de, yananlar ve laiklik ilkesini savunanlar suçlu… Bir bağnazlık, bir yobazlık, üstelik de “cihad”dalar… Ellerinde pala kılıç herkese şeriatı belletecekler, hak yoluna çağıracaklar… Bunlara hiç ama hiç ses çıkaran yok, ama bu aymazları hukuk yoluna çağıranların başına her türlü sorun açılabilir. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kamu kurumlarında, kamuya hizmet etmek yerine 8.00-17.00 saatleri arasında şeriat propagandaları yapanlara, kurumları camilere dönüştürenlere de hiçbir tepki yok. Ne zamandan beri ?... RTE ülkeye egemen olduğundan beri mi ?... Hayır; 12 Eylül 1980 sonrasından beri, bununla birlikte RTE dönemindeyse atı alanlar Üsküdar’ı çoktan geçmiş durumda… Kısacası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’nda LAİKLİK yalnızca bir sözcük, bir tanım olmaktan başka bir işlev görmüyor sanki… Üstelik bu ortamı hazırlayanlar; Osmanlı’nın ardılı olmakla onurlananlar, şanlı Osmanlı geçmişiyle bugünkü Dünya düzenine baş kaldırılacağını sananlar… Bu söylemlerle yıllardır oy toplamak için söz söyleyenler… Oysa Osmanlılık; elde pala kılıç, at sırtında yalnızca savaş alanlarında üstünlük kurmak değildir ki… Osmanlılık aynı zamanda hoşgörülü olmak demektir. Nerede Osmanlı’nın hoşgörüsü, tüm dinlere ve dinsizlere kucak açışı, tümünü aynı sınırlar içinde barındırışı?… Nerede yirmi birinci yüzyıl Türkiyesi’nde bağnazlığın, gericiliğin, yobazlığın İslam dini adına yayılmasının sağlanması, üstelik de din adına insan yaşamlarına son verilmesi ?... Tersine hoşgörü yerine bir karalama, aşağılama girişimleri… Örneğin; ensest ilişkisini çağrıştıran düzeysiz şakalar yaparak Kızılbaşlar’a göndermede bulunmalar… Bunları yapanlar demokrat maskeli şeriat özlemcileri; Osmanlı’nın Yeniçeri Ocağı’nın Bektaşiler’den/Kızılbaşlar’dan oluştuğunu (bir Bektaşi Ocağı olduğunu) hiç duymamışlar mı ?... O geniş toprakları Osmanlı egemenliğine alıp, insanları; din, dil ve toplumsal yaşamlarında özgür bırakanların işte bu Kızılbaşlar/Bektaşiler olduğunu öğrenememişler mi ?... Osmanlı’nın ardından, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde barış ve esenlikle birlikte yaşadığımız başka dinden olan yurttaşlarımıza yönelik önyargılar; örneğin Ermeniler için söylenen “Ermeni, istemeden vermeli” ya da Yahudiler için söylenen; “Bugün Pazar, Yahudiler azar” biçimindeki erdemsizce tekerlemeler… Kuşkusuz hoşgörünün anayurdu olarak tanımlanabilecek Anadolumuz’da böylesine horgörü örneklerine rastlanılması biz Osmanlı’nın kültür mirasçısı olarak ardıllarına, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurtdaşlarına, Hacı Bektaşi Veli’nin, Pir Sultan Abdal’ın çocuklarına yaraşmaz. Üstelik birbirimizi hoşgörmekte zorlanıyorsak bile, Devletimiz’in kuruluşunda temel olan ilkelerden LAİKLİK adına hoşgörülü ve saygılı olmalıyız, din ve vicdan özgürlüğüne kesinlikle uymakla birlikte, uyulmasını da sağlamalıyız. Anadolu toprakları henüz Arap bağnazlığına, yobazlığına boyun eğecek denli kimliğini yitirmedi, yitirmeyecek de… Kuşkusuz kimliğimizi yitirmemiz için uğraş verenlere geçit verilmedi, verilmeyecek de… Bir zamanlar DERSİM ayaklanmasıyla, PKK terorü arasında bağlantı kuran Onur ÖYMEN’in sözlerini saptırarak, daha açık bir anlatımla DERSİM ayaklanmasının; toprak ağalarının DEVLET’le hesaplaşması olduğunu unuturak ya da unutturarak, bu ulusu bir Alevi-Sunni çatışmasına çekmek isteyenlerin oyununa düşülmedi, düşülmeyecek de…  Bugünlerde “yeni Osmanlılık” savlarıyla, Arabistan çölleri yetmezmiş gibi, Kuzey Afrika çöllerinde, Bedevi çadırlarında eğlenenlerin, oyalananların yakın gelecekte ülkemize, ulusumuza ne tür çatışmalar “hedaye” edecekleri düşünülecek olursa; LAİKLİK ve HOŞGÖRÜ kavramlarını yaşama geçirmemizin önemi ve gereği daha iyi anlaşılacaktır… Özellikle de bu kavramların içini boşaltıp, egemenliklerini gerçekleştirmek isteyen LAİKLİK KARŞITLARI’nın nasıl da pusuda bekledikleri gündemdeyken… Laiklik ve hoşgörünün sonsuza değin egemen olmasını dilediğim ülkemizde; nice bayramlara barış içinde, birlikte, “kalleşçe oyunlara düşmeden” kardeşçe, elele aydınlığa yürüsün Türkiye… Selma ERDAL

Diğer Haberler