Yazarlar

Yalnız ölen mi kurban (2)

post-img
Ablasını öldürmüş olmanın ağırlığı, henüz yirmi yaşındaki bedenini ezip geçiyordu. Zaman zaman nefes almayı unutuyor, derin nefesler alarak göğsündeki sıkıntıyı hafifletmeye çalışıyordu. Sonra birden aklına geldi. Ablasını öylesine haklı gerekçelerle, hatta zorunluluklarla öldürmüştü ki, şimdi onları düşünüp ruhunu cendereden kurtarabilirdi. Ablası ondokuz yaşındaydı ve yöresel anlayışla evlilik yaşı gelmiş de geçiyordu bile. Kendisinden 10-15 yaş daha büyük bir talibi olmuş, ailesi yaş farkı nedeniyle vermek istememişti. Ablasının ağlayıp sızlamalarından, uzaktan uzağa da olsa talibini görüp beğendiğini ve çok istediğini anlamıştı onyedi yaşındaki Hüseyin. En sevdiği kardeşinin göz yaşlarına dayanamadı, ağabeylerine de aldırış etmeyerek anne ve babasına karşı geldi. ”Ablamı bu adama vereceksiniz” diretmelerine dayanamayan ailesi, bu evliliğe onay verdi. Ataerkil bir ailede henüz onyedi yaşındaki delikanlının babasına söz geçirmesi, O’nun konumunu birden aile büyüğüne evriltmişti. Ağabeyleri yaşça ve eğitimce kendisinden üstün olsalar da tarafsız kalmışlardı. Ablası evlenip Eskişehir’e taşındı. Bir yıl sonra erkek bir bebek dünyaya getirdi. En sevdiği kardeşinin çocuğu elbette en sevdiği yeğeni ünvanını alıverdi Hüseyin’in kalbinde. Hüseyin, ağabeyleri gibi İlahiyat Fakültesi’ni tercih etti. Hem okuyor, hemde muhafazakar bir gazetede bulduğu işte çalışıyordu. Arada ablasından haberler alıyor, ziyarete gidiyor, yeğenini öpüp kokluyordu. Bu arada, gazetede çalışırken tanışıp sevdiği kızla nişanlandı, hemen ardından henüz öğrenciyken evlendi. Herşey çok güzel derken bir gün annesi Hüseyin ve ağabeylerini karşısına alıp; ”Kızkardeşlerinin gönlünü komşuya kaptırdığını, hatta bir gece kocası yokken komşuda kaldığını” anlatıverdi bir çırpıda. Bu nasıl olur demeye kalmadan ”sakın babanıza söylemeyin” diye tembihledi. Hüseyin ve iki ağabeyi çarpılmış gibi bir müddet boş gözlerle birbirlerine baktılar. Yenilir yutulur bir şey değildi bu. Ne ahlak, ne inanç, hele ne de içinde bulundukları toplum bunu kabul ederdi. İlk şaşkınlığın yerini öfke almıştı. Nasıl olur sorusunun yerini ne yapmalı almıştı. Önce kısık sesle, sonrasında giderek artan öfkenin etkisiyle bağıra çağıra ne yapmaları gerektiğini tartıştılar. İlahiyat mezunu ağabeylerinin din ve şeriat hakkında çok daha fazla bilgisi olduğunu düşündüğünden, konuşmalara pek fazla dahil olmuyor, sadece dinliyordu Hüseyin. Bir kaç gün sonra büyük ağabeyi, Hüseyin’i bir kenara çekip konuşalım dedi. Konuştular da… Ablasının yaptığının ne denli büyük bir günah olduğunu, zanilerin şeriatte ölümle cezalandırıldığını, bu cezanın uygulanmasının yani ablasının katlinin vacip olduğunu, bunun bir tercih değil zorunluluk olduğunu uzun uzun anlattı ağabeyi. Sonra sadede geldi. ”Bak ben de diğer ağabeyin de evliyiz, hatta çocuklarımız var. İkimiz de atama bekliyoruz. Sen yeni evlisin ve henüz öğrencisin. Allah katına ve kulların arasına başımız dik çıkmamız için ablanı sen öldüreceksin. En çok 5-6 senede çıkarsın. Zaten arada af çıkar, o kadar bile yatmazsın. Cezaevindeyken ailene bakarız, seni harçlıksız ve ziyaretçisiz bırakmayız. Cezanı çeker, aslanlar gibi çıkarsın ailenin ve memleketinin karşısına.” ”İyi, güzel anlatıyorsun da ağabey, bunun tek yolu bu mudur?” ”Budur Hüseyin. İmanın, itikadın sağlamsa tabi” dedi ağabeyi sağlam bir imanla. Yalnız ölen mi kurban? – 2 – Koridor Hikayeleri Katkıda bulunan   : Mustafa KARAGÖZ Çizer                           : Murat Ümüt MAKARA

Diğer Haberler